4 Aralık 2024 Çarşamba

Arif Çelebi yazdı | Ataol Behramoğlu 'Türk milleti'nin bir aydınıdır

Bu tür aydınlar lafızda ilericidir, kendilerini sosyalist dahası komünist olarak tanımlayabilir ama gerçekte "Türk milleti"ni savunarak soykırımcıların, inkar ve imhacıların, faşistlerin safında kalmaya devam ederler. Ancak ve ancak egemen "Türk milleti" anlayışını reddedenler, TC'nin ırkçı, katliamcı, soykırımcı, inkarcı varoluş temellerini yaşatmayı değil yıkmayı görev edinmiş; bu gerici, inkarcı, asimilasyoncu, soykırımcı millet anlayışı ve devletin kurucusu, faşist şefliğe özenen M. Kemal'i alkışlayan değil mahkum eden, onunla her türlü ideolojik bağlarını kopartmış olanlar Türkiye işçi sınıfının ve halkların gerçek ilerici aydınları olma sıfatını hak edebilir.

Türkiye'deki ilerici çevrelerin "sosyalist" şairi Ataol Behramoğlu, gelen tepkiler üzerine silmek zorunda kaldığı bir tweetinde şöyle yazıyordu: "Charles Aznavour şöyle demişti: 'Ben Ermeni asıllı Fransızım. Yani Fransız milletinin Ermeni asıllı bir ferdiyim. Bizde Türk milletini oluşturan farklı bir etnisitede olup Kürt asıllı, Arnavut asıllı, Boşnak asıllı Türküm demek bazılarına neden zor geliyor?'"

"Türk milleti"ni asli, diğerlerini "asıllı", Türkleri "millet" diğerlerini etnisite gören ırkçı, ayrımcı,inkarcı bir anlayışın ürünü olan bu satırlar pek çok ilerici tarafından şaşkınlıkla karşılandı.

Kendisini sosyalist ve devrimci bir şair olarak tanımlayan biri nasıl olur da bu tür bir açıklama yapabilirdi.

Oysa bunda şaşılacak bir yan yok. 2015 yılında ırkçı faşist Yusuf Halaçoğlu ile birlikte "Ermeni soykırım iddialarına" karşı bildiri yayınlayan da aynı kişiydi. Daha bir kaç gün önce "Sayın Ümit Özdağ'ı sağlıklı, dengeli, aydınlatıcı, bilinçlendirici açıklaması ve birleştirici, yurtsever kararından ötürü kutluyorum" diyen de aynı "sosyalist" şairdi.

Her kim ki bugünkü haliyle yürürlükte olan "Türk milleti"nden kendini koparmaz, onu ret ve mahkum etmezse sonuçta ya ırkçı bir faşist olarak kalır ya da sosyalist maskeli bir ırkçı, şovenist olur, bir başka deyişle bir sosyal şoveniste, bir sosyal faşiste dönüşür.

FAŞİZM
Faşizm, devrimci işçi sınıfı hareketine burjuvazinin en gerici temsilcilerinin verdiği karşı devrimci bir yanıttır. Liberal burjuva sistem altında o güne kadar devam ettirebilen iç sömürü ve uluslararası rekabet işçi sınıfı hareketinin büyümesi ile artık eski düzeyde devam ettirilememektedir. Bu sömürünün politik ve hukuksal çerçevesini çizen burjuva liberal devlet ve sistemin yürürlükteki ideolojisi (liberalizm, demokrasi vb) emekçi hareketin başkaldırısını artık dizginleyememektedir. Bu nedenle liberalizm, demokrasi, insan hakları, barış vb. ile iç ve uluslararası sömürüyü perdeleyen fikirlerden bir an önce kurtulmak burjuvazi için yegane kurtuluş yolu haline gelebilir. Faşizm tam da böylesi koşulların ürünüdür.

Faşizm, içeride her türlü demokratik hak ve özgürlüklerin yok edildiği, işçi sınıfı hareketinin zorbalıkla ezildiği bir faşist terörün politik ve hukuki bir sistem olarak inşa edildiği; ekonominin militarizasyonu ile birlikte dış ilişkilerde savaş ve işgalin diplomasinin yerini aldığı bir devlet biçimidir. İlerici bütün düşüncelerin faşist baskı altına alındığı, sınıf bilincinin tarumar edildiği koşullarda burjuva milliyetçiliği en gerici, ırkçı biçimlerde halk kitlelerinin zihnine zerk edilir. Sınıfın yerini millet alır. İşçi sınıfı ve emekçileri burjuva faşist düzene ikna etme, işçi sınıfı ve burjuvazinin çıkarlarının ortaklığı fikrini egemen kılmanın en elverişli aracıdır bu.

Bu genel tanımdan yola çıkarak faşizm sadece devrimci işçi hareketinin büyüdüğü koşullarda ortaya çıkar denilebilir mi? Böyle bir çıkarsama konunun asıl özünün gözden kaçırılması anlamına gelir.

Faşizm, bir ideoloji olarak ortaya çıkması ve bir devlet sistemi olarak uygulanması ile birlikte burjuvazinin politik seçeneklerinden biri olarak raflardaki yerini alır. Burjuvazi, iç ve uluslararası sömürüyü en elverişli koşullarda gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu anda faşizmi bir seçenek olarak devreye sokabilir. Bunlarla birlikte emperyalizmle bağların kısmi zayıflaması riskine karşı emperyalist egemenler askeri faşist darbelerle bağları yeniden sağlamlaştırmaya sıkça başvurmuşlardır.

Burjuvazi yalnızca devrimci işçi sınıfı hareketi nedeniyle yıkımla karşı karşıya kalmaz, emperyalist sömürüden daha yüksek pay alma arayışı, ırkların ve sömürgelerin ulusal başkaldırıları da yürürlükteki burjuva egemenliği çıkmaza sürükleyebilir ve faşizm daha en başta bir seçenek hatta burjuvazi için bir zorunluluk haline gelebilir. Örneğin 1930'lardaki Japon faşizmi daha çok emperyalist sömürü arayışından doğmuştu. Güney Afrika'da beyaz ırkın egemenliğini sürdürmesinin bir aracıydı faşizm. Irkçı rejim siyahların ayaklanmasını başka türlü bastıramıyordu. Güney Afrika'da faşizm tam da bu ırkçı ayrışmaya bağlı olarak özgün bir şekil alıyordu; beyazlar için burjuva demokrasisi siyahlar için ırkçı faşizm.

TÜRK FAŞİZMİ
Türkiye'deki faşizmin tarih içindeki ve bugünkü kaynağı ve aldığı biçimler de kendi koşullarına göre şekillenmiştir. Türk burjuvazisinin egemenliği Ermeni Soykırımı ile inşa edilmeye başlandı. Türk burjuvazisinin ve feodallerinin politik liderliği Kürt feodallerinin ve halkının desteği sayesinde Türkiye Cumhuriyeti'ni kurabildi. Kürtler bu desteği ulusal haklarının tanınması karşısında, bu koşulla vermişti. Türk egemenler bu koşula uymadılar. Kürtlerin ulusal varlığını inkar ettiler.

Türkiye Cumhuriyeti daha baştan inkarcı, ırkçı bir temel üzerinde inşa edildi. "Türk modernitesi", bu inkarcı, ırkçı çimentonun harcı olarak işlev gördü. Kürtler buna isyanlarla yanıt verdi. Ermenilerden sonra bu kez Kürtlere soykırım uygulandı. Katliamlar, sürgünler, idamlar, zindanlar Kürt ayaklanmalarını durdurmaya yetmedi. Türk burjuvazisi önce İtalya'da Musollini ile ardından Almanya'da Hitler'le yayılan faşizmin ayak izlerini takip etti. Tek parti döneminde faşist yasa ve uygulamalar doruğuna ulaştı. Söz, örgütlenme ve eylem hakkının bütünüyle ortadan kaldırıldığı, "ebedi şef" olarak adlandırılan M. Kemal'in ağzından çıkanın yasa sayıldığı, dizginsiz bir sömürü ile halk yığınlarının perişan edildiği, kafatası ırkçılığının yürürlüğe sokulduğu, başta Kürtler olmak üzere, Lozan Anlaşmasında sayılan Hristiyan halklar dışındakilerin inkar edildiği ırkçı, inkarcı, soykırımcı, Musolini ve Hitler özentisi bir sistem içinde "Türk milleti" şekillendirildi. Bir başka deyişle Türkiye'de yaşayan bütün halkları zorla "Türk" sayan ırkçı, soykırımcı, asimilasyoncu bir "millet" anlayışıydı bu.

Türkiye'de faşizmin ideolojik gıdası ve dayanağı böylesi bir "millet" anlayışı olageldi. Emperyalizme bağımlılığın sonucu olan askeri faşist darbelerden sonra Kürt isyanı ile yeni biçim ve boyut kazanan bugünkü faşist şeflik sistemi de aynı anlayışın devamcısıdır. Birbirlerine rakip burjuva cepheler, söz konusu olan "Türk milleti" olunca yek vücut olmaktadırlar. Kürt ulusunun ulusal demokratik talepleri için başlattığı isyanı bastırmak için Türk burjuvazisinin faşist sisteme yeni biçimler vermek dışında bir seçeneği bulunmuyor. Bu nedenledir ki faşizme karşı duruşun öncelikli kıstası Kürtlerin ulusal demokratik taleplerinin yanında yar almaktır. Demokratlığın asgari ölçüsü egemen "Türk milleti" anlayışına karşı mücadele etmek, ayrılma hakkı dahil ulusların eşit gönüllü birliğini savunmaktır. Her kim ki "Türk milleti"ne bağlı kalırsa o sermayenin ve Türk faşizminin hizmetine girer. Kendisini ne derece devrimci, sosyalist olarak tanımlarsa tanımlasın bütün bu fikirler "Türk milleti" kavramı içinde asimilasyona uğrayarak tükenir ve sadece içi boş bir biçim olarak kalırlar, daha doğrusu şovenizmin ve faşizmin örtüsü halini alırlar.

En ilericisi de dahil "Türk aydını" bu "Türk milleti"nin içinden çıktı, onun bir yansıması olageldi. Irkçı, soykırımcı, inkarcı, sömürgeci "Türk modernitesi"ni ilericilik olarak tanımladı. Bu "modernite"ye karşı isyan edenleri, gerici, feodal, bölücü, ayrımcı hatta ve hatta ırkçı olarak gördü. Behramoğlu'nun da ifade ettiği gibi bu türden aydınlara göre "Türkiye Cumhuriyeti'nin varoluş temellerini oluşturan laiklik, demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü, kadın erkek eşitliği"dir (Cumhuriyet, 20 mayıs 2023).

TC'nin varoluş temellerini "demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü" olarak açıklayan bir kişinin ilerici olması mümkün mü, tarihsel gerçekler nasıl olur da bu denli çarpıtılabilir, ters yüz edilebilir? Burjuva partilerin dahi yasaklandığı, sendika kurma özgürlüğünün olmadığı, soykırımlarla Kürt ulusunun yok edilmek istendiği bir sistemle ilgili bir tanımlamadır bu. Laiklik, ırkçı bir millet anlayışının manivelalarından biri, kadın erkek eşitliği de kocaman bir palavradan ibaret.

Bu tür aydınlar lafızda ilericidir, kendilerini sosyalist dahası komünist olarak tanımlayabilir ama gerçekte "Türk milleti"ni savunarak soykırımcıların, inkar ve imhacıların, faşistlerin safında kalmaya devam ederler. Ancak ve ancak egemen "Türk milleti" anlayışını reddedenler, TC'nin ırkçı, katliamcı, soykırımcı, inkarcı varoluş temellerini yaşatmayı değil yıkmayı görev edinmiş; bu gerici, inkarcı, asimilasyoncu, soykırımcı millet anlayışı ve devletin kurucusu, faşist şefliğe özenen M. Kemal'i alkışlayan değil mahkum eden, onunla her türlü ideolojik bağlarını kopartmış olanlar Türkiye işçi sınıfının ve halkların gerçek ilerici aydınları olma sıfatını hak edebilir.