16 Mayıs 2025 Cuma

İrfan Can yazdı | Mücadeleyi toplumsallaştırmak için bir deneyim

Bu mücadelenin gösterdiği en temel şey şudur: Bir talep, bir sorun toplumun sorun ve talebi haline getirildiğinde sonuç alınabilir. Bir diğeri, devrimci kararlılıkla mücadele edildiğinde sonuç elde edilebilir. Bütün başlıklara rağmen aydınlardan yazarlara geniş bir yelpaze bu sorun etrafında birleştirilebildi. Bu değerli bir kazanımdı. Birlikte ortak bir mücadele ekseninde yürütülen mücadelenin kazandırdığı, bunun halklarımızın ortak çıkarlarıyla bütünleştirildiğinde pozitif sonuçlar yaratabileceği defalarca deneyimlendi.

Sömürgeci faşist rejim 1990'lı yıllarda Kürdistan devrimini bastırmak ve Batı'da devrimci hareketin gelişme imkanlarını engellemek için kirli savaş yöntemlerine başvurdu. Temel yöntemlerden biri devrimci ve yurtseverleri gözaltına alıp işkence etmek ve katletmekti. Katlettiklerini ya kimsesizler mezarlığına gömerek, asit kuyularına atarak ya da ormanlık alanlara atarak gizleme yolunu izledi. Yakınlarını arayan ailelere "Bizde yok" cevabı verildi. Güpegündüz ailelerinin yanından alınan ve zorla araçlara bindirilen devrimciler her nasılsa "bizde kaydı yok" kapsamına alınıyordu. Binlerce devrimci, yurtsever bu yöntemle gözaltına alındı, işkence yapıldı, kaybedildi, katledildi.

Elbette aileler evlatlarını/yakınlarını bulmak için dolaşmadık kapı bırakmadı. Nereye gitseler, hangi resmi kapıyı çalsalar sonuç alamıyorlardı. Hüseyin Toraman yoldaş bunlardan biriydi. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Hüseyin Toraman'ın annesi kapısını çaldığında, "Cebimde mi ki sana bulayım" yanıtıyla demagoji yapma yolunu seçmişti. Devlet ağız birliği etmişcesine kaybetme politikasının arkasında duruyor, işkenceci katilleri koruma altına alıyordu.

12 Mart 1995'te yaşanan Gazi katliamına karşı gelişen halk ayaklanması sonrasında ayaklanmaya öncülük eden komünistler ve devrimciler hedef haline gelmişti. Televizyon kanalları bu hedefleştirmede özel rol oynadı. Rejim, Kürdistan devriminin Batı'ya taşınacağı korkusuyla, harekete öncülük eden komünistlerden intikam almak için Gazi'nin baş eğmez komutanı Hasan Ocak yoldaşı hedef seçti. Hasan Ocak 21 Mart günü kaçırıldı, gözaltında katledildi. Yürütülen mücadele sonucu cansız bedeni 17 Mayıs'ta Beykoz'da ormanlık bir alanda bulundu.

Hasan Ocak yoldaşın bulunması için yürütülen mücadele geleceğe ışık tutması bakımından zengin deneyim ve derslerle doludur. Başta ailesi ve yoldaşlarının gece gündüz demeden ısrarlı arama çabaları, devleti de giderek sıkıştıran bir düzey kazandı.

Her türlü mücadele araç ve biçimi eşgüdümlü olarak kullanıldı. Hasan yoldaşın bulunması için devlet üzerinde siyasal ve toplumsal basınç yaratmak hedeflendi. Başta İHD olmak üzere bütün kitle örgüleri ve sendikalar, siyasi partiler ziyaret edilerek sürece katılmaya çalışıldı. Hemen her kitle eyleminde ya söz alarak ya da bu eylemlere katılarak, "Hasan Ocak'ı sağ aldınız sağ istiyoruz" şiarı yükseltildi. KESK, DİSK, Türk-İş miting ve eylemlerinin başlıca konusu haline getirildi. "Susma sustukça sıra sana gelecek" sloganı bu mücadele sürecinin ürünü olarak şekillendi. Elbette hiçbir şey bedelsiz olmadı. Ankara'da Türk-İş mitingine giderek evladının bulunmasını isteyen Emine Ocak tutuklanarak hapishaneye konuldu. Dönemin koalisyon ortağı CHP il ve ilçe binaları işgal edilerek Hasan yoldaşın bulunması için adım atmaya zorlandı. Aydınlar, yazarlar açıklama ve ilanlarla Hasan yoldaşın bulunmasını talep etti. Parti ve dernek binalarında açlık grevleri yapıldı. Mücadele giderek toplumsallaştı. Televizyon kanallarının haber ve tartışma konusu haline getirildi.

Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemi bu mücadelenin bir parçası olarak başlatıldı. Başta Emine Ocak ve baba Ocak olmak üzere ailesi ve yoldaşları tüm engelleme ve gözaltılara, işkencelere rağmen Galatasaray Meydanı'nı mesken tuttu. Mücadele uluslararası boyut kazandı. Uluslararası kurumlar dönemin hükümetine seslenerek Hasan yoldaşın bulunmasını ve akıbetinin açıklanmasını istedi. Daha sonra Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı, Analar Kurultayı gibi mevziler kazanıldı. Arjantin Plaza De Mayo Anneleri ile dayanışma içinde olarak acıları ve mücadeleleri ortaklaştırıldı.

Bu mücadele sonucu gözaltında kaybedilen yurtsever devrimci Rıdvan Karakoç'un bedenine ulaşıldı. Görkemli cenaze törenleriyle uğurlandı.

Bu mücadelenin gösterdiği en temel şey şudur: Bir talep, bir sorun toplumun sorunu ve talebi haline getirildiğinde sonuç alınabilir.

Bir diğeri, devrimci kararlılıkla mücadele edildiğinde sonuç elde edilebilir. Bütün baskılara rağmen aydınlardan yazarlara geniş bir yelpazede toplumun farklı kesimleri bu sorun etrafında birleştirilebildi. Bu değerli bir kazanımdı. Birlikte ortak hat ekseninde yürütülen mücadelenin kazandırdığı, bunun halklarımızın ortak çıkarlarıyla bütünleştirildiğinde pozitif sonuçlar yaratabileceği de defalarca deneyimlendi.

Bu mücadelenin yarattığı sonuçlar üzerine devlet gözaltında kaybetme politikasından geri adım atmak zorunda kaldı. Önemli kazanımlardan biri de budur.

Bugünkü koşullar içinde işçilerin, yoksulların, farklı kimlikten ve inançtan halkların, gençliğin, kadınların, doğasını korumak isteyenlerin bulunduğu zeminden hareketle yürüttükleri mücadeleler var. Türlü gerekçelerle faşizmin gadrine uğrayan milyonlarca insan var. Her biri kendi haklarını, taleplerini şu veya bu düzeyde yükseltiyor. Ne var ki, bu mücadeleler ve yükseltilen talepler birçok durumda rejimin duvarına çarpıyor, hareket ilerleyemiyor. İşte 1995 yılındaki kayıplar kampanyası deneyimi tam da bu durumu değiştirmek için pratik bir örnek teşkil ediyor. Farklı kanallardan akan mücadele bölüklerinin birleşmesi, aynı zamanda ileri sürülen taleplerin toplumsallaştırılmasıyla mümkün olabilir. Kayıplar kampanyası bir kez daha göstermiştir ki, bir talep birden fazla toplumsal kesimin talebi haline gelir ve toplumsal zemini güçlenirse mücadeleyi büyütmek ve sonuç almak da o kadar kolaylaşır.