Orman yangınları, emekoloji mücadelesi ve emekçi sol

Simbiyotik yaşam bağımızın olduğu ormanları korumak için yerel düzeyde harekete geçme, tüm canlı yaşamı kurtarma çabası içinde olma, yaşamını yitiren işçilerin aileleriyle dayanışma vb. katmanlı sosyal ve siyasal tavırların ne ekoloji örgütlerinden, ne sendikalardan, ne de emekçi sol hareket bölüklerinden gelişmemesi oldukça düşündürücüdür. Tüm emekçi sol hareket bu durumla yüzleşmeli ve özeleştirel politik pratikle durumu tersine çevirme yoluna koyulmalıdır. Aksi her pratik politik sinizm, halklarımıza yabancılaşma, apolitikleşmedir.
İklim krizinin dolaysız ve yalın sonuçlarından biri orman yangınları. Her yaz süreğenleşen orman yangınları gerçeği kapitalizmin bir felaketler sistemi olarak işlediğini çelik uçlu bir çiviyle adeta beynimize kazıyor. Son bir haftalık orman yangınları ağır ve sarsıcı bir tahribat tablosuyla karşımıza çıktı. Eskişehir, Bursa, İzmir ve Amed'in de aralarında bulunduğu çok sayıda kentte orman yangınlarına müdahale ve söndürme çalışmaları sırasında son bir ayda 16 işçi ve yangın söndürme gönüllüsü doğayı koruma mücadelesinde yaşamını yitirdi. Bir kez daha doğa ve işçi ölümleri ortaklaştı. Emekoloji mücadelesi bütün yalınlığıyla önümüze görev olarak dikildi.
Küresel kapitalist düzenin uyguladığı neoliberal vahşi sermaye birikim rejimi nedeniyle günümüzde deprem, yangın, kuraklık, aşırı sıcaklar, sel, pandemi gibi olgular toplumsal hayatın bir normali haline geliyor. Her biri birer felaket boyutuyla ve devasa yıkımlarıyla tezahür eden bu olgular, hiç tartışmasız sınıf mücadelesinin olağan ve kaçınılmaz mücadele konuları olarak realize oluyor. İklim krizinin dolaysız sonuçları olarak açığa çıkan bu olgular, artık arızi ve tali mücadele konuları değil, dosdoğru gündelik siyasal mücadelenin temel gündemleridir. Doğanın sermaye tarafından pervasız talanıyla ve emeğin vahşi sömürüsü, aynı kapitalist düzenin üretip acımasızca dayattığı sorunlardır.
İklim krizine bağlı olarak aşırı sıcaklık ve kuraklığın tüm dünyada belirli kuşak coğrafyaları daha fazla etkileyerek olağan hale geldiği aşikar. Akdeniz havzası, aşırı sıcakların etkisinin her yıl arttığı ve kalıcılaştığı bir kuşak coğrafyadır. Bu coğrafyada her yıl orman yangınlarıyla devasa doğa yıkımları oluyor. Milyarlarca endemik canlı türü yok oluyor. Aşırı sıcaklıklar yaşam ve çalışma koşullarını derinden etkiliyor, yaşamın eski biçimde sürdürülmesi giderek zorlaşıyor. İşçilerin aşırı sıcaklarda çalışması yaşamlarını riske ediyor. Aşırı sıcaklara bağlı ölümler artıyor. Bu gerçeklik nedeniyle kimi ülkelerde çalışma saatlerinde düzenlemeler yapıldığını ve uzaktan çalışma biçimlerine gidildiğini biliyoruz. Türkiye ve Kürdistan'daki sendikalar, gelişen bu ekolojik realite karşısında bilinçsiz ve eylemsiz kalamaz.
Bu yeni ekolojik realitenin beraber getirdiği tüm sorunlara karşı işçi sınıfı öncü bölükleri ve sendikalar, yaşam ve hak bilinciyle hareket etmek durumundadır. Maden kazaları, gemi söküm ve kimyasal atıkların doğaya atılması, orman yangınları vd. bir dizi konu, emekoloji mücadelesinin sahasını genişletiyor, işçi sınıfının ve sendikaların olağan mücadele gündemi haline getiriyor. İşçi sendikaları bu gerçeklikten kaçamaz.
Neoliberal sermaye birikim rejimi, varoluşunu doğayı ve tüm olarak toplumsal hayatı yıkarak, kapitalist vahşi sömürüyle yutarak gerçekleştiriyor. Kelimenin gerçek anlamıyla sermaye düzeni emek ve doğa katliamlarıyla kendini var ediyor ve büyütüyor. Faşist rejim bu sömürü, ölüm, zulüm ve felaketlerin yolunu devlet politikalarıyla döşüyor. Bugün Türkiye ve Kürdistan'daki kapitalist ücretli kölelik düzeninde işçiler, açlık sınırında ve adeta karın tokluğuna çalıştırılıyor. Durmadan büyüyen kronik kitlesel işsizlik orduları, çaresizce ucuz emek gücü talanının olduğu ölüm cangılına itiliyor. Sendikalarda örgütlü işçi kitleleri başta olmak üzere bu neoliberal saldırı ve sömürü politikalarına karşı hak temelli, işçi sınıfının ortak ve genel çıkarlarını gözeten bir karşı koyuşu geliştiremediği her durumda iş cinayetleri daha da artıyor.
İşte orman yangınlarında ölen işçiler gerçeği bize bunu anlatıyor. Doğa-sermaye çelişkisi ile emek-sermaye çelişkisinin aynı eksende kesiştiği bu trajik olaylarda, orman yangınlarına ve işçi ölümlerine salt bir kaza veya doğal afet olarak bakılamaz. Bu doğa ve işçi katliamlarının bütün koşulları kapitalist düzen ve egemen sınıfların faşist saray rejiminin sermayeyi palazlandırma politikaları tarafından hazırlanıyor. Bu sistemsel ve sistematik iş cinayetinde aynı değişmeyen nedenler zincirini görüyoruz. Bir dizi yapısal ihmal ve yönetim anlayışı nedeniyle orman işçileri ve yangın söndürme gönüllülerinin yaşamlarını yitirdiklerini biliyoruz. Çünkü sermaye sınıfı ve onlar adına ülkeyi faşist devlet politikalarıyla yönetenler, aşırı kar elde etmek için doğayı ve emeği acımasızca yağmalarken gözleri paradan başka hiçbir şey görmüyor. Doğanın yok olması, işçilerin ölmesi zerre kadar umurlarında değil.
Orman yangınları bağlamıyla karşımıza çıkan emekoloji mücadelesi sorunu, kendi özgün sınıf savaşımı parkurunda ve formlarında yaratıcı biçimde geliştirilmeyi bekliyor. Emekolojik bilinç ve yaklaşım bize bu felaketlerin yalnızca ekolojik bir yıkım olmadığını, kapitalist üretim ilişkilerinin bir çıktısı, aşırı kar hırsının ve güdüsünün bir sonucu olduğunu söylüyor ve gösteriyor. Olguyu ve hakikati tam da bu halkadan kavrayarak ilerlemek gerekiyor.
Emekoloji mücadelesi, orman yangınlarıyla ve iş cinayetleriyle salt teknik, eğitim, iş güvenliği vd. konulardaki yetersizlikler üzerinden mücadele ilişkisi ve perspektifi kuramaz. Sorunu köklüce ve bütünlüklü kavrar. Ormanların sermayeye peşkeş çekilmesini, iş güvencesizliğini, mevsimlik ve taşeron çalışmayı, eğitimsizliği ve iş güvenliği sorunlarını, işçilerin örgütsüzlüğünü vs. bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak görür. İş cinayetlerine ve orman yangınlarına karşı bu perspektiften mücadele örgütler; doğanın ve işçilerin ihtiyaçlarını talepleştirir. Deyim uygunsa, bu ölüm ve yıkımlara karşı olay çıkarır, felaketleri politikleştirir. Bütün bu durum ve olguları bir politik mücadele stratejisinde bütüncül ve birleşik mücadele hattı olarak örgütler. Ancak sorunun temel çözümünü kapitalist sistemin değişimi olarak ele alır.
Emekçi sol hareketin orman yangınlarıyla imtihanı, gelişen antikapitalist ekoloji bilincinin politik darlığı ve zayıflığını bir gerçeklik olarak ortaya koyuyor. Sel ve deprem felaketleri karşısında duruma verili güç ve kapasiteleriyle politik açıdan müdahale eden emekçi sol bölükler, söz konusu orman yangınları olduğunda benzer bir politik refleksi gösteremiyor, anlamlı bir politik eylem ve karşı koyuş örgütleyemiyor. Bu durum, neoliberal birikim rejiminin giderek boyutlanan doğanın pervasız ve sınırsız talanı koşullarında, devlete ve kapitalist düzene karşı mücadelenin temel bir görevinin ıskalanması ve ihmal edilmesi anlamına geliyor. Son orman yangınlarında orman işçilerinin ve gönüllü yangın söndürme emekçilerinin yaşamını yitirmesinin cılız birkaç basın açıklamasıyla savuşturulması tavrı, güçlü ve sarsıcı bir eleştiriyi hak ediyor.
Bir bütün olarak emekçi sol hareket, ekoloji hareketi bölükleri ve işçi sendikaları toplamıyla tüm politik ve toplumsal öznelerin durumla yüzleşmesi gerekiyor. Doğa ve emek mücadelesinin bu denli birbiriyle kesişip ve içkinleştiği koşullarda işçi sendikalarının yaşanan işçi ölümleri ve doğanın bin bir türüyle yok olması karşısında suskun ve seyirci kalması durumu sefilcedir. Yapılan yazılı açıklamaların, temsiliyet ve protokol formuna daralan cılız birkaç tepki ve öfke açıklamasının bir kıymeti harbiyesi yoktur. Kimi ekoloji örgütlerinin emek mücadelesini görmemesi dar ve kesimci bakışla ele alması gibi, emekçisi sol hareketin de emek ve doğa mücadelesinin iç içe geçen gerçeğini göremediğini can sıkıcı bir durum olarak saptayabiliyoruz.
Sel, deprem ve büyük çevre tahribatı yapan kazalar karşısında devlet-halk çelişkisini siyasal bir olay haline getiren devrimci ve emekçi sol hareket, orman yangınlarına olağan ve kabul edilebilir bir durum gibi yaklaşıyor. Devlet-halk çelişkisi zemininde ve emekoloji halkasından tutarak bu doğa ve işçi katliamlarının politik bir olay haline getirilememesi çarpıcı bir politik iddia ve irade kaybına işaret ediyor. Durumu, emekolojik bir bilinç ve görüş açısından kavramayı şimdilik bir kenara bıraksak bile teorik ve politik düzlemde emekçi sol hareketin insan merkezli bakış açısını da aşamadığını görebiliyoruz. Orman yangınların momentinde açığa çıkan politik tavırların sel ve deprem felaketleriyle ilişkilenmede olduğu gibi gelişmediği açık. Simbiyotik yaşam bağımızın olduğu ormanları korumak için yerel düzeyde harekete geçme, tüm canlı yaşamı kurtarma çabası içinde olma, hayvanların yardımına koşma, yaşamını yitiren işçilerin aileleriyle dayanışma vb. katmanlı sosyal ve siyasal tavırların ne ekoloji örgütlerinden, ne sendikalardan, ne de emekçi sol hareket bölüklerinden gelişmemesi oldukça düşündürücüdür. Tüm emekçi sol hareket bu durumla yüzleşmeli ve özeleştirel politik pratikle durumu tersine çevirme yoluna koyulmalıdır. Aksi her pratik politik sinizm, halklarımıza yabancılaşma, apolitikleşmedir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 01 Ağustos tarihli 229. sayısında yayımlanan başyazısı.