29 Eylül 2024 Pazar

Evrim Kızılırmak yazdı: Hayat ve rakamlar

Rakamlar yağıyor beynimize. Dünyada bir buçuk milyona yakın insana virüsün bulaştığı ve ölüm oranlarının artığı söylenirken, borsanın nasıl değer kaybettiğinin altına kalın çizgiler çiziliyor. İnsanlar ölüleri sayarken, sermaye sınıfı paralarını sayıyor. Rakamlar büyüdükçe değerler büyümüyor, aksine büyüyen bu rakamlar insanlık değerlerinin nasıl küçültüldüğünü gösteriyor.

Covid-19 virüsü hayatımıza girdiğinden beri insanlar bitmeyen ve belirsiz bir yolculuk içinde sanki. Her an ölüm yanı başımızda. Hayat ve ölüm diyalektiğinde yoksa ölüm galip mi gelecek? Sanki son veda, son konuşma, son alışveriş, son işe gidiş telaşı hakim. Yine de kimse bilmiyor bu yolculuğun ne zaman ve nerede biteceğini. Adeta durakları belli olmayan bir yolculuk gibi.

Günlük yaşam form değiştiriyor. Bir yanda başkasının sağlığı adına duyulan kaygı, öte yanda en yakınını potansiyel hastalık tehdidi görme hali… Bir yanda dost selamlarının gelip başucumuza konduğu, telefonlarda merhabaların eksilmediği anlar, diğer yanda zorunlu mesafelenmeler… Bir yanda çaresiz bekleyişler, diğer yanda Albert Camus'un Veba kitabının satış rekorları kırdığı, Salgın'ın en çok izlenen filmlerin arasına girmesi, yazılan her şeyin çare olarak görüldüğü, bitki çayı tüketiminin tavan yaptığı, bir umuttur denilerek her şeyden umar beklendiği, yine de septik olmaktan kurtulamayan bir toplum haline geliş…

Herkes belirsizlikle yaşanan bu kabus dolu günlerin bitmesini umuyor. Öyle ki, kötüye özlem duyulur hale gelindi. Metropolün gürültüsü, insan kalabalıklığı, trafiğin sıkışıklığı aranıyor şimdilerde. Yine de insani hisler ve hayatı daha anlamlı yaşama arzusu baskın olan. Dostlarla yüz yüze sohbet etmek, anne-babaya, sevgiliye sarılmak, kucaklaşmak, sokaklarda dolaşmak, paylaşmak, gökyüzünün enginliğine, denizin maviliğine, yıldızların sonsuzluğuna bakıp dalmak... Her şeyi daha da anlamlandırarak yaşamak özlemi… Nazım'ın "Yaşamak şakaya gelmez/büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın" dizelerinin yeniden hatırlanıyor olması bundan olsa gerek.

Ne var ki, insani olan yalnızca bunları duyumsamak değildir. Tüm ağırlığına rağmen gerçeğe korkusuzca bakmak, ona sırtını dönmemektir. "İnsanlığın acılarına sırt çevirmek ve yalnız kendi postuna özen göstermek" tam da bu zamanda bizi insanlıktan çıkarmak için yeterli. Korkuların içimizde büyüdüğü bugünlerde susup geri çekilmemek, verili olana itiraz etmek, bireysel olanın teşvik edildiği yerde hayata çoğul bakmak ve illa ki bu amansız şartlarda dahi sömürüye karşı çıkmak… İnsanlığın en çok sınandığı bir dönemdeyiz işte! Eğer milyonlarca işçi kâr uğruna adeta ölüme sürülüyorsa, günlük olarak erkek şiddetiyle ölen kadın sayısı virüsle yaşanan ölüm rakamlarıyla yarışıy8_kosefotu-fransaorsa, demir parmaklıkların ardı ölüm kamplarına dönüştürülmek isteniyorsa ve bunlar sessizlikle geçiştiriliyorsa, virüs sonucu biyolojik olarak ölmesek de insanlığımız çoktan ölmüş demektir. Ne de olsa hayatını açlık ve ölüm korkusu içinde yaşayanlar kendi darağaçlarının gölgesinde olduklarını fark etmezler.

Her gün belli saatte yayınlanan ölüm ve vaka sayısı gün geçtikçe kanıksanır hale geliyor. Ölümlerin sorumlusu kapitalist sömürü sistemi değil de virüs olarak gösteriliyor. Gerçeğin üstünü sis perdesi örtüyor. Sınıf savaşımı yerini görünmeyen, hayalet bir virüsle savaşa bırakıyor. Korkak, edilgen, güvensiz, geleceği olmayan, gelecek istemeyen bir insan topluluğu yaratılmak isteniyor. İçimizi ürperten rakamlar her gün büyüyor, büyüdükçe ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgiyi daha da görünür kılıyor.

Covid-19 günlerinde yağmur gibi rakamlar yağıyor üzerimize. Karanlıktan çıkıp gelen davetsiz misafir gibi kapımızı çalıyor rakamlar. İster al içeri ister alma yine de gelip oturuyor başköşeye. Duymamak, anlamamak, görmemek çare değil. Evrenin ve yaşamın yasaları olduğunu hatırlatırcasına geliyorlar. Doğaya yabancılaşmanın sonucunu gösterirken yaşamın vazgeçilmezliğini de hatırlatıyorlar.

Öylece sunulan rakamlara bakmaya alıştırılıyor insanlar. Ölüm ve vaka sayılarına merakla bakan gözler, çalışmak zorunda bırakılan işçi sayısını görmüyor. Online alışveriş sitelerinde son limitlerine kadar alışveriş yapanlar, işten atılanların sayısını bilmiyor. Faturalarını ödeyebilenler açlık ve yoksulluk sınırında yaşayanların oranını duymuyor.

Rakamlar yağıyor beynimize. Covid-19 günlerinde artan kadın cinayetlerini vermiyor haber bültenleri. Yaşamak istiyorum diye çığlık atan kadınların sesi korona curcunası arasında yitip gidiyor. Kadın cinayetleri toplumun üstüne çöken bir karanlık oluyor.

Rakamlar yağıyor beynimize. Dünyada bir buçuk milyona yakın insana virüsün bulaştığı ve ölüm oranlarının artığı söylenirken, borsanın nasıl değer kaybettiğinin altına kalın çizgiler çiziliyor. İnsanlar ölüleri sayarken, sermaye sınıfı paralarını sayıyor. Rakamlar büyüdükçe değerler büyümüyor, aksine büyüyen bu rakamlar insanlık değerlerinin nasıl küçültüldüğünü gösteriyor.

Eşitsiz bir savaşın içindeyiz. Tıpkı barbarlık dünyasına ait savaşlar gibi bu savaş da eşit ve adil değil. Titanic filmi senaryosu tekerrür ediyor sanki. Zenginler filikalara binmiş kaçıyor, yoksullar ise romantik bir müzik eşliğinde kendilerini bekleyen sona doğru gidiyor. Virüsle savaş değil yaşanılan, yüz yıllardır süregelen, ezilenle ezenin olduğu bildiğimiz sınıf savaşı. Kuralları da sonuçları da bu savaşın yasaları belirleyecek yine.

Hayata yüklediğimiz anlamları değiştirme, rakamlara yüklediğimiz anlamları yenileme zamanı. Sevgi, dostluk, özgürlük, kardeşlik, eşitlik gibi kavramları gerçek içeriklerine kavuşturmalıyız artık. Ölümcül olan virüs değil, onu yaratan kapitalizmdir. Şimdi bunu göstermenin, haykırmanın, korkuları, yılgınlıkları, teslimiyetleri bırakıp umudu kuşanmanın zamanı. Yeni bir dünyanın, yeni bir yaşamın adı olan sosyalizmi bir sokaktan bir sokağa, bir mahalleden diğerine, bir ülkeden bir ülkeye taşımanın zamanı…

* Foto: Fransa'da hastane camından sarkıtılan bir pankart. "Onlar paraları, biz ölüleri sayıyoruz!"