4 Ekim 2024 Cuma

Erdener Demirel yazdı | Lenin ve hegemonyanın mantığı

Kuşatmayı Lenin, "Ne Yapmalı" adlı eseriyle kırdı. "Ne Yapmalı" marksist ortodoksluğun tek çizgili tarihsel mantığından kopuştu. Lenin'in proleter hegemonya mantığının altında sınıf mücadelesinin eşitsiz gelişim olgusu, proletaryanın kendiliğinden bilincinin sosyalist teoriye dönüşme karakterinin gerçekleşmemesi yatıyordu.

Marksizmin hemen hemen bütün fraksiyonları, kapitalizmin nihai krize sürüklendiği ve tarihsel bir kopuş dönemine girdiğimiz konusunda hemfikir. Yanılmıyorsak eğer, sosyalizm, tarihsel manada zorunlu hale gelmiştir. Kanun kabul edilen tarihsel maddeciliğe göre, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki antagonist karakter kazandığında, toplumsal devrimler çağı başlar ve hiçbir kuvvet tarihin gelişim yasalarının, yani yeni toplumsal rejimin doğumunun önünde duramaz. "Kendisinin (kapitalizm-bn) devrilmesi ve proletaryanın zaferi, aynı ölçüde kaçınılmazdır." (Komünist Manifesto)

Manifesto ve de Kapital'deki "kaçınılmazlık" sosyalist telosun yanı sıra, sosyalizmin nesnel ve öznel şartları arasındaki ahengi de vurgular. Öyleyse, ortada garip bir tablo yok mudur?! Kapitalizm tarihsel sınırlarına varırken, Engels'in deyimiyle "gereksizleşirken", proletarya ve marksist hareket sahnede neden görünmüyor? Marksist hareketin, devrimci- objektif- şartlar ile ters orantılı vaziyeti (uyumsuzluğu), işçi sınıfı ve ezilenlerle arasındaki uçurum neyin nesidir?

Canı ve kanı, yüreği ve aklı ile kendini işçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluşu davasına adayan devrimciler, en başta da marksist leninist komünistler yukarıdaki paradoksu teorik bakımdan aydınlatmak ve pratik bakımdan çözmekle yükümlüdürler. Marksist leninist komünistlerin bu devrimci misyon ve sorumluluğu üstlenen bir iddia ve özgüvenle yürüdüklerini görüyoruz. 21. yüzyılda sosyalizmi yeniden kurma tarihsel misyonunu üstlenen komünist devrimciler, kendilerini dar/doğmatik marksizm alanına hapsedemezler. Marksizmin ileriye devrimci sıçramalarla gelişmesi verili durumumuzu ve paradoksumuzu çözebilir. Bu başta Lenin'in, "Marks'ın teorisini tamamlanmış, değişmez bir bütün olarak görmüyoruz" sözleri ufkumuzu genişletebilir. Mesele -belkide(!)-, marksizmi, içerisinde eylediğimiz konjonktürde teorik ve politik olarak konumlandıramamaktır. Günümüzde marksizmi devrimci yeniden yapılanma ve devrimci yol arayışlarıyla etkinleştirebiliriz ancak.

Kanada'da bir üniversitede siyaset teorisi dersleri veren ve kendini marksist olarak tanımlayan aydın Alan Shandro, geçen sene Köstebek Kolektifi tarafından Türkçeye çevrilen, "Lenin ve Hegemonya Mantığı/Sınıf Mücadelesinde Siyasal Pratik ve Teori" adlı eserinde, Lenin'in, teorik gerilimlerle kuşatılan marksizmi, tarihsel maddeciliğe bağlı kalarak, değişen konjonktürlerde teorik ve politik olarak nasıl konumlandırdığını inceliyor.

Shandro, Gramsci'nin bir gözleminden yola çıkıyor: Bir siyasetçi felsefe kitabı yazabilir, fakat onun "gerçek" felsefesi politik faaliyetlerinde gömülüdür.

"O aktörün duruşunda ve siyasal gerçeklik içinde hareket etme, sınıf mücadelesinin kendiliğinden hareketi içinde kendisini uyarlama ve yeniden uyarlama tarzında örtük halde mevcut olarak anlaşılır." Yazar, Lenin'in nasıl düşündüğüne, sınıf mücadelesinin, "somut konjonktürleri ve bunları etkileyen güçler" karşısında, teori ve politikayı nasıl kurguladığına odaklanıyor. Onun düşüncesinin gelişimini yöneten mantığının izlerini sürüyor. Çağımızda, marksizmi çevreleyen teorik ve politik gerilmelerin sancılarını gidermeye yarayacak "bir dizi kavramsal araç (ayrımlar, ifadeler) ve bir analiz tarzı" türetmeyi umuyor.

HEGEMONYA
"Proleter hegemonya" tabiri marksist literatüre, 20. yüzyılın arifesinde, Rus marksist Axelrod tarafından sokulmuştur. Rus sosyal demokratları, sınıf mücadelesini burjuva demokratik devrimin gerçekleşmediği kapitalist gelişme bakımından hayli geri bir ülkede teorileştirmeye soyunmuşlardı. "Demokratik devrimde proletaryanın hegemonyası" fikri, böyle filizlenmişti. Ne ki bu fikir, dogmatik marksizmin üretici güçler ile sınıf mücadelesinin (kendiliğinden işçi hareketi ile sosyalist bilincin) eş zamanlı gelişimi varsayımı tarafından kuşatılmıştı. Burjuvazi devrimci barutunu çoktan tüketmişti. Köylüler, "gerici ve ütopyacı"ydılar. Sayısal bakımdan azınlıkta ve sosyalist bilinçten uzak olan işçiler, "proleter hegemonyayı" nasıl pratikleştireceklerdi? Kuşatmayı Lenin, "Ne Yapmalı" adlı eseriyle kırdı. "Ne Yapmalı" marksist ortodoksluğun tek çizgili tarihsel mantığından kopuştu.

Lenin'in proleter hegemonya mantığının altında sınıf mücadelesinin eşitsiz (karmaşık, değişken ve çelişkili) gelişim olgusu, proletaryanın kendiliğinden bilincinin sosyalist teoriye dönüşme (kendiliğindenci "öz kurtuluş") beklentisinin gerçekleşmemesi yatıyordu. Shandro, Lenin'in hegemonya mantığını bir yerde şöyle özetliyor:

"Bizzat hareket halindeki örgütlü yığınların, kitlelerin ağırlığı, öngörülemeyen politik güçlerin, olanakların ve konumların ortaya çıkmasına yol açabilir. Fakat bugün belirlenen bir konum, bir hasmın stratejik hesapları uyarınca yarın daima takviye edilebilir ve dönüştürülebilir. Bu nedenle hegemonya mücadelesi, politik mücadelenin değişen konjonktürlerine uyum sağlama yeteneği gerektirir; ayrıca mücadelenin mantığını şekillendiren temel kuvvetlere dair farkındalığı, farklı ve farklı konumlanmış aktörlerin mücadele esnasında yapacakları yeniliklere açık olma ile birleştirmeyi gerektirir. Dolayısıyla sınıf mücadelesinde önderlik yapabilmek için gereken bilinç, kitlelerin mücadelelerine açık olup, yine de gerektiğinde kendi politik analizlerini onların kendiliğinden hareketine karşı çıkarabilme iradesi bulunan bir bilinçtir.

Alan Shandro, leninist hegemonya mücadelesinin politik stratejik mantığı ile Gramsciyen anlayış arasında bazı paralellikler kursa da, Lenin'de Gramsci'yi keşfetme amacı gütmez. Yazar, Hegelci marksizmden ziyade, ünlü Fransız marksist filozof Louis Althusser'in "düşünce tarzıyla" düşünmeye çalışır. Fakat, reformist "avro komünizmi'nin, Gramsci'nin hegemonya teorisini lenininizm ile karşıtlık içerisinde göstermesine itiraz eder. Zira Gramsci, "demokratik" ülkelere her toplumsal rızaya dayalı teorisinde (pasif devrim), devrimci zoru reddetmemişti. Kendi hegemonya teorisini ısrarla Lenin'inkine benzetmişti.

Post-marksistlerin leninist hegemonya kavramına alerjilerinin nedeni ise tabi ki proletaryadır. Post-marksizm, herhangi bir sınıfa "tarihsel rol" yahut "hegemonya" atfedilmesini reddeder. Marksizmin, bütün sömürülenler ezilendir, ama bütün ezilenler sömürülen değildir" ayrımını kabul etmez. Post-marksistlerin iddiası şudur ki; Lenin, işçi sınıfı kendisine biçilen tarihsel rolü üstlenmediği için, hegemonya teorisine ve öncü/önder partiye (dışarıdan bilince) ihtiyaç duymuştur. Proletaryayı partiyle ikame ve tahkim etmiştir. II. Enternasyonal'in dogmatik marksistleri de Lenin'i, partiyi proletarya ile özdeşleştirmekle eleştirmişlerdi. Shandro, proletaryanın marksizm ve sosyalist devrimdeki "ayrıcalıklı" konumunu leninist kavrayış içerisinde savunur.

TEORİ
Lenin'in hegemonya mantığı, parti içinde "eleştiri özgürlüğü" veya "yenilik" adı altında ortaya çıkan revizyonizmle mücadeleden tutalım ittifak ve birlik sorununa, emperyalizm ve savaş teorisinden sosyalizm teorisine kadar, sınıf savaşının ardışık ve senkronik muharebelerinin toplamında işler. Strateji ve taktikler yenilenebilir. Dün savunulan taktikler bugün reddedilebilir. Veya tersi! Lenin'de tek ilke, sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne evrileceğidir. Bu aynı zamanda komünist olmanın kriteridir.

Lenin, "işçi sınıfının kurtuluş teorisi" diye tanımladığı marksizmi bir dogma olarak kavramaz. "Biz doktriner değiliz. Bizim doktrinimiz bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur. Biz Marx'ın veya marksistlerin, sosyalizmin yolunu bütün yönleriyle tanıdığını savunmuyoruz. Bu saçmadır. Biz bu yolun yönünü tanıyoruz." (Lenin) Kautsky'nin en büyük suçu, diyordu Lenin, teoriyi bir dogma olarak kavramasıdır. Teori, "verili bir aksiyomlar, önermeler ve tahminler kümesi" değildir. Kautsky, teorinin pratik ile bağını kopardı. Ekonomik ve toplumsal değişimleri, bununla birlikte yükselen işçi sınıfının devrimci mücadelesini ortodoksiye tabi kıldı. "Seçim zaferinden" şaşmadı. Dogmatizm, oportünizmi ve ihaneti mayaladı:

"Marksist teori aynı zamanda siyasal mücadele içinde bir nesnedir; onu geliştirememek, somutlaştıramamak ve tadil edememek, onun revizyonuna ve işçi sınıfı hareketini silahsız bırakacak güçler tarafından ele geçirilmesine davetiye çıkarır."

LENİN(İZM)E DAVET
Marksizmi, sınıf mücadelesinin bugünkü uğrağında teorik ve politik olarak konumlandırma çağrısı, marksizmin devrimci diyalektiğinde nitel bir sıçramayı ifade eden leninizmi "aşma saplantısı"nı yahut Lenin öncesi ortodoksiye dönüş arzusunu dışlar. Çağımızda marksizmi devrimci temelde yeniden kurgulama ve üretme, ancak leninizme bağlı şekilde, leninist hegemonya mantığıyla başarılabilir. Alan Shandro bu yüzden, burjuvazi ve akademi dünyası tarafından "evcilleştirilemeyen" Lenin'i sahneye yeniden davet eder.