4 Ekim 2024 Cuma

Efe Dağlı yazdı | Güldük eğlendik peki sonra?

CHP'nin geleneksel sosyal-demokrasiye en yakın olduğu 1970'lerde ana ilkesi kendi soluna duvar çekmekti. 1970'lerde bu kez TKP ideolojik olarak asimilasyona uğratılırken devrimciler CHP kurumsal kimliğinin düşmanları sayıldı. Halihazırda CHP aynı duvar ve asimilasyon çizgisinde. Bununla birlikte ihale bekleyenler, iktidardan nemalanmak isteyenler o bloğun etrafında sıraya dizilmiş haldeler. Onların tutumu anlaşılır. Çıkar beklentileri var. Peki CHP ile etkileşim içinde, üstelik HDP'yi irrite edici tutumlarla bir sol blok çabasına girişen, bütün amacı anti-AKP/MHP olan eğilimlere ne demeli?

Sarakaya almak bazen eğlencelidir. Ceberrut, despot ve mütehakkim güç sahiplerine karşı anlık rahatlamayı sağlar, itiraz kapılarının kapanmadığına işaret eder.

Cüppeli Ahmet diye bilinen karışık-kuruşuk işlerin sembol isminin sohbet sözlerini Haluk Bilginer ve arkadaşlarının alaya alması bu tür işlerden. Güldük, eğlendik, teşhir ettik. Peki sonra?

Asgari burjuva demokrasisi işleyişinin bulunduğu ülkelerde bu gibi yöntemler kendi başına itiraz, gayet politik birer isyan bile sayılır. Faşizmlerdeyse, tekrarı önce kanıksama ve ardından sinizme-kinizme kapı aralar.

Benzer bir risk ve imkan sosyal medya ile başlayan ve orada biten eleştirel dil ve dünya bakımından da geçerli. Refleksif davranan, iktidar bloğu ve onun hiç de zeki oldukları söylenemeyecek vasat elemanlarının işleri-sözleri üzerinden bir tür "muhaliflik" içeren dar sokağa hapsolan bütün eleştirellik hem sol-sosyalist eşitlik-özgürlük dünyası prensipleriyle çerçevelenmedikçe hem demokratik bir halk hareketiyle buluşup onun bileşenine dönüşmedikçe maddi güce dönüşemez.

Türkiye doludizgin yanlış kamplaşmalardan birine ilerliyor. AKP-MHP bloğu gittikçe daha sert, daha 1960'lar tarzı yönetme biçimlerine yönelecek. Alenen söylüyorlar bunu.

CHP-İYİP eksenli muhalefet bloğu, kemalizm kaldıracıyla toplumda birikmiş, asıl olarak yoksulluğa ve siyasal baskılara karşı oluşan öfkeyi arkalayarak önümüzdeki dönemin hükümet ve iktidar adresine dönüşmeye hazırlanıyor.

Rüzgar burjuva muhalefetten yana. Barolar Birliği'ndeki sonuçlardan Mustafa Kemal isminin bir tür 'son kale' olarak iktidara yürüyüşün önemli merhalelerine dönüştürülmesi AKP-MHP'nin ideolojik hegemonyasını kaybettiği şu evrede burjuva muhalefeti besliyor.

Eğer o muhalefetin yapısını, yönelimini ve siyasal hikayesini inceleyeceksek "burjuva" sıfatını kullanmaktan imtina etmemiz gerekir. Dolayısıyla 'burjuva muhalefet' kalıbı bir genelleme değeri taşır sadece.

AKP-MHP, kendisini koşulsuz desteklemeyen kim varsa kulp takıyor. Bunun bedeli hedef gösterilmek, takibata uğramak ya da hapsedilmek. Fakat bunu o kadar ayağa düşürüyorlar ki hainlikten ajanlığa dek bütün o iri kıyım yaftaların hiçbir kıymeti, ayırt ediciliği, daha önemlisi korkutuculuğu kalmadı. Korku, yerini, günden güne nefrete bırakıyor.

Hemen not edelim. Sosyalist teori-politika nefret ile yol almaz. Şu veya bu kişi-parti üzerinden değil faşizme karşı siyasal özgürlük mücadelesiyle çerçevelenir. Bu nedenle çıplak nefret kendi halinde kıymet taşımaz ve çabucak maniple edilebilir.

CHP-İYİP şimdi bu nefret, diğer bütün siyasal alternatif seçeneklerini baskılayarak kendi oyun planlarının aracı kılıyor. Üstelik bu nefreti siyasallaştırıp sokaklarda, meydanlarda, işçi havzalarında, kampüslerde asgari demokratik talepli kitle hareketlerine dönüştürmek şöyle dursun seçime-oya-hareketsizliğe kilitleyerek çürütme stratejisini esas alıyorlar. Klasik ifadeyle faşist demagojiyle ilerliyorlar.

Somut sonuçlarından biri, demokratik karakter yoksunluğu nedeniyle "burjuva muhalefet"in daha milliyetçi, daha saldırgan, daha devletçi pozisyona kilitlenmesi, taraftarlarında da o ruh halini canlı tutmasıdır. En kolayı alışıldık, zahmetsiz, emek gerektirmeyen bu ortalamaya oynamak yeni faşist siyasal dalgaya Türkiye'den gayet anlamlı bir katkı olabilir yalnızca.

Pek tabii bu tabloda HDP'nin yer alıp almayacağı tartışması, aynı nedenle, taktik değil stratejik bir karar olacaktır.

Devleti siyasal islamcılardan geri alma koalisyonu denilebilecek o platformda "herkese" yer var ama ya kolektif kimliklerinin tanınmasını isteyen Kürtlere? İktidara karşı Kürdistan halkının öfkesini kendi siyasal projelerinin aracı kılmak isteyenler devleti geri alırken Kürtlere ne vaat ediyorlar?

Teorik olarak böyle bir tartışma, hatta uzlaşma mümkün mü? Neden olmasın; eğer eşitler arası ilişki düzleminde tartışılacaksa. Üstelik kulaklara küpe olacak bir örnek de var. Türk Kurtuluş Savaşı döneminde Kürtlere vaat edilenler ve vaatlerin Takrir-i Sükun ile gerçek mahiyetine kavuşması.

Unutmayalım aynı dönemde Mustafa Kemal "yoldaş" hitaplı mektuplar da taşıyor ve sosyalist solun da o yeni düzende yer alabileceği izlenimini canlı tutuyordu. İç engellerden bir parça kurtulup rahatlayınca, bir yıl içinde şunlar oldu: Mustafa Suphilerin katli, Çerkes Ethem'in tasfiyesi ve Koçgiri.

Böyle bir muhalefet bloğunda yer almanın olası sonuçlarından en güçlü olanın yüz yıl öncekinden farklı çıkacağını kim neye dayanarak öne sürebilir? Kaldı ki o zeminde bir tartışma yürütmek ve elini güçlendirmek bile kuvvetli, kalıcı, dünden daha geniş taraftar kitlesi sağlamakla mümkün.

Kısacası bir cümlelik yargılarla değil dört başı mamur esaslı tartışmalarla emekçi sol ve Kürdistan siyasal özgürlük hareketi bileşenleri bunları tartışmakla yüz yüze. İçinden geçilen zamanın basıncına, duygusal refleksleri kolaylaştıran zalimlik siyasetine karşı, pratik politikayı stratejik düzlem üzerinden kurmak en sağlıklı olandır.

CHP'nin geleneksel sosyal-demokrasiye en yakın olduğu 1970'lerde de ana ilkesi kendi soluna duvar çekmekti. Asimile edebildiklerini kendi aparatına dönüştürmek bu ilkeyle uyumluydu. Nihayet, erken Cumhuriyet döneminde TKP'nin tövbekarları Kadro dergisinde veya bakanlıklarda istihdam edilirdi ve bu arada Nazım ile Hikmet Kıvılcımlı hapiste tutulurdu. 1970'lerde bu kez TKP ideolojik olarak asimilasyona uğratılırken devrimciler CHP kurumsal kimliğinin düşmanları sayıldı.

Halihazırda CHP aynı duvar ve asimilasyon çizgisinde. Üstelik İYİP de benzer bir duvarı siyasal islamcılıkla arasına çiziyor. Bununla birlikte ihale bekleyenler, iktidardan nemalanmak isteyenler o bloğun etrafında sıraya dizilmiş haldeler.

Onların tutumu anlaşılır. Çıkar beklentileri var. Peki CHP ile etkileşim içinde, üstelik HDP'yi irrite edici tutumlarla bir sol blok çabasına girişen, bütün amacı anti-AKP/MHP olan eğilimlere ne demeli?

Devrimci hareketin hem etkin özne hem rejimin boy hedefi olduğu bütün 1990'larda moda "biz onlardan değiliz"i göstermek-ispatlamak ve hedef olmaktan sıyrılmak emekçi solun birçok bileşeninde vardı. Bakıyoruz, aşağı yukarı aynı özneler, bu kez yine "biz onlardan değiliz"i göstermeye çalışıyorlar ve bu defa konu Kürdistan'daki siyasal özgürlük mücadelesi bileşenleri.

Sadece buna bağlanamaz, ayrıca HDP de emekçi sol perspektiften eleştirileri kuvvetle hak ediyor ancak bu gibi ayrılık halleri ideolojik değil kendini koruma, hedef olmama gibi gayet pratik hesaplarla oldukça ilişkili.

Türkiye emekçi solu ve Kürdistan özgürlük hareketi, berrak bir bilinçle, karşıdevrim cephesinin hiçbir bileşeniyle etkileşimi öngörmeyen halkçı-sosyalist-demokratik yelpazedeki bir çeşitlilikle on milyonları kucaklayan bağımsız bir hatta ilerlerse siyasal özgürlük devriminin somut ifadesi olarak Türkiye Halk Cumhuriyetini faşizme karşı gerçek bir alternatif olarak sunabilir ve kurabilir.