6 Ekim 2024 Pazar

Berçem Öter yazdı | Onursuzluğa karşı devrimcilikte ve onurda ısrar

Saray faşizmi "korku-güvensizlik" denkleminin yaratacağı puslu ortamda, kendine sürdürülebilir bir güvenlik alanı yaratmak istiyor. Kontrgerilla güçlerinin kaçırma ve tehditleri ise korkuyu üretme merkezi olma rolünü üstleniyor. Tam da böyle olduğu için son yıllarda devrimci harekete yönelttiği gözaltı, tutuklama saldırılarının hemen hemen hepsini ajan itirafçı ifadeleri üzerine kurguluyor. Kullanım süresi çoktan dolup bayatlamış bu yolla esasta devrimci hareketin saflarında güvensizlik iklimi yaratmayı murat ediyor.

Faşizm tarihi açısından yeni olmasa da son yıllarda sistematik biçimde uygulanan bir saldırı yöntemi, emekçi sol hareketin üye ve taraftarı olan özellikle gençleri tek tek kaçırma, alıkoyma yoluyla tehdit ve ajanlık dayatmalarıdır. Yüzleri, araçları perdelenmiş kontrgerilla örgütlenmelerinin Türkiye ve Bakur Kürdistanı'nda kullandıkları yöntemler, tehdit ve tekliflerin biçim ve içeriklerinin aynı oluşu tek merkezden yönetildiklerinin en net kanıtı. Mevcut durumda SADAT diye bilinen kontra örgütlenme kimi pratikleri ile teşhir olmuşken, başkaca örgütlenmelerin de bulunduğunu tahmin etmek güç değil. Zorla alıkonulan devrimcilere korku yoluyla inandığı değerlere ve insan onuruna ihanet dayatılmaktadır.

Kimi durumlarda ise polis merkezleri bu politikanın uygulama alanına dönüştürülmektedir. Gözaltında ya da çeşitli hukuki gerekçeler bahane edilerek polis merkezine çağrılan devrimcilere sohbet adı altında ajanlık teklifleri yapılmaktadır. Hikaye bilindik, genellikle mücadele yaşı genç olduğu düşünülen devrimcilere "Kendini, aileni düşün, sana yardımcı olalım, bir şey istemiyoruz ara sıra görüşüp sohbet edelim, bize sadece gördüklerini anlatsan yeter" şeklindeki tekliflerde bulunulmakta. Bu teklif reddedildiğinde ise "Neyine güveniyorsun, başına gelecekleri biliyor musun, evini aileni biliyoruz, hayatın biter" tehditleri takip etmekte. Tabi bir de gösterilen kimi saldırılarda sınandığı düşünülen devrimcilere yurt dışına çıkmaları salık verilmekte. Her türlü kirli yöntemi mubah sayan saray faşizmi, insani tüm değerleri ayakaltı etme yolundan onursuz bir yaşamı dayatıyor.

1990'lı yıllar, kaçırma ve gözaltında kaybetme saldırılarının beyaz Toros marka araçlarla simgeleştiği yıllardır. Şimdilerde değişen araba markaları olsa da murat edilen aynı şey. Devrimci güçleri korku ve sindirme yoluyla mücadelenin dışına itmek ya da düşkünleştirme yoluyla içten çürütmek. Bunun için devrimci güçlerinin ailelerinin tehdit edilmeleri de rutinleştirilmiştir. Kayyum saldırısına karşı direnişe geçen Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin aileleri aranarak verilmek istenen mesaj nettir. Üniversite gençliğinin direnişini polis terörü, gözaltı, tutuklama saldırılarıyla kırmayı başaramayan saray faşizmi, aileler eliyle gençliği sokağın, direnişin dışına çıkarmak istemiştir. Son zamanlarda Bilim Eğitim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı (BEKSAV) bünyesindeki sanat emekçilerini tehdit eden kimliği belli güçlerin buradan sonuç alamayınca, ailesini arayarak tehdit etmesinde de benzer bir durumu görmekteyiz.

Son bir yılda emekçi sol hareketten çoğunluğu genç onlarca kişi kaçırılma saldırısına maruz kaldı. ESP'li Gökhan Güneş ise doğrudan kaybetme saldırısına maruz bırakıldı. Devletin kaybetme politikası, ortaya konulan birleşik mücadele ve direniş sonucu püskürtüldü. Saldırıların hedefinde bir bütün olarak emekçi sol hareket bulunmaktadır. Saldırılarda ağırlıklı olarak gençliğin hedeflenmesi de tesadüf değildir. Faşizm devrimci gençleri hızla geriye düşürebileceğini düşünmekte fakat çoğunlukla yanılmaktadır. Aynı zamanda faşizm, emekçi sol hareketi gençlik kitlelerinden kopararak geleceksizleştirmeyi hedefliyor.

FAŞİZMİN CAN SİMİDİ İTİRAFÇILAR
Saray faşizmi "korku-güvensizlik" denkleminin yaratacağı puslu ortamda, kendine sürdürülebilir bir güvenlik alanı yaratmak istiyor. Kontrgerilla güçlerinin kaçırma ve tehditleri ise korkuyu üretme merkezi olma rolünü üstleniyor. Tam da böyle olduğu için son yıllarda devrimci harekete yönelttiği gözaltı, tutuklama saldırılarının hemen hemen hepsini ajan itirafçı ifadeleri üzerine kurguluyor. Kullanım süresi çoktan dolup bayatlamış bu yolla esasta devrimci hareketin saflarında güvensizlik iklimi yaratmayı murat ediyor.

Devrimci mücadele tarihinin tüm dönemleri direniş ve kahramanlıklarla gelecek kuşakların hafızasında yer edinmiştir. Ancak bilinir ki bu tarih içinde ihanet ve düşkünleşme örneklerini de barındırır. İhbar ve ajanlık politikası tüm burjuva iktidarlarca murat edilen bir sonuçtur, belli düzeylerde sonuç olmaları da mümkündür. Üstelik bu politika savaşa içkin bir politikadır. Hal böyle olunca ortaya çıkan kimi olumsuz sonuçlar kıyamet alameti de değildir. Her ideolojik yapı karşıtını çözme ve yok etme hedefine bağlı olarak onun saflarında yarılmalar ve parçalanmalar, iç çelişkilerden yararlanma istemi ve görüş açısıyla hareket eder. Bu politikanın salt iletişim kanalıyla oluşturulacak ikna yoluyla sağlanamayacağı açıktır. Bu yöntem daha çok başlangıç açısından esas alınacak, etkili kabul edilmediği durumlarda yöntem zor araçlarıyla korku ve sindirme formuna dönüştürülecektir. Dolayısıyla yaşanan kontra saldırılar, faşizmin güçlülüğünden öte saldırı araçlarının etkisizliğinin ortaya çıkardığı acizliğin sonuçları olarak okunmalıdır.

Faşizmin bu tipte saldırılarının sonuçları elbette olacaktır. Anda yaşanan şiddetin sonuçları kadar, daha ağır bedellere dönüşme ihtimali de söz konusudur. Ama unutulmamalıdır ki, faşizm tüm saldırılarını devrimci hareket ve güçler üzerindeki etki gücüne, sonuçlarına bakarak süreklileştirir ya da tarihin çöp sepetine atmak zorunda kalır. 90'lı yılların kaybetme saldırısını boşa düşürenin esasta Hasan Ocak kampanyası somutunda başlatılan kayıplar mücadelesi olduğu bilinmektedir.

Bu tip saldırılar çoğunlukla beklenmedik anlarda ve çoğunlukla da tenha alanlarda geliştirilmektedir. Beklenmedik bir anda kişinin zorla bir araca bindirilmesi, zaman, mekan ve karşısında bulunan güçlerin bilinmez kılınması esası üzerine kurgulanmaktadır. Korkunun bilinmezlikten besleneceği hesap edilmektedir. Kimi durumlarda ise daha merkezi noktalar özellikle saldırının etki gücünü arttıracağı düşünülerek kullanılmaktadır. Saldırının hedefi olan kişinin başarabildiği ölçüde kimliğini ve kendisine saldıranların kimliğini çevrede kimsenin olmadığını düşünse dahi duyurmaya çalışması oldukça önemlidir. Bu andan itibaren yapılan açık saldırıyı en baştan yanıtlamak karşı durmanın da ilk adımı olarak düşünülmelidir. Yine her ne pahasına olunursa olunsun kontra güçlerin tahrik ve tacizleri karşısında muhataplaşmamak, sorularına yanıt vermemek, herhangi bir diyalog kurmamak esastır. Direniş geleneğinin sürdürücü olmak, onuru savunmak her yapıcının hareket ve dayanak noktası olmalıdır. Saldırı sonrası, saldırıyı açıklamak, teşhir etmek sindirme politikası karşısında devrimcilikte ısrarın yalın ifadesi olacaktır.

Meselenin diğer bir boyutu da gözaltı saldırıları esnasında yaşanan sorgu, sohbet adı altında yürütülen kirli politikalardır. Burada iki temel hedef söz konusudur. İlk etapta devrimci iddiada bir inanç yitimi oluşturulması yoluyla ideolojik çözülme yaratmak ve başarılı olunduğu durumlarda da yine ajanlık dayatmasında bulunmaktır. Gözaltına alınış esnasından, gözaltında geçirilecek süre boyunda düşmanın her an tetikte olduğu ve kirli planlarını uygulama kanalları aradığı unutulmamalıdır. Gerekçesi ne olursa olsun gözaltı saldırısı ideolojik savaşın ve devrimci iddiayı kötürümleştirmenin bir yöntemi olarak devrededir. Gözaltı süresi boyunca zorunlu ihtiyaçlar haricinde herhangi bir muhataplık geliştirmemek tutumu net biçimde alınmalıdır. Yapılan haksız gözaltı saldırısı karşısında susma hakkının kullanılması tartışılmaz bir hak olduğu gibi, bu tutumun kriminalize edilmesi de kabul edilemezdir. Gözaltı süresinde avukat nezareti dışında sorgu ya da sohbet adı altında yapılan tüm uygulamalar işkence ve psikolojik savaşın parçasıdır. Böylesi teklifleri en başından reddetmek, bulunulan gözaltı hücresinin dışına bu tip çağrılar için çıkmamak gerekmektedir. Zor yoluyla dayatıldığı hallerde ise hiçbir biçimde diyaloğa girmemek, söylenenlere yanıt vermemek yine olmazsa olmazdır. İşkencenin salt fiziksel olmadığı hatırda tutulmalıdır. Tepeden tırnağa düşman hukuku uygulayan ve buna inanan bir kuvvetle ona ait bir mekanda politik, ideolojik tartışmalar yürütmek ya da polemiklere girmek olsa olsa onun oluşturmak istediği zemine ortam hazırlamaktır. Unutulmamalıdır ki düşman bu durumlarda fiziksel çözülmeden çok ideolojik olarak çözmeyi ve devrimci iddiayı kötürümleştirmeyi hedeflemektedir.

Tüm bu saldırılar meşru olana karşı gayrimeşru olanın kirli politikalarıdır. Kontrgerilla ve onun saldırı politikaları saray faşizminin emniyet supabı olarak devrededir. Unutmamak gerekir ki faşizmin açık gizli terör politikalarını topyekun devreye soktuğu süreçler aynı şiddette kendisini zayıf ve acz içinde hissettiği dönemleridir. Bunu boşa düşürmenin ve etkisizleştirmenin tek yolu da her zeminde direniş yoluyla devrimci değerleri kuşanarak, devrimci mücadeleyi savunmak ve devrimcilikte ısrardır. Saldırı fiziksel olduğu kadar ideolojiktir. Direnişin adı da faşist burjuva ideolojiye karşı sosyalist ideolojinin, insan onurunun savunulmasıdır.