4 Aralık 2024 Çarşamba

Kızıldere'den Anıtkabir'e uzanan bir yol yoktur

ÖDP ya da TKP'nin yaptığı gibi faşizm karşısında kapağı burjuva muhalefetine atanların, ya da öz gücüne güvenmek yerine Cumhuriyet bayrağı sallayanların, bu devrimci gelenekle ortak noktası yoktur. Gerçekler son kertede yalın ve karartılamayacak kadar gerçektir. Kemalizme dair tüm hatalı görüş ve düşüncelerine rağmen Denizler ve Mahirler aynı devleti yıkmak için savaşmışlardır. Onların devrimci mirası budur.

Bu satırlarda ifade edilen görüşler, zor sayılmayacak bir sorumluluğu üzerine almış bulunuyor. Eğer yazılanlar amacına ulaşmayı başarırsa, devrimci geleneğimizin ve inatla devrimcilikte ısrar edenlerin bildiği doğruları bir kez daha vurgulamış olacak. Ne bilinmeyeni söyleyecek, ne de yeniyi keşfedecek. Sadece ve sadece hatırlatacak. Sözde ideolojik polemiklerle devrimciliği bulandıranlara, kurnazca olduğu düşünülen teorik-politik tahrifatlara, özgücüne değil başkaca güçlere bel bağlayan oportünist görüşlere karşı devrimci olanı haykıracak. İşimiz kolay. "Biz biliriz" ukalalıklarının tozu dumanı içerisinde kitaplar dolusu alıntı yapanlara karşı devrimciliği ve devrimci önderleri savunacağız.

Ancak kabul edelim. Eleştiriye muhatap olanlar, her konuda başaramasa da kimi konularda çok "mahirler". Karşımızda devrimci eleştiriye karşı bağışıklık kazanmış, kendilerini uyaran herkesi "Marksizmi ve devrimci ustaları anlamamakla" suçlayan ve benzeri çokça örneği olan tipik bir reformcu politik özne var. Öyle ki siz ne söylerseniz söyleyin, kitabın sayfalarını karıştırıyor, eğip bükerek ihtiyacı olanı almayı başarıyor. Tıpkı "Kuran'da Namaza Yaklaşmayınız" yazıyor diyen ve başındaki "alkollüyken" kısmını da "unutuveren" meşhur Bektaşi fıkrasındaki gibi. Ama fıkrada komik olan, konu devrimcilik olunca trajik oluyor.

Yine de belirtmek gerekir. Tüm eseri ve hayatı boyunca devrimciliğin yollarını arayan, devrimci olanla olmayanı ayırmak için kesin referanslar oluşturan Mahir Çayan'ı rehber edindiğini söylemek ve bu işlemin ardından devrimci ol(a)mamak özel bir başarı gerektirir.

Bu başarı, eleştirinin muhatabı olan Özgürlük ve Dayanışma Partisi'ne aittir. Ancak bu durum kimseye devrimcilik anlamında bir övgü kazandırmıyor. Lakin hak yememek adına söylemek gerek. Bu "başarıda" ÖDP yalnız değil. Uzunca bir süredir solun azımsanmayacak kesimleri, yıllar sonra Kemalizmin ilericiliğini keşfediyor, her türden gericiliğe karşı Mustafa Kemal'in devrimciliğine övgüler diziyor. 30 Mart, 6 Mayıs ve 18 Mayıs gibi önemli tarihlere 10 Kasım'ı da ekleyen bu çevreler, devrim andı içer gibi düşman devletin kurucu önderine "sosyalist cumhuriyet" sözü veriyorlar. Yetmiyor, Lenin, Stalin ve 71 devrimci önderleri de bu tahrifat çalışmasına tanık olarak sunulmak isteniyor.

Başta da belirtildiği gibi, eleştiriye muhatap olanlar, kendileri için söylenenleri can sıkıcı teferruatlar olarak görüyor. Ancak tartışma bitmiyor. Öyle ki "10 Kasım Atatürkü Anma" çalışmaları ile yeniden kendisine yer açmış ve uğultuları da sürmektedir. Bu fırsatı değerlendirmemek olmazdı. Ama eleştirmek ve polemik yapmak için değil, devrimci önderlerin reformcu görüşlere payanda edilemeyeceğini göstermek ve 71 devrimciliğinin devrimci yolunu hatırlatmak için.

DEVRİMDEN UZAK, DEVLETE YAKIN
Baştan söylemek gerekir ki, Kemalizmin "biricik eseri ilerici Cumhuriyet'i" sahiplenenler, bu tercihlerini bilinçli olarak gerçekleştiriyor ve isteyerek isimlerini devlet cephesinin arkasına yazdırıyorlar. Ne yazı ki yaşanan bir devrimci kavrayış sorunu olmanın uzağındadır. Eğer öyle olsaydı bu sorun giderilir, devrimci ustaların yazılarından-görüşlerinden derlemelerle polemikler yürütülür, karşılıklı tartışmalarla ve devrimci eleştiri yoluyla "sosyalist cumhuriyetçilerin" bu yanlışlıktan dönülmesi sağlanırdı. Eğer niyet gerçekten devrimci olsaydı, bu kesimlere Deniz'i ve Mahir'i yanlış anladıklarını söyler, -İbrahim Kaypakkaya'nın adını zaten ağızlarına bile almıyorlar(!)- onların devrimci çizgi ve eylemlerinin kemalist devlete karşı savaşmak olduğunu tekrar pahasına vurgulardık.

Ama öyle olmuyor. Sosyalizm iddialı böylesi örgüt ve partiler kendilerini "komünizmin temsilcisi" ya da kimi devrimci geleneklerin devamcısı olarak görürken resmi açıklamalarında "cumhuriyetin yeni sosyete yarattığından" gururlanıyor, yeni vatan ve devletin dünyada saygı uyandırmasıyla övünüyorlar.

Şunu kabul etmek gerekir. Bu görüş sahiplerinin "gelenekleri" dahil hiçbir dönem devletle arasına mesafe koymayı başaramamıştır. Özellikle Mustafa Suphi dönemini paranteze alırsak, bu kategoride yer alan TKP'nin tarihi kaba bir söylemle devlete soldan destek ya da soldan muhalefet etmek biçiminde olmuştur. Bu yapının ideolojik-teorik ve politik var oluşu her daim Kemalizmle temas halindedir. Ancak o zamanlarda dahi Mustafa Kemal'e devrim sözü verilmiyor, kemalist iktidarın burjuva iktidarın bir biçimi olduğu söyleniyor hatta "gericilik yenilgiye uğradıktan sonra" kemalistlerle kozumuzu ayrıca paylaşacağız denilerek iddialı söylemlere yer veriliyordu.

ÖDP'nin sahiplendiğini söylediği gelenek içinse durum elbette ki daha farklıdır. Belki bu gelenek içerisinde ideolojik olarak Kemalizme karşı net bir tavır alış söz konusu değildir ama hiç bir dönem bu düzeyde bir övgü de yöneltilmemiştir. CHP ile pratik sahada politik dirsek teması her daim olmuştur ancak Mustafa Kemal resimleri taşımak, CHP afişleri yapmak yeni bir durumdur. Faşistlerle mücadelede onlarca şehit veren bir geleneğin temsilcisi olduğunu söyleyip, eli kanlı faşistleri "oy hesabıyla" ziyaret etmek ancak ÖDP'ye özgüdür.

Bu tarihselliği anlamanın önemi şuradadır. Kemalizmin kanatları altına sığınmak ve Mustafa Kemal'in saflarında kendine yer açmak bilinçli ve iradi bir eylemin sonucudur. Saray faşizminin baskı ve şiddet politikaları bu kesimleri burjuva muhalefetinin yanına itmiştir. Elbette ki bu kesimlerin politik var oluş tarzıyla devrimcilik ve öncülük gibi iddiaları zaten yoktu. Ancak 29 Ekim'de bayrak sallayıp, 10 Kasım'da gözyaşı dökmek sözsel iddialarının da yitirilmesi demektir.

Çünkü öyle ya da böyle bu tercih, devletlinin bir tarafına yaslanmaktır ve bu tarafta kendileri için güvenilir, sığ limanlar mevcuttur. Bu limanlarda politika yapmak da, muhalif olmak da serbesttir. Zaten AKP/Saray faşizmine karşı başka türlü koymanın yolu yoktur. Doğru ya Saray faşizmiyle başka nasıl dövüşmek mümkündür. Türkiye ve Kürdistanlı devrimciler şiddetten başka bir şey bilmeyen marjinal gruplardır. Onlar bombaların diliyle konuşmaktadır ve bu bahiste ÖDP ya da TKP'ye ancak kınamak düşer. Birleşik demokratik cephe ise, iktidarla her an işbirliği yapmaya müsaittir. Binlerce tutsak, kayyum saldırıları, yasaklamalar ve baskılar aldatıcı olmamalıdır. Üstelik kendileri "Erdoğan'a hakaret ettiği için ulusal onurlarını aşağılayan" ABD emperyalizmine kesin tavır almışlardır. Bu konuda elde silah emperyalizmle ve onun işbirlikçileriyle savaşan Türkiye ve Kürdistanlı devrimcilere güvenmelerine imkan yoktur.

Öyleyse görev CHP'yi "içeriden" dönüştürmektir. Çocuklarının zarar görmemesi için öğüt veren büyüklerin sözünü tutmuşa benziyor bu kesimler. Öyle ya "Gelin CHP'yi içeriden değiştirin, kendinizi boş yere ezdirmeyin" deniyordu. Anlaşılan o ki bu tercih şimdi çok akıllıca görünüyor. Ah bir de birkaç vekillik ya da belediye başkanlığı kazanılsaydı. İşte o zaman değişimi herkes görecekti.

Tüm bu eleştirilere yanıt olarak olarak Mahir Çayan'ın ya da Deniz Gezmiş'in gösterilmesi ise tam bir çaresizlik halidir. Ne diyordu Mahir Çayan yıllar önce "Ve Marksist-Leninist devrim teorisinin özünün kaybolduğu bu ortamda, oportünizmin çeşitli biçimlerinin orjinal 'devrim' teorileri, Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao Zedong, Ho Chi Minh... adına; onların yazılarına atıflar yapılarak tezgahlanmaktadır". Şimdi yapılmakta olan budur. Peki ya 71 devrimcilerinin ayrım çizgileri? Politik askeri mücadele, devrimci savaşım, kendi özgücüne güvenme, adanmış ve fedai devrimcilik... Anlaşılan kitabın o sayfaları çoktan unutulmuşa benziyor.

DEVRİMCİLERİN YOLU: DEVRİMCİ SAVAŞ, ADANMIŞ DEVRİMCİLİK
71 devrimcilerinin ayrım çizgisi ve kurucu niteliği kopuş eylemini üstlenmiş olmalarıdır. Onlar solun üzerine çöken 50 yıllık reformist kuşatmayı parçalamış, devrim için devrimci savaşım yürütmüş, iktidar bilincinin ilk nüvelerini yaratmışlardır. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya'da simgeleşen devrimci atılım, devrimci adanmışlığıyla ve politik askeri karakteriyle yeni bir devrimcilik tarzının inşacısıdır. 'Eski tüfeklerin', kemalistlerden, burjuva muhalefetten ya da ordudan beklentiye kapıldığı yerde bu devrimci önderler halkların kurtuluşu uğruna kır ve kent gerillacılığının ilk örneklerini can ve kan pahasına sergilemişlerdir.

İbrahim Kaypakkaya'yı bir kenara alırsak Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş'te karşılığını bulan devrimci hareketlerin ideolojik olarak Kemalizmden bir ölçüde etkilendikleri, ona ilericilik atfettikleri doğrudur. Ama 71 devrimci atılımının önderlerini, devrimci tarihimize kazandıran bu görüşleri değildir. Öyle olsaydı bu önderlerin dönemdaşı olan sayısız kişiden herhangi bir farkı olmazdı. Çünkü onların Kemalizme dair düşünceleri dönemin solda egemen düşünceleridir. 71 atılımına karakterini verense Kemalizme ilericilik atıfları yapan politik-teorik görüşler değil, kemalist devlete karşı girişilen silahlı isyandır, öncü devrimcilik ve devrimci savaştır.

Bu genç devimci önderlerin Kemalizmle kurdukları düşünsel ilişki elbette eleştirilebilir. Ancak yine de onların ilişki tarzı kemalistlere yedeklenmek değil kemalistleri kendisine yedeklemek üzerine kuruludur. "Kemalizme açık çek verilerek abartılmakta" diyen Mahir Çayan, devrimci önderliğe dair görüşlerini şöyle sürdür: "Bizim partimiz milli cephe partisi değildir, partimizin eylem kılavuzu Kemalizm değil, bilimsel sosyalizmdir." Bunun 71 devrimci önderlerince anlamı niceliksel güçsüzlüklerini ve karşılarındaki faşist darbeyi umursamadan savaşa girmektir. ÖDP ya da TKP'nin yaptığı gibi faşizm karşısında kapağı burjuva muhalefetine atanların, ya da öz gücüne güvenmek yerine Cumhuriyet bayrağı sallayanların, bu devrimci gelenekle ortak noktası yoktur.

Gerçekler son kertede yalın ve karartılamayacak kadar gerçektir. Kemalizme dair tüm hatalı görüş ve düşüncelerine rağmen Denizler ve Mahirler aynı devleti yıkmak için savaşmışlardır. Onların devrimci mirası budur. Kemalizme ve burjuva muhalefete kürek çekenlere gelince, onlar Lenin'in dediği gibi "bataklığa gitmekte özgürler ve dahası bizler onlar için uygun yerin bataklık olduğunu düşünüyoruz." Yeter ki devrimci önderlerin bayrağını bıraksınlar...