4 Aralık 2024 Çarşamba

Ivana Benario yazdı | 17 Kasım'da doğmak

17N, en uzun süreli Avrupalı kent gerilla örgütüydü; pratiğiyle tarihin akışını etkileyecek, ateşin kıvılcımlarını koruyacak, ezberleri toza dönüştürecek ve kabus gibi ataleti ortadan kaldıracak bir kent müfreze döngüsünün son ifadesiydi.

Tarihi Politeknik ayaklanması askeri cuntaya karşı direniş destanı yazmakla kalmadı, aynı zamanda devrimci mücadelenin yeni bir sayfasını açarak Yunanistan halkının mücadele geleneğine yeni ufuklar ve mücadele biçimleri kazandırdı. Politeknik ayaklanmasının ardından ve onun dolaysız bir sonucu olarak, 17 Kasım Devrimci Örgütü (17N) bir devrimci yol arayışı olarak doğdu. 17N, zamanın ruhuna uygun yanıtlar aradı ve Metapolitefsi sürecinde düzeni istikrara kavuşturan salt bir rejim değişikliğiyle yetinmeyip halk direnişinin sürekliliği ve küresel özgürlük mücadelelerinin bir parçası olarak konumlandı.

Bu tarihi aşamada 17N, ezenlerin şiddetine karşı yanıtın gerekli ve kaçınılmaz olduğunu göstermek isteyen Almanya'daki RAF, İtalya'daki Kızıl Tugaylar ve Fransa'daki Action Direct gibi kent gerilla örgütleri kuşağının bir parçasıydı.

17N, en uzun süreli Avrupalı kent gerilla örgütüydü; pratiğiyle tarihin akışını etkileyecek, ateşin kıvılcımlarını koruyacak, ezberleri toza dönüştürecek ve kabus gibi ataleti ortadan kaldıracak bir kent müfreze döngüsünün son ifadesiydi.

Örgütün 27 yıllık faaliyeti boyunca Yunan polisi hiçbir üyesini tespit edemedi. Ancak 2002 yılında, eylem sırasında erken patlayan bir bomba nedeniyle Savvas Xiros ağır yaralandı. Üzerinde silahlar ve bir dairenin anahtarları bulundu. Örgüt üyesi olduğu tespit edilmesinin ardından geniş çaplı tutuklamalar yaşandı. Tutuklananların bazılarının itirafları ve ihanetleri nedeniyle Dimitris Koufontinas, kısa bir süre sonra örgütünün tarihini ve devrimci amaçlarını savunmak için bilinçli olarak yeraltından çıktı. Örgütün diğer üyelerinin sessizliğini veya itiraflarını, "17 Kasım çemberi kapandı, itiraflarla aşağılanan ve destek eksikliğinden darbe alan örgütün onurunu ve devrimci değerlerini savunuyorum" diyerek haysiyetsizlik olarak eleştirdi.

Koufontinas, 2014 yılında Livanis Yayınevi'nde yayınlanan "17 Kasım'da doğdum" isimli anılarında, 17 Kasım 1973 ayaklanmasında siyasi bilincinin uyanışını, 1985 yılında 17 Kasım Devrimci Örgütü'nün bir üyesi olarak yeraltına yaptığı yolculuğu ve mahkemeye çıkışına kadar kendi hayatını ve 17N'nin hikayesini anlatıyor. Koufontinas, anıları ve değerlendirmeleriyle yeraltında çalışmaya dair eşsiz deneyler paylaşıyor, ancak kitap bir kahramanlık destanı olma amacından uzak: "Bence bu kitabın sayfalarını doldurmaya değecek tek şey sadece zaferlerimizden, çok güçlü bir düşmana karşı kazandığımız küçük ve büyük zaferlerden bahsetmek değil. Asıl yazmaya değer olan, sorumluluğu sadece bizde olan yenilgilerimizdir. Ancak düşmanın üstünlüğü nedeniyle yaşadığımız yenilgiler değil, kendi çelişkilerimiz, kendi zayıflıklarımız nedeniyle yaşamak zorunda kaldığımız yenilgiler. Tarihimize eleştirel bir bakış için yazıyorum. Özeleştiri yapmamız için."

Eleştirel değerlendirmeleriyle Koufontinas bize 17N hakkında güçlü bir fikir sunarken, kent gerilla pratiğinin gerekliliğini her daim savunuyor:
"Kent gerillası silahlı mücadelenin bir biçimidir ve silahlı mücadele devrimin belirleyici yönüdür. Ancak tüm devrimler harekete geçirilmiş bir toplumun eseridir, aynı anda hem şiddet içeren hem de içermeyen, barışçıl ve militan, yasal ve yasadışıdır. Ve eğer stratejik olarak konuşursak, devrim halkın çok biçimli hareketiyse, devrimci sürecin taktikleri de çok biçimli olmalıdır.
"Tüm mücadele biçimleri eşit derecede önemlidir: Yasal ve yasadışı, şiddet içeren ve barışçıl, kitlesel ve silahlı. Birbirlerini tamamlarlar, birbirleriyle çelişmezler. Grev gibi yasal bir mücadele biçimi, kapitalist ilişkinin özüne saldırdığı ve grev kırıcılara, baskı kuvvetlerine ve işverenin mülküne karşı şiddetle yöneltilebildiği için aynı zamanda yasadışı ve şiddetlidir. Tüm mücadele biçimleri meşrudur."

Koufontinas ve yol arkadaşları bu anlayıştan hareketle kendi topraklarına özgü ve halk mücadelelerinin tamamlayıcı bir unsuru olarak kent gerilla mücadelesini başlattı. Politeknik ayaklanmasının ardından oluşturulan işbirlikçi rejim karşısında 17N kendini çok çeşitli illegal eylemlere başvuran devrimci sol akımı içerisinde halk direnişinin devamcısı olarak görüyordu. Bu akım içerisinde önderlik iddiasında olan bir merkez olarak değil. 17N'nin hedefinde iktidar sembolleri vardı: Burjuva rejimin temsilcileri ve kurumları, emperyalist hegemonya, kapitalist sömürü ve devlet baskısı. Devletin üstün gücüne direnen insanların var olduğunu ve her zaman var olacağını gösterdi. Halk adaletini yerine getirme ve kitle mücadelelerine itilim kazandırma amacıyla yapılan 17N'nin eylemleri, ABD emperyalizmine, Yunan burjuvazisinin temsilcilerine, devletin güvenlik güçlerine, burjuva hukuka, işçi katillerine yöneliyordu. Örneğin iş cinayetlerine karşı "acı çeken, işkence gören, dövülen, öldürülen nakliye şirketi işçileri" adına armatörleri hedef aldı.

17N'nin, ilk eylemi onun görkemli temelini attı ve dünyanın ezilen halklarına anlamlı bir mesaj oldu. 23 Aralık 1975'te, Kıbrıs da dahil olmak üzere Latin Amerika'dan Avrupa'ya kadar karşıdevrimci faaliyetlerin başı olan CIA baş ajanı Richard Welch cezalandırıldı. Latin Amerika'da bıraktığı kanlı izler arasında binlerce kişinin kaybettirilmesi ve on binlercesinin işkence görmesi yer alıyordu. Koufontinas, yoğun hazırlığın ardından gerçekleşen bu ilk eylemin heyecanını ve duygusunu kitabında şöyle anlatıyor: "Yıllar sonra eylemi gerçekleştiren yoldaş tetiği çekecek gücü bulmak için Yunanistan'da, Kıbrıs'ta, Latin Amerika'da CIA'nin sayısız kurbanını düşündüğünü anlattı... Üç kurşunla kanlı bir kariyeri sona erdirdi. Elindeki makineli tüfekle siper alan yoldaş, aylardır hazırlandıkları eylemin gerçekten gerçekleştiğine inanamıyordu... Sevinç ve rahatlamayla dolup taşmıştı. Sokağın ortasında durdu. Kalın, yün eldivenli elini kaldırdı ve hafif makineli tüfeği havaya kaldırdı. Tezahürat yaptı. Ve bu tezahürat dünyanın dört bir yanındaki yüzlerce yerde yankı buldu."

17N eylemlerini, silah tedarikinin olağanüstü ve yaratıcı biçimleriyle mümkün kıldı. Örneğin 1989'da 17N üyeleri Sykouri'deki askeri kamplardan roket ve mühimmat ele geçirip eylemlerinde kullandılar, tıpkı bir savaş müzesinden el koydukları bazukaları gibi.

Kıbrıs işgalini de gündemine alan 17N, Türkiye'deki mücadelelerle güçlü bağını faşist Türk devletin temsilcilerine yönelik eylemleriyle ifade etti:
"17N, 1975'teki ilk eyleminden bu yana Kıbrıs trajedisinin başlıca faili olan ABD emperyalizmine karşı mücadele etmektedir. 23 Mart 1988'de 17N, 'Kıbrıs topraklarını zorla işgal eden' [...] faşist Türk rejiminin temsilcilerine, 'Kıbrıs halkının geleceğine özgürce ve etki altında kalmadan karar verebilmesi için' ilk saldırıyı gerçekleştirdi. O gün Türk faşist rejiminin diplomatlarının araçlarını havaya uçurduk. Aylar önce diplomatların evlerinin haritasını çıkardığımızda basit yöntemlerle onların izini zaten sürmüştük. Örneğin, MİT araçlarının güvenlik kontrolleri sırasında diplomatların yaşadığı her evin önünde durduğunu gözlemlemiştik.
"Bu eylemden sonra tam olarak olanları zaten bekliyorduk: Marksizmi terk ettiğimiz ve milliyetçiliğe kaydığımız suçlaması. Bu nedenle bildiride marksizmin halkların ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından söz ettiğini hatırlattık. Ayrıca klasiklerimizin emperyalist saldırılara ve ilhaklara karşı özsavunma hakkı konusunda söylediklerini de hatırlattık. Eylemimizin kardeş Türkiye halkına yönelik olmadığını vurguladık. Barbar Türk kapitalizmine karşı savaşan bu kahraman halka militan selamlar gönderdik."

Tarihsel olarak burjuva devletler tarafından körüklenen Türk ve Yunan halkları arasındaki düşmanlığa karşı duran 17N, "Kıbrıs halkına, Kürt halkına ve Türk halkına karşı işlenen suçlardan sorumlu olan Türk siyasi-askeri kompleksinin" temsilcilerine yönelik eylemler yaptığını vurguladı. 

"17N, bölge halklarına karşı suçlar örgütleyen ve hala örgütlemekte olan faşist ve yayılmacı Türk devletinin liderlerine, iktidar merkezine saldırdı. Bizi 'milliyetçi' olarak yaftalamak isteyenlere şunu söylemek gerekir. 17N herhangi bir Türk'e karşı tek bir saldırı gerçekleştirmedi, aksine kurbanları arasında Türk halkının da bulunduğu saldırgan Türk kapitalizmini hedef aldı.
"20 Mart 1994 tarihinde MİT ajanları Theofilos Georgiades'i Kıbrıs'taki evinin önünde öldürdü. Georgiades, Kürt direnişçilere verdiği siyasi ve maddi destekle tanınıyordu. 4 Temmuz 1994'te, önemli bir Türk istihbarat görevlisi olan Ömer Haluk Sipahioğlu'nu Atina'nın Palaio Faliro semtindeki sahil yolunda tasfiye ettik. Sipahioğlu, Theofilos Georgiadis'in katledilmesinin sorumlusuydu, Yunanlılara ve Kürtlere yönelik devam eden soykırımın suç ortağıydı."

Türkiye halklarına ve mücadelelerine bağlılığı Koufontinas 2013'de kitabının sayfalarını hazırladığı sırada Gezi direnişine gönderdiği selamla bir kez daha dile getirdi.

"Son yıllarda binlercesi ölmüş, binlercesi idam edilmişti ama yine de mücadele devam edecekti. Geçtiğimiz yüzyılda, yüzlerce Türk ve Kürt devrimci kadın ve erkeğin yaşamını yitirdiği faşist Türk hapishanelerindeki açlık grevleri gibi acı ama bir o kadar da görkemli mücadeleler yaşandı. Bugün, 2013'de, bu satırları yazarken bile, yüreklerimiz Türkiyeli devrimcilerle birlikte ve zindanlarımız bir göstericinin muhteşem sözleriyle aydınlanıyor: 'Bugün Türkiye'de olan şey bir insanlık ayaklanmasıdır.' Türk kapitalist siyasi-askeri kompleksinin görevlilerine karşı eylemlerimiz dayanışma eylemleriydi." Abdullah Öcalan'ın kaçırılıp tutuklanmasının ardından 17N Öcalan'a, PKK savaşçılarına ve Kürt halkına bir dayanışma mektubu yazarak üzüntülerini dile getirmiş ve komployu kınamıştı.

17N'nin tarihi siyasi eylemler ve yeraltı yaşamının ustaca dersleriyle doludur. Birçok yönüyle savunulmayı, değerlendirilmeyi ve mücadele uğruna ders çıkartılmayı hak eden bu tarihi Koufontinas yazarak gelecek nesillere bıraktı. Kimi eski yoldaşının itirafları ve ihanetlerini "bir insanın kendi kendini yok etmenin" örneği olarak tanımlayan Koufontinas, yaptığı savunmasıyla devrimci inancı, haysiyeti ve ahlakı koruyan bir tutum sergiledi. Ancak ihanetin nedenlerini kişilerin karakter zayıflığı ve bilinç eksikliğinin yanı sıra 17N'nin yapısal hatalarıyla da açıklıyor. Kendisini silahlı mücadeleye adayan örgüt tek taraflı bir gelişmeyle teorik devrimci eğitimi ve gelişimi ihmal etti. Örgütsel varoluşu da illegalitenin zorunluluklarıyla tek yanlı şekillenirken, kitle hareketinden kopukluk da bu durumu derinleştirdi. Ancak daha geniş bir tarihsel ve küresel açıklayıcı bağlam da var. 17N, belirli somut tarihi bir dönemin ürünüydü ve o dönem artık sona ermişti. Değişen siyasi konjonktürle birlikte 17N bir tıkanma noktasına ulaşmıştı. Tam da bu tıkanma noktasında devletin 17N'ye dönük tutuklama dalgası başlamıştı.

Dimitris Koufontinas zaferler ve yenilgileriyle bu tarihi anlatırken asla devrimci eylemin meşruluğunu ve silahlı mücadelenin gereğini savunmayı ihmal etmedi. Tutuklama dalgasının ardından burjuvazinin başlattığı ve Yunanistan emekçi solunun bir bölümünü de etkilediği psikolojik zafer ve yenilmezlik saldırılarını teşhir etti.

"17N'nin kriminalize edilmesi, tüm militan toplumsal direnişi kriminalize etmeyi amaçlıyordu. Halk direnişinin taşıyıcısı olan 17N'nin değersizleştirilmesiyle, halk direnişinin kendisi de, günümüzdeki en basit direniş eylemlerinden, diktatörlük karşıtı militan mücadele geleneğine, DSE'nin ve hatta ELAS'ın silahlı mücadelesine kadar değersizleştirilecekti."

Koufontinas, savunmasıyla devrimin başarısının silahlı mücadelenin başarısıyla ilgili olduğu stratejik gerçeğinin altını çizdi. Dünya çapında ezilenlerin silahlı direnişinin birkaç kutba daraldığı, yoğun askeri, siyasi ve ideolojik bir tasfiye kuşatması altında olduğu günümüzde, Filistin halkına yönelik soykırım saldırıları karşısında ezilenlerin meşru silahlı eylemini savunmanın ne kadar elzem olduğunu bir kez daha görüyoruz.

Son sözü bu gerçekle hareket eden Koufontinas'a bırakıyoruz:
"Şimdi hepimiz ve her birimiz tarihin yüksek yargısı önünde duruyoruz. Gelecek savaşçı nesillere hesap vermeliyiz, kendimizi tarihin tekerleğini hareket ettiren ve sırası geldiğinde kendilerini tarihle ölçen geçmiş savaşçılarla ölçmeliyiz. Hayallerimizle, sakallı partizanlarla konuşmalıyız. Gerçeklerden başka ne söyleyebiliriz ki?
"Bizim kuşağımız, verili koşullar altında doğru olduğunu düşündüğü cevabı verdi. Elinden geldiğince devrimci geleneğin sürekliliğini korudu, kolektif hafızanın sürekliliğini korudu ve onu ileriye taşıdı. Bugün de bunu, toplumsal kurtuluşun yeni yollarını arayan yeni güçlere devrettiğimizi düşünüyorum. Arayışlarında, doğru ve yanlış yaptığımız her şey onlar için faydalı olacak, geçmiş nesillerin mücadelelerinin tüm sonuçlarına ihtiyaç duyacaklar. Çünkü, tekrar ediyorum, biz tarihin doğru tarafındaydık, güçlülerin adaletsizliğine karşı hakkın tarafındaydık."

Ocak 2014'de, örgütün eski bir üyesi olan Christodoulos Xiros cezaevinden kaçtı. Eylemlerini internette yayınladığı bir video ile duyurdu. Ocak 2015'de tekrar tutuklandı. Yunan polisi Xiros'un Ateş Hücreleri ile ilişkisi olduğunu açıkladı. Ateş Hücreleri eylemlerini Dimitris Koufontinas'a ithaf ederek şu açıklamayı yapmıştı: "Dimitris Koufontinas asla pes etmeyen ve asla anlaşma yapmayan az sayıdaki hakiki devrimcilerden biridir."

Kasım 2017'de Dimitris Koufontinas 11 müebbet ve 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Syriza hükümeti döneminde, 16 yıl hapis yattıktan sonra 2018 yılında maksimum güvenlikli bir cezaevinden kırsal bir cezaevine nakledildi. Bu uygulamayı, Başbakan Miçotakis 2019 yılında iptal etti. Miçotakis'in kayınbiraderi Pavlos Bakogiannis, 17N tarafından cezalandırılmıştı. Koufontinas nakil işlemine karşı başlattığı açlık grevini büyük dayanışma eylemlerinin ardından sonlandırdı.