28 Eylül 2024 Cumartesi

Evrim Kızılırmak yazdı | Değişim zamanı

Biz devrimciler her gün kendimizle hesaplaşmalıyız. Hiç durmadan kendimize sorular sormalı, cevaplar aramalıyız. Kapitalist sistemin tüketim toplumu ne kadar etkiliyor bizi acaba? Devrimciliği bir iş gibi mi görüyoruz? Gidilmesi gereken bir ilişkiyi görüyor muyuz? Toplamamız gereken organları düzenli topluyor muyuz? Yetiştirmemiz gereken bir kadro adayını zamanında görüyor muyuz? Ertelediğimiz, yapmadığımız, "kaçamak yaptığımız" her işi başka bir yoldaşın yapma telaşı içinde olduğunun farkında mıyız? Kitap, yayın okumaya zaman ayırıyor muyuz? Bu sorulara yanıtımızın çoğu olumsuzsa bazı alışkanlıklar rutinleşmiş, devrimcilik sıradanlaşmıştır.

Dışarıda gecenin sessizliğinin içinden gelen insan, araba ve kedi seslerini dinliyorum. Konuğum olmuş devrimci ömür. Yıldızları koynuma yüklemişim. Büyük bir sabırsızlıkla sanki doyumsuz bir sohbete durmak ister gibi hayat. Bir an önce varmak ister gibi ulaşacağı yere. Soluk soluğa gidilen bir yıl daha bitecek ömrümüzden. Yeni bir kavga yılı başlayacak. Ve yeni yıla girerken devrim mücadelesine dair sözler vereceğiz. Antlar içeceğiz. Dönüp bir kere daha hayatımızın dönemeçlerine bakacağız. Büyük yolları büyük aşklarla adımlayanları, ölümsüzleşenleri, adressiz yaşayanları, açlığa/yokluğa aldırış etmeden mücadele edenleri, ailesini, sevgilisini, yoldaşlarını uzun zamandır görmeyenleri hatırlayacağız. İnsan ömrünü neye vermeli diyeceğiz kendi kendimize. Belki de dönüp bakacağız geçmişe. "Yeniden olsa dönüp geri/geçerdim yine o yoldan/zincirlerden yükselen ses/söz ediyorlar yarınlardan" diye yazan şair gibi tereddütsüzce bu yolları yine yürürüm deme kararlılığı göstereceğiz.

Rosa'nın ünlü sözü gibidir hayattaki tercihlerimiz: Ya barbarlık ya sosyalizm. İnsanlar mücadeleyi elleriyle tutmayı, yıldızlara çengeller asmayı, imkansızı istemeyi, düşleriyle birlikte sonsuzluğa gitmeyi ya da kapitalist düzen içinde yaşamayı, bencil, bireyci bir kişilik olmayı, emek, beden, kimlik sömürüsünü kabul ettiği bir hayatı yaşamayı tercih eder. Hayat biraz da siyah beyaz gibidir. Gri renge yer yoktur. Seçimlerini insanın kendisi yapar hayatta. Devrimci yaşamı seçenlerin hayatına yasemin kokuları gelir. Güneş her zamankinden daha sıcak, ay daha parlak olur. Umut yüklüdür. Sonsuz kahkahalarla doludur. Hayatı, mücadelesi yap-boz aşklara benzemez. Hayatı fotokopi gibi yaşamaz.

Bir devrimcinin nasıl yürüdüğü de önemlidir kavgada. Yürümek; bazen bir mavzerin gözüyle karanlıkları yırtmaktır, bazen gökyüzünün maviliğinde gitmektir sonsuzluğa. Yoldaş devrimcilerin omuz başlarını hissetmektir, yüreğinde solmayan bir yumruğu oluşturmaktır. Yürümek ölüme giderken "ilk ben olmalıyım" demektir, yürekten kahkahalarını yükseltmektir.

Yeni mücadele yılına girerken; devrim mücadelesinde derinleşmeli, zenginleşmeli, inancımızı marksist bilimsel düşünceyle buluşturmalı, insanı, doğayı, hayvanı sevmeli, kendimizi yeniden örgütlemeliyiz. Eylemlerin, eğitimlerin, sohbetlerin, toplantıların kolektif yaşam ortamlarının birer akademi olduğunu unutmamalıyız. İlk zorlu dönemeçte tökezlememek için kendimizle, alışkanlıklarımızla savaşmalıyız. "Yüzeysellik tehlikelerin en büyüğüdür. Az bildiğimi bilirsem, daha çok öğrenmeye çalışırım; ama bir insan hem komünistim der hem de hiçbir şeyi derinlemesine öğrenmeye gerek bulunmadığını söylerse, o komünistten başka her şeydir" diyen Lenin'in ne kadar haklı olduğunu unutmamalıyız. Kapitalist sisteme verilen bu amansız mücadelede parti tarzının ilkelerini yeniden hatırlamalı, kendimizde etkin disiplini örgütlemeli, paylaşımı ve dayanışmayı öğrenmeliyiz.

Emperyalist küreselleşme döneminde biz devrimciler her gün kendimizle hesaplaşmalıyız. Devrimciler olarak her gün burjuva sistemin ideolojik saldırıları altındayız. Medyasıyla, toplumsal ilişkileriyle uzlaşmayı, bireyciliği, teslimiyeti, düşünmemeyi örgütlüyor. Kapitalist sistemin değiştirilmesinin ve devrimin mümkün olmadığının inancını vermeye çalışıyor. İnsanların sadece evden işe, işten eve gitmesini, kadınların da sadece ev kölesi olup, ailesini düşünmesini istiyor. Sıradan, tekdüze hayatlar yaşanması için bütün sistemini örgütlüyor.

Biz devrimcilerde sistemin bu ideolojik saldırılarından azade değiliz. Dava insanıyız. Büyük yolun yolcusuyuz. O zaman bu yolda sürekli hesaplaşma içinde olmalıyız. Bazen iç dünyamızda yolculuklara çıkmalıyız. Hiç durmadan kendimize sorular sormalı, cevaplar aramalıyız. Kapitalist sistemin tüketim toplumu ne kadar etkiliyor bizi acaba? Devrimciliği bir iş gibi mi görüyoruz? Mesaili bir devrimcilik mi yoksa sınırsız bir devrimcilik mi yapıyoruz? Zamanımızın çoğunu evde, kendiliğindenci, hep aynı insanları görerek mi geçiriyoruz? Planlanmış bir işimiz, toplantımız yoksa sabahları kaçta kalkıyoruz? Zamanımızı planlıyor muyuz yoksa günübirlik işler mi bizi yönetiyor? Gidilmesi gereken bir ilişkiyi görüyor muyuz? Toplamamız gereken organları düzenli topluyor muyuz? Sistemli örgütlenmesi gereken ajitasyon/propaganda çalışmalarını örgütlüyor muyuz? İletilmesi gereken bir bilgiyi zamanında iletiyor muyuz? Yetiştirmemiz gereken bir kadro adayını zamanında görüyor muyuz? Takip edilmesi gereken bir işi nasıl olsa bir yoldaş/sorumlu yoldaş takip eder diyerek ilgilenmiyor muyuz? Belli saatler arası günlük/rutinleşen devrimci işlerle mi ilgileniyoruz? Ertelediğimiz, yapmadığımız, "kaçamak yaptığımız" her işi başka bir yoldaşın yapma telaşı içinde olduğunun farkında mıyız? Bildiri, gazete, dergi dağıtmayı, kitle ilişkilerine gitmeyi, kadro yetiştirmeyi, partiye olanak örgütlemeyi "küçük işler" olarak mı görüyoruz? Kitap, yayın okumaya zaman ayırıyor muyuz?

Yukarıdaki sorulara yanıtımızın çoğu olumsuzsa bazı alışkanlıklar rutinleşmiş, yerleşik değerler, yaşam tarzı olağanlaşmış demektir. Devrimcilik sıradanlaşmıştır. Böylesi anlarda bir devrimci sadece kendi alanının işiyle ilgilenmeye başlar. Kendi alanı dışındaki işler önemsiz olur ve devrimci işbirliği azalır. Zamanla bir yoldaşıyla birlikte omuz omuza bir işi yapmanın, vakit geçirmenin sevinci azalır. Gazete, bildiri dağıtmak, bir kitle ilişkisine gidip onunla sohbet etmek, yeni ilişkilerle tanışmak için çat kapı yapmak zor gelmeye başlar. Evden işe, işten eve gider gibi bir devrimcilik alışkanlığı başlar. Aynı mekanlarda buluşmak, aynı insanlarla sürekli görüşmek kolay gelir. Emekçi semtlere gitmekten, oralarda vakit geçirmekten, örgütsel faaliyet yürütmekten uzaklaşmalar yaşanır. Devrimcilik bir "iş" gibi görülür. Devrimci romantizm ve tutku azalınca, devrimcilik yüzeysel olunca partinin, kadrolarının sorunlarını anlamaktan uzaklaşılır. Ayaküstü işler halledilir. Saatlerce bir yoldaşına vakit ayırma zor gelir. Bir süre sonra her şeyden sıkılmalar, söylenmeler başlar. Yavaş yavaş farkında olmadan küçük dünyalar kurulur. Sadece kendini düşünen, sürekli kendisiyle konuşulmasını bekleyen, ilgisizlikten yakınan, memnuniyetsiz, her şeyden şikayet eden biri haline gelinir. Yoldaş ortamlarından çok kişisel ilişkiler mutlu etmeye, huzur vermeye başlar insana. Farkında olmadan, bazen de bilerek yoldaş ortamlarından uzaklaşılır. Kişi kendine müdahale etmediği her durumda partiye, yoldaşlarına yabancılaşma büyür. Partiden kopuşa kadar götüren süreçler yaşanır. 

Tüm bu ideolojik saldırılara karşı bizde kendi içimizde devrimci ideolojik mücadeleyi yükseltmeli ve ilkelerimizi, değerlerimizi korumalıyız. İdeoloji direniş ruhunu, cesareti, devrimi isteme iradesini, umudu besleyen en temel faktördür. Eğer düşlerimize ve ilkelerimize uygun yaşıyorsak mutluluğun resmini çiziyoruz demektir. İşte böylesi anlarda bedel ödemek, tutuklanmak, gözaltına alınmak, tek başına kalmak zor gelmeyecektir. Şair diyor ya, "Umutsuzluk yasak bize" diye. Mutsuzluk da yasak olmalı bize.

Serhat bölgesinde şehit düşen genç komünist Ulaş Alankuş yoldaşı düşünelim isterseniz biraz. Devrimci yoldaşlarıyla birlikte aç/susuz birleşik mücadeleyi örgütlemenin yollarını aradı. Uzun bir zaman dertleşeceği, zorlandığı bir konu olduğunda anlatacağı, danışacağı yoldaşları yanında olmadı. Ama inandığı ideolojisi, programatik görüşleri ile yoldaşlarını hep omuz başında hissetti. Hasan Ocak yoldaş yıllarca partinin illegal basınını örgütlemek için bir çay ocağını işlettiğinde de yalnızlık duygusuna kapılmadı. Ağırlaştırılmış zindan hapis cezası alan ve uzun yıllardır tek kişilik hücrede kalan komünist tutsaklar hiç yalnız olmadıklarını söylüyorlar duyuyor muyuz? Onlar yalnızlıklarını gökyüzünün maviliğini gördükleri kısacık zamanlarda, gelen dost mektuplarında kara kaplı kitaplara sakladıklarını söylüyorlar.

Yeni bir yıla girerken; mücadelenin her anında kendimizdeki olumsuzlukları, gerilikleri, bireycilikleri, bencillikleri, tembellikleri, sahtelikleri, yabancılaşmayı, korkuları "öldürmenin", olumlulukları, halkımızı, yoldaşını sevmeyi, kahkahaları, mutluluğu, paylaşımcılığı, dayanışmayı, emekçiliği, marksist bilimselliği büyütmenin, derinleştirmenin zamanıdır. Alışkanlıkları bir anda yıkıp yeniyi kurmak öyle kolay değildir. Bu satırları okumamız bittiğinde hepimiz kendimize bugün yapmam gereken devrimci işleri istenilen özenle, fedakarlıkla ve disiplinle yaptım mı diye sormalıyız? Yeni bir mücadele yılına girerken; kendimizde ideolojik sağlamlığı, örgütlü yapı ile bütünleşmeyi ve değişim örgütlemenin iradesini oluşturmalıyız. Hepimizin yeni mücadele yılı kutlu olsun! Devrimcilik hayatımız daim olsun!