6 Haziran 2025 Cuma

Yüksekdağ: Kalıcı çözüm toplumun kararlı mücadele iradesiyle mümkündür

HDP eski Eş Genel Başkanı Yüksekdağ, "Demokratik siyaset, emekçi sol ve sosyalist alan, kitle örgütleri, sendikalar ihtiyaç duyulan etkiyi yaratacak merkezlerdir. Buradaki merkez vurgusunu elbette ki merkezilik, dar temsiliyet sınırları içerisinden tarif etmiyorum. Halk örgütlenmelerinin her düzeyde yaratılıp yetkinleştirilmesiyle başarıya ulaşılabilinir. Çözüm ve müzakere süreçlerini egemenlerin insafına, tasarrufuna bırakma lüksü dün de yoktu, bugün de yok" dedi. 

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat tarihli açıklamasın ardından 12. Kongresini toplayan PKK, silah bırakma ve fesih kararı aldı. Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, gerçek ve kalıcı bir çözümün ancak toplumun kararlı mücadele iradesiyle mümkün olacağını belirtti. 

'SÜRECİ DEVRİMCİ DİYALEKTİK BİR BAKIŞ AÇISIYLA ANLAMAYA YÖNELMELİYİZ'
Kocaeli'deki Kandıra Hapishanesinde tutsak olan Yüksekdağ, Jinnews'in sorularını yanıtladı. PKK'nin silah bırakma ve fesih kararını değerlendiren Yüksekdağ, kongrenin beklenen politik bir gelişme olduğunu dile getirdi. Mayıs ayında gerçekleşen kongrenin kapsamlı anlaşılması ve hissettirdiklerinin ya da yaratacağı etkilerin hemen bugün gerçekleşebilecek bir sonuç olmadığını belirten Yüksekdağ, "Hayatı da, politikayı da, mücadeleyi de hareket halinde algılıyorsak yarım asırlık bir tarihin ara sonuçlarını üç-beş aylık bakışla anlayamayacağımız ortada. Bu süreci de devrimci diyalektik bir bakış açısıyla hareket ve akış halinde anlamaya yönelmeliyiz. Yani daha konuşulacak, söylenecek, analiz edilecek daha çok şey var" dedi. 

'ASIL ZORLU GÖREV ŞİMDİ DEVREYE GİRİYOR'
Kongre kararlarıyla açılan politik alanın en iyi şekilde değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çeken Yüksekdağ, şovenizmi defetmek için bu alanın değerlendirilmesi gerektiğini de ekledi. Yüksekdağ, "Şiddetli sınıf çelişkilerinin, para babaları-savaş baronları hegemonyasının, kadının erkek, doğanın sermaye karşısındaki yıkımının üstünü örten 'büyük canavarla' nasıl yüzleşeceğiz? Başta Kürt halkı olmak üzere ezilen bütün ulus ve inançların anayasal hak eşitliğini, öz yaşamını yönetme iradesini nasıl güvenceye alacağız? Barışın ve halklar arasındaki demokratik işbirliğinin yolunu ne şekilde açacağız? Bütün bunlar demokratik siyasetin önünde cevaplanmak üzere duran sorulardır. Asıl zorlu görev şimdi devreye giriyor. Kurtuluşun doğrudan öznesi olan halkla, kadınla, gençlikle, emekçiyle, aleviyle, yoksulla, köylüyle birlikte harekete yön verme görevidir bu. Bu süreçte Kürt halkı ve özgürlük güçleri ve Türkiye emekçi sol hareketinin birleşik devrimci birikimi ve enerjisi tarihi bir rol oynayacaktır. Türkiye ve Kürdistan halklarının, kadınların kurtuluş hareketinin yaşadığı varoluşsal tıkanıklığı aşmak; darbelerle, zulümlerle, korku ve esaret politikalarıyla iğdiş edilen iradesini serbest bırakmak için bu rolü pratikleştirmek gerekir" ifadelerini kullandı. 

'SAVAŞ O KADAR ÇOK KÖPRÜYÜ YIKTI Kİ'
PKK'nin kararının Türkiye toplumu için nasıl bir anlam ifade ettiğini, toplumsal etkileri ve beklentileri üzerine konuşan Yüksekdağ, "Gelinen aşamada Kürt halkı ve Türkiye toplumu bakımından yaşanan tıkanıklığın aşılması noktasında kritik bir önem taşıyor. Demokratik gelişme ve toplumsal ilerleme bağlamında yaşanan bir tıkanıklıktır bu. Türkiye toplumu cumhuriyet tarihi boyunca kendisini radikal olarak üretemedi. Bu doğrudan idare ve yönetim tarzıyla, ideolojisiyle ilgili bir sorundu. Yakın tarih gerçeğinde bu derin bir siyasi krize dönüştü. Bu krizin ceremesini yönetilenler yani Türkiye halkları çekti. Bugün demokratik hakların kazanılması, bu krizin etkisinden çıkacak toplumun kendi gelişme yolunu açması bakımından bir dönüm noktası olabilir. Savaşla, şovenizmle, terör ve düşmanlaştırma söylemleriyle zehirlenen bilinç ve enerjiyi özgürleştirebilir. Demokratik hakların ve halklar arasındaki onurlu barışın kazanılması, parçalanmış toplumsal gerçekliği bütünleyecek bir güce dönüşebilir. Birlikte yaşama ve birlikte kazanma özgürleşme imkanını gösterebilmek elbette bizlere düşüyor. Savaş o kadar çok köprüyü yıktı ki onları yeniden kurmak elbette kolay olmayacaktır. Fakat söz konusu olan toplumsal değişimin, devrimin öznesi olan halksa, yeniden kurucu becerilerimizi geliştirmek elzemdir. Bu süreçte Kürt halkı ve özgürlük güçleri ve Türkiye emekçi sol hareketinin birleşik devrimci birikimi ve enerjisi tarihi bir rol oynayacaktır. Türkiye ve Kürdistan halklarının, kadınların kurtuluş hareketinin yaşadığı varoluşsal tıkanıklığı aşmak; darbelerle, zulümlerle, korku ve esaret politikalarıyla iğdiş edilen iradesini serbest bırakmak için bu rolü pratikleştirmek gerekir" dedi. 

'BİTTİ DİYENLERİN KARŞISINDA YENİDEN BAŞLAMANIN ÇAĞRISIDIR'
Kongreden sonraki sürece dair resmi açıklamalardaki son cümlelere dikkat çeken Yüksekdağ, şunları söyledi: "Deniz Gezmiş'in idam sehpasını tekmelemeden önce attığı son slogan olan 'Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği. Yaşasın tam bağımsız Türkiye'dir. Bu sözler içerdiği ruh, eylem kararlılığı ve halk devrimi bilinci bakımından, toplumsal mücadele tarihinin şifresi gibidir. Bitti diyenlerin karşısında yeniden başlangıcı temsil eder. Nitekim çok ağır imha, darbe, tasfiye koşulları altında yeniden başlamanın çağrısı olmuştur. Sonuç bildirgesindeki vurguyu sosyalist sol pencereden bakarak idam sehpalarında çetin koşullarda kurulan bağın bugün ve yarın yaşaması ve yaşatılması olarak görüyorum. Sürecin her siyasi, ideolojik tarafının tanımı, beklentisi var. Ama Kürt ve Türk halklarını kurtuluşa ulaştıracak köprü, '71 devrimci hareketinden bugüne kurulandır. Yarım kalmış, yara almış ama hala ayakta bir devrimci demokratik hakikati başarıya ulaştırmak bütün bölge halklarının yaşamsal beklentilerine cevap olacak asıl güçtür."

'TMK AYRIMCILIĞINA SON VERİLMELİ'
Barış ve demokratik dönüşüm sürecinin bugüne kadar tek taraflı ilerlediğinin altını çizen Yüksekdağ, "İktidar cephesinden atılmayan adımlar listesinin başında siyasi tutsaklar ve hapishaneler geliyor. Aradan geçen zaman bir dizi provokasyon ögesini ve halkın güven krizi-kopuşu yaşama riskini barındırmasına rağmen, iktidar sorumsuz tavrını sürdürüyor. Hasta ve yaşlı tutsaklar sorunun halkın en hassas noktalarından biri olduğunu biliyorlar ama geçen süreçte elle tutulur, güven arttırıcı bir pratik sergilenmedi. Bunun yanı sıra bir ülkede yaklaşık 5 yüz bin mahpus ve 10 bin siyasi tutsak varsa, hiçbir siyasi sorunu gerçek anlamda çözemezsiniz. Sadece sorunu hapsettiğinizi sanırsınız. Dilerim iktidar bu sanrıdan çıkar ve gerçek çözümler üretme iddiasının altını doldurur. Hapishaneler konusundaki en acil ve insani-yaşamsal başlıklar, hasta, yaşlı tutsaklar, umut hakkı, infaz sistemi ve TMK ayrımcılığına son verilmesi, idare infaz kurulları hukuksuzluğunun ortadan kaldırılmasıdır. Bugün bu sorun ve talepler etrafındaki sosyal duyarlılık ve dayanışmanın geliştirilmesi, sürecin akıbeti bakımından da belirleyici olacaktır" dedi.

'ÇÖZÜM VE MÜZAKERE SÜRECİ EGEMENLERİN İNSAFINA BIRAKILAMAZ'
Çözümün öznesinin halklar olduğunu, barış ve demokrasinin de halklar için olduğunu, defaatle ifade ettiklerini hatırlatan Yüksekdağ, şöyle devam etti: "Bu çözüm öznesinin kendisini dinamik biçimde ortaya koymasında ciddi boşluklar yetersizlikler olduğu da açık. Görev şüphesiz ki toplumda ve politikada öncü sorumluluk taşıyan kesimlere düşüyor. Gerek parlamentoda, gerek sivil siyaset ve örgütlenme alanlarında şoven, inkarcı bakış açısının etkileri hala belirgindir. Bu etkinin kırılması, ancak ondan daha güçlü bir barış ve demokratik toplum hareketi yaratmakla mümkün. Demokratik siyaset, emekçi sol ve sosyalist alan, kitle örgütleri, sendikalar ihtiyaç duyulan etkiyi yaratacak merkezlerdir. Buradaki merkez vurgusunu elbette ki merkezilik, dar temsiliyet sınırları içerisinden tarif etmiyorum. Halk örgütlenmelerinin her düzeyde yaratılıp yetkinleştirilmesiyle başarıya ulaşılabilinir. Çözüm ve müzakere süreçlerini egemenlerin insafına, tasarrufuna bırakma lüksü dün de yoktu, bugün de yok. Mücadele iradesini bileyerek diri ve dinamik bir toplumsal değişim enerjisi sergileyerek gerçek çözüme ulaşacağız. Barışı ve demokrasiyi bu ülkede ona en fazla ihtiyacı olanlar, talep edenler getirebilir. Bu talepler mücadelesine öncülük iddiası taşıyanlar ise geri durmadan sorumluluk almak durumundadır. Bütün içerisinde her kesimin tutabileceği bir halka, tamamlayacağı bir parça, varlığını önemli kılarak geliştireceği bir zemin vardır. Dolayısıyla sürecin özgünlüğünden, sıra dışılığından kaynaklanan zorluklar ya da çelişkilerden çok olanaklara, her şeyden önemlisi de milyonların beklentilerine, umutlarına odaklanmak gerekir."

'ÇÖZÜM SÜRECİNİ KARAKTERİZE EDECEK OLAN DA KADINDIR'
PKK'nin almış olduğu kararı kadın özgürlük mücadelesi cephesinden de değerlendiren Yüksekdağ, "Kadın özgürlük mücadelesi, barış ve demokratik toplumu geliştirme hareketinin dinamosu olabilecek bir nitelik taşıyor. Her şeyden önce bu niteliğin görünür ve örgütleyici yer tutmasına ihtiyaç var. Haliyle başta kadın örgütlerinin sürecin merkezinde durması gerekiyor. Uzun yılların mücadelesi, zorlu direnişler ve bilinç sıçramasıyla elde edilen kazanımların korunması ve yeni toplumsal yaşamın temel yapıtaşı haline getirilmesi böyle mümkün olabilir. Siyasi iktidarın kadın yaşamına, eve, aileye hapsetme amacıyla devlet kampanyası başlattığı bir zamanda bizler kadın yaşamın ve politikanın merkezine taşıyan özgürleştirici çizgide ısrar etmeliyiz. Sayın Öcalan'ın çağrısı ve PKK karar kongresi ile kapısı açılan yeni sürecin olanak ve perspektifleri bu ısrarın kaldıracına dönüştürülebilir. Uzun yıllara dayanan savaş ve çatışma ortamının en çok yıktığı hayatını ve geleceğini güvencesizleştirdiği kesim kadınlar olmuştur. Bu toplumun yarısı demektir. Bir cinnet ve canavarlık haline kadınların teker teker katledildiği bir sürek avına dönüşen şiddet dalgasının savaştan beslendiğini bilmek için fazla kanıta ihtiyacımız yok. Barış ve demokratik mücadele, toplumsal yeniden yapılanma iradesinin yükseltilmesi eril şiddet egemenliğinin zeminini zayıflatacaktır. Şovenist, erkek egemen siyaset ve hukuk düzeni aşılacaksa kadın mücadelesi bunda başat rol oynayacaktır. Bir yandan kadınların bilinç gelişimi bağımsız iradesinin güçlenmesi, alternatif bir yaşam arayışını belirginleştiriyor. Bireysel gibi görünen erkek hegemonyasına karşı direnişler gelişmekte olan toplumsallığın acıları, sancıları olarak dışa vuruyor. Kadınların kolektif hakikatinin merkezinde ise Rojava kadın devrimi, Jina Mahsa isyanı, sokakta ve özgürlükte ısrar eden kadınların direnişi duruyor. Bu genel birikim ve seviyeden oluşan güç, günümüzdeki toplumsal hareketlerin kadın karakterini öne çıkardı. Çözüm sürecini karakterize edecek olan da kadındır. Tarih boyunca ister önde ister geride olsun kadınların öne çıkan özellikleri toplumsal örgütleme, düzenleme yetenekleri olmuştur. Bugün bu toplumsal nesnel realiteyi sürükleyici bir kuvvet olarak harekete geçirme görevi kadınların önünde duruyor. "