20 Eylül 2024 Cuma

İbrahim Çiçek yazdı | Devrimci harekete kötümser bir bakış

Hepsini bir kalem darbesiyle "etkisiz eleman" konumunu içselleştirmiş olmakla, "sinsi bir konformizmin" "bilinçleri(ni) ve ruhları(nı) teslim almış olması"yla suçlamak, yaftalamak basbayağı gerici propaganda sınıfına girer. Bu tespit ve analizler geriye devrimci hareketten bir şey bırakıyor mu?!.. Doğru silkinmek gerekiyor! Örneğin silkinip devrimci harekete ilişkin kötümser, devrimci hareketin gerçeklerine dayanmayan tespit ve analizlerden kurtulmak gerekiyor!

"Devrimci Bir Odak İhtiyacı" başlıklı yazı ilkin Şubat ayında "alinteri9.org" internet sitesinde sonra da mayıs ayında aşağı yukarı yarısı çıkartılmış olarak Devrimci Proletarya dergisinin 5. sayısında yayımlandı. Bu yazının devrimci harekete dair tespit ve analizlerini tartışmak istiyoruz. Özellikle fiili meşru mücadele sahasında devrimci bir odak yaratma sorun ve görevi, hemen halledilebilecek olmasa da emekçi sol hareketin devrimci kanadının en önemli sorunlarının birinci sırasında yer alıyor. Bu sorunun çözümüne katkıda bulunacak her çaba, emek önemlidir. 1970'lerden günümüze değişik dönemlerde yaşanan farklı, kimi başarılı ama çok sayıda başarısız girişimin, deneyimin de gösterdiği gibi devrimci yapıların devrimci bir odak yaratma çabaları, devrimci hareketin gerçeklerine dayanmazsa başarılı olamıyor. Nitekim son birkaç yıldır fiili meşru mücadele alanında bir devrimci çekim merkezi yaratma yolunda süren çabaların ne kadar zorlanıldığı, çok az ilerleme kaydedebildiği de biliniyor. Ol sebepten hemen şimdi devrimci hareketin ve onu oluşturan yapıların gerçeklerinin olumlu ya da olumsuz yönde abartılmasının süreçlere olumlu katkı sağlamadığının altını çizmekte yarar var.

O arada "Devrimci Bir Odak İhtiyacı" başlıklı yazının meramını parlamentarist, reformist TİP üzerinden anlatmaya çalışmasını sanki TİP devrimci bir odak yaratma sorununun muhatabıymış gibi bir izlenim yarattığı için doğru bulmadığımızı geçerken belirtelim.

Okuyucunun dikkatini yazının özellikle "devrimci bir odak ihtiyacı"nı ortaya koyuşunun çıkış noktasını oluşturan tespit ve analizlere çekmek istiyoruz. Yazının birçok bakımdan hatalı bulduğumuz giriş pasajını aktararak başlayalım:

"Türkiye'de kitlelere güven veren etkili bir devrimci odak ihtiyacı her geçen gün biraz daha yakıcılaşıyor. Bu konudaki boşluk hemen her gün her alanda karşımıza çıkıyor. 'Devrimci-sosyalist olduğunu iddia eden irili-ufaklı örgüt bolluğundan geçilmezken bu da nereden çıktı şimdi' diye soran olur mu bilemeyiz. Gerçi bu haksız bir soru olmaz. Gerçekten de ortada devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre var. Hatta olur olmaz nedenlerle bunlara neredeyse her gün yenileri ekleniyor. Gel gör ki, hemen her gün, başımızı nereye çevirsek insanın kanını donduracak olaylarla karşılaştığımızda bile 'işte bu!' dedirtecek bir tepkiyi örgütleyip önayak olabilecek tek bir devrimci-sosyalist odak yok ortada. Nicelik açısından görece 'güçlü' olanlar bile protestoculuğun ötesine geçen bir yaptırım gücüne sahip değil. Yapılan protestolar da devletin çizdiği sınırları pek aş(a)mayan 'ruhunu kurtarma seansları' olmanın ötesine geçmiyor."

"Devrimci-sosyalist olduğunu iddia eden irili-ufaklı örgüt bolluğu" betimlemesi kuşkusuz emekçi sol hareketin devrimci ve reformist kanatlarını kapsıyor. Yazı devrimci hareketin durumunu bu pasajda tespit ve tanımlamalarında olduğu gibi görüyor. Faşist şeflik rejiminin devrimci harekete karşı sistematik ve etkili tarzda psikolojik savaş yürüttüğü, burjuvazinin elindeki tüm ideolojik araçlarla devrimci harekete saldırdığı, işçi sınıfı ve emekçiler arasında devrimci hareketin saygınlık ve prestijinin düşük olduğu, devrimci harekette özgüvenin tasfiyeciliğin etkileri nedeniyle erozyona uğradığı koşullar altında devrimci hareketin zayıf yanlarının, yetmezliklerinin, eksik ve hatalarının abartılması yanlış olmaya yanlıştır, ama ondan da öte nesnel olarak tasfiyeciliği beslemekten tutalım da psikolojik savaşa dolaylı yedek durumuna düşmeye kadar uzanan olumsuz roller oynar.

Yazıdaki, "Devrimci-sosyalist olduğunu iddia eden irili-ufaklı örgüt bolluğundan geçilmezken bu da nereden çıktı şimdi diye soran olur mu bilemeyiz" ifadesi, devrimci bir odak ihtiyacına ilk kez dikkat çekiliyormuş ve ilk kez tartışılıyormuş gibi bir izlenim yaratıyor. Birleşik mücadeleyi örgütleme çabası içerisindeki devrimci yapılar yıllardır bu gerçeği zaten açıklıyorlar, tartışıyorlar ve dahası halihazırda çok yol alamamış olsalar bile devrimci bir odak yaratma yolunda Alınteri-Devrimci Proletarya'nın (DP) da içinde olduğu kolektif çabalar sürüyor!.. Ama gel gör ki yazı "devrimci bir odak ihtiyacı" üzerinde dururken sanki bu gerçeklik yok gibi veya bu gerçeklikten bihaber gibi, finalde "aynıların aynı yerde öbekleşmesini" sorunun çözümünün başlangıcı olarak sunuyor.

İkincisi, "irili-ufaklı örgüt bolluğundan geçilme"diği şeklindeki tespit ve onun arka planını oluşturan görüş açısı ve buradaki ifadelendirme oldukça sorunlu görünüyor. "İrili-ufaklı" söylemi aynı nitelikteki şeyler arasındaki nicelik farkları yansıtmak için kullanılır. "Örgüt" dediğimiz gerçeklikten "irili-ufaklı" ifadesiyle bahsetmek, önsel olarak "bol" olduğu iddia edilen bu örgütler arasındaki nitelik farklılığının birkaç bakımdan reddedilmesi veya önemsizleştirilerek yok sayılması propagandası oluyor.

"Devrimci-sosyalist olduğunu iddia eden" "örgütler" arasında dergi çevreleri, çevre derekesine düşmüş yapılar, dernekler, parti öncesi örgütler var, sendikalist yapılar ve hareketler var, legal veya illegal partiler var vb. Bunlar örgütsel nitelik bakımından farklı gerçekliklerdir. Örnek, ESP ile SMF örgütlenme biçimi olarak iki ayrı niteliğe tekabül eder, birisi "parti", diğeri "meclisler federasyonu"dur. Bu nitelik farklarının bir boyutudur.

"Devrimci-sosyalist olduğunu iddia eden" örgütler arasında örneğin TKP, TKH de var MLKP de var. TİP, EMEP, SYKP de ESP de var!.. Burada söz konusu olan ise hem ideolojik hem de siyasal-sınıfsal nitelik farkıdır. Oportünistler, reformistler ile devrimcileri, marksist leninist komünistleri "irili-ufaklı" torbasına doldurmak ne duyarlı devrimci yaklaşımdır ne de marksist materyalist analizle ulaşılan gerçeğin aslına uygun düşen bir sonuç.

Üçüncü olarak devrimci partiler arasında da nitelik farkları var, örneğin kendisini maocu veya maoist tanımlayanlar var, öyle bir tanımı reddedenler var vb.

"Devrimci bir odak ihtiyacı"nın yanıtlanmasının muhatabı devrimci örgütler arasında nitelik farkları olmadığını iddia etmek ve keza aradaki "nicelik" farklarının da önemsiz olduğu yaklaşımını yaymak, buradan çıkan mantıki sonuç olarak "devrimci bir odak ihtiyacı"nın yanıtlanmasında oynayabilecekleri roller bakımından pek bir fark olmadığı ve olmayacağı iddiası için taşları döşemek de marksist materyalist bir tutum değildir. Nitelik farklarını ortaya koymaktan imtina etmek, "nicelik" farklarını önemsizleştirmek, "devrimci-sosyalist olduğunu iddia eden"leri aynılaştırmaya çalışmak en hafif ifade ile gerçeklerin analizle düzeltilmesi alanına girer. Buradan tabii ki, kendiliğinden "neden, hangi amaçla" yapılmaktadır sorusu çıkmaktadır.

"Gerçekten de ortada devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre var. Hatta olur olmaz nedenlerle bunlara neredeyse her gün yenileri ekleniyor", "neredeyse her gün"! Eğer Türkiye'den bahsediyorsanız, "devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre"nin var olduğunu iddia etmeniz doğru olur mu? Örneğin İstanbul'da "devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre"den bahsetmeniz belki bir dereceye kadar mümkündür. Oysa ismini duyduğumuz, değişik etkinliklerde bayraklarını vb. gördüğümüz "yapılar" (dergi, çevre, dernek, hareket, örgüt, parti vb.) gerçekte İstanbul'da birkaç fabrikada, birkaç semtte bile örgütlü değiller!Kuzey Kürdistan saklı kalsın, var olduğu söylenen "devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre" Türkiye'nin kaç merkezinde örgütlüdürler ki, Türkiye'de "devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre" olduğunu tespit ve iddia edebilelim! Çevre, örgüt, parti vb. onları kendileri hakkında ne düşündükleri, ne söyledikleriyle değil, kendilerini var edişleriyle, yaptıklarıyla değerlendirebilirsiniz. Bütün marksistlerin paylaştığı materyalist ölçüttür bu. Hal böyleyken Türkiye'de "devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre"nin var olduğunu iddia etmek ajite olmuş coşkulu bir subjektivizmdir! Bırakın Türkiye'yi, bırakın başka kentleri İstanbul'da bile örgütü olmayan "örgütler" veya örgüt olma niteliğini kaybetmiş örgütler herkesin gözleri önündedir!

"Devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre" var ve "Hatta olur olmaz nedenlerle bunlara neredeyse her gün yenileri ekleniyor". "Olur olmaz nedenlerle" derken, ilkesiz bölünmelere devrimci ve eleştirel bir yaklaşım gösteriliyor. Bu mantık içinde "yeni eklenenler", bölünmeler sonucu oluyor. Doğru, son çeyrek yüz yıllık dönemde bazı istisnalar hariç "devrimci-sosyalist olduğunu iddia eden" belli başlı yapılar bölünmeler yaşadı. Hatta bölünemeyecek kadar küçülmüş kimi yapıların bile bölünme yeteneği göstererek atomize olduklarına da tanık olduk. Diğer yandan başarılı olup olmadığı belirsiz SYKP, kuruluşundan birkaç yıl sonra bölünen, başarısızlığa uğrayan Devrimci Komünarlar Partisi (DKP) örneklerinde gördüğümüz gibi birleşme girişimleri de oluyor. Bu da emekçi sol hareketin gerçekliğinin atlanmaması gereken bir yanı... "Neredeyse her gün yenileri ekleniyor" tespiti "neredeyse" ihtiyat kaydına karşın vurgu taşmasından öte bir abartmadır. "Neredeyse her gün yenileri eklendiği" yani yeni "yeni" bölünmelerle "yeni" "örgüt", "çevre", "parti" vb'nin kurulduğu iddiası olumsuz gerçekliğimizi nesnel olarak bir karşı propaganda düzeyine denk düşecek şekilde köpürtmektir. Ve emekçi sol hareket bakımından olumsuzluğun olduğundan çok büyük gösterilmesidir; özellikle de günümüz koşullarında halkın devrimci hareketi daha yakından tanıyan ilerici kesimleri arasında devrimciler-devrimci örgütlerle ilgili, derin önyargıları, güvensizlikleri besler.

"Gel gör ki, hemen her gün, başımızı nereye çevirsek insanın kanını donduracak olaylarla karşılaştığımızda bile 'işte bu' dedirtecek bir tepkiyi örgütleyip önayak olabilecek tek bir devrimci-sosyalist odak yok ortada. Nicelik açısından görece 'güçlü' olanlar bile protestoculuğun ötesine geçen bir yaptırım gücüne sahip değil. Yapılan protestolar da devletin çizdiği sınırları pek aş(a)mayan 'ruhunu kurtarma seansları' olmanın ötesine geçmiyor."

Besbelli ki, Alınteri-DP, "Devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre"ye baktığında kayda değer olumlu bir şey göremiyor; bu yazının bütününde yansıdığı gibi sorun görüş açısındadır. O görüş açısının bir yanında yukarıda gösterdiğimiz gibi olumsuzlukları abartma duruyor. Diğer yanında ise olumlu olanı, kazanılanı, pozitif olanı, başarılmış olanı görememek, gördüğünde ise değersizleştirerek, önemsizleştirerek sunmak var. Bu ikisi birbirini tamamlıyor ve bütünlüklü kötümser bir yaklaşım çıkıyor.

Yazı denklemi nasıl kuruyor?

Bir yanda "hemen her gün, başımızı nereye çevirsek insanın kanını donduracak olaylar" var! Yani hemen ve derhal devrimcilerin ellerinden gelen her şeyi yapmaları gereken sayısız, olay gelişme vb. var! Doğru mu? Evet, kuşkusuz doğru!

Diğer yanda "'İşte bu' dedirtecek bir tepkiyi örgütleyip önayak olabilecek tek bir devrimci-sosyalist odak yok" ortada... Peki bu doğru mu? Evet gerçekten bu da doğru. Belki de "doğru gibi" görünüyor demek yerinde olur, ama buna daha yakından bakmak gerekiyor. Ama kanımızı donduran ya da dondurmayan sayısız gelişmeler karşında devrimci hareketi oluşturan yapıların tepki verişlerinin, kendilerini aşan daha büyük çaplı tepkiler örgütleme çaba ve yönelimlerinin eşitsiz olduğu gerçekliğini kuvvetle vurgulayalım.

Okuyucunun dikkatini, yazının burada herhangi bir "devrimci-sosyalist odaktan" değil, "'işte bu' dedirtecek bir tepkiyi örgütleyip önayak olabilecek" devrimci sosyalist odağın tanımlanıyor olmasına çekmek isteriz. Bu betimleme hem nicelik ve hem de nitelik bir yükseklik tarifi yapıyor. Çıta oldukça yükseğe konuyor ve böylece herkesin çıtanın altında kalması güvenceleniyor!

Yazı denklemin bu tarafını mümkün olduğunca mükemmeliyetçi kurguluyor. Son cümlede bu pekiştiriliyor. "Nicelik açısından görece 'güçlü' olanlar bile protestoculuğun ötesine geçen bir yaptırım gücüne sahip değil" diyerek, şema güçlendirilerek tahkim ediliyor. Güçlünün tırnak içerisine alınmış olduğu da dikkat çekiyor... "Protestoculuğun ötesine geçen bir yaptırım gücü..." Burada okura devrimci pratiğe değil sonuca bak, eğer devrimci pratik karşı tarafı talebini, istemini yapmak zorunda bırakmıyorsa ("yaptırım gücü" deniyor!) benzer diğerlerinden farklı sayılmaz düşüncesi işleniyor.

Neden gerçeklerden yola çıkmak varken mükemmeliyetçi bir şema kurma ihtiyacı duyuluyor? Bir şemadan yola çıkılarak "devrimci-sosyalist olduğunu iddia eden" yapıları değerlendirmenin diyalektik materyalizmle bağdaşmaz olduğu bilinmiyor mu? Hakikaten bu düşünüş, ele alış tarzının itici gücü ne?

Şu sıralar "devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre"den herhangi birinin tanımlandığı gibi bir "yaptırım gücü" yoktur.

Ve dahası var. Zaten protestolar protesto olarak da beğenilmiyor! "Yapılan protestolar da devletin çizdiği sınırları pek aş(a)mayan 'ruhunu kurtarma seansları' olmanın ötesine geçmiyor". Devrimci pratikler "ruhunu kurtarma seansları" olarak mühürlenip mahkum edilince iş iyice çığırından çıkıyor! Bir devrimci pratiğe yöneltilen eleştirinin ölçütü imal edilmiş bir şemaya uyup uymaması olamaz. Devrimci pratiğin eleştirisi diyalektik materyalist açıdan olsa olsa bir devrimci pratiğin karşısına onu aşan bir devrimci pratiğin konması olabilir. Mükemmeliyetçilik ve şematizm devrimci eylemin küçümsenmesini getirdiği gibi, kibir hasatlığını da nüksettiriyor. Kibir bazen de işte böyle güya kendisini de katarak diğerlerini değersizleştirme, önemsizleştirme biçiminde tezahür ediyor. Hatta "göreli üstünlükler ve göreli başarılarla yetinen sinsi bir konformizm" gibi teorilerin geliştirilmesinin itici gücü oluyor.

Yazı Erzincan-İliç'te yaşanan maden katliamı gerçekliğini vurguluyor ve şu sonuca gidiyor: "(...) ahlaki çürümenin tavan yapmasına (…) kadar toplumsal yaşamın her alanında, her gün adeta her saat görüyoruz. Ortada neredeyse her şey var, bir tek umutsuzluk ve karamsarlık içindeki kitlelere güven ve umut verecek devrimci sosyalist bir çekim merkezi yok! Devrimci bir odak ihtiyacı işte bu boşluktan kaynaklanıyor!"

Önce 2024 Mart-Nisan-Mayıs Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da kitlelerin "umutsuzluk ve karamsarlık içinde" olduğu tespiti kitle gerçekliğini yansıtmayan, kitlelerdeki değişimi görmeyen subjektif, kötümser bir yaklaşım. Kendi kötümserliğini kitlelere yüklemek değil mi bu! Örneğin incelemekte olduğumuz bu yazı "umutsuzluk ve karamsarlık içindeki kitlelere güven ve umut" veriyor mu? Hatta bu yazı devrimcilere umut ve güven veriyor mu diye de sormak gerekir. Alınteri/DP okurlarına umut değilse de belki güven verebilir, eh onlar da bizden farklı değillermiş duygu ve bilinciyle rahatlatıcı olabilir. "Göreli zayıflığı" ve "göreli başarı yoksunluğunu" tolere eden bir tür "göreli konformizm" üretebilir.

Hemen sonra şunlar yazılıyor:
"Nasıl dolduracağız peki bu boşluğu? Aklın gösterdiği yol açık aslında: Aynıların -daha doğrusu temel esaslar konusunda birbirlerine en yakın olanların- aynı, ayrıların (ayrı- bn.) yerde toplanıp öbekleşmesi! Bir nevi sadeleşme. Bu bile bir ilerleme olacak."

Bu kadar kolay ve basit ama devrimci hareket böyle bir "sadeleşme"den bile yoksun! Devrimci hareketin gerçekliği böyle değil tabii. Öyle diyelim böyle "bir sadeleşme", hiç değilse birleşik mücadele güçleri gerçekliği içerisinde birkaç yıldır zaten var değil mi? Bizim bildiğimiz kadar bütün taraflar "aynıların", devrimci yapıların (hiç değilse büyük bölümünün) aynı yerde olduğunu düşünüyorlar...

Bu "sadeleşme", "öbekleşme" yaklaşımı dışında yazının "devrimci bir odak ihtiyacı"nın kimler tarafından ve nasıl karşılanacağına dair bir görüşü yoktur. Yazı "devrime önderlik iddiasına sahip onlarca örgüt ya da çevre"yi ayrıştırıp "öbekleştirecek" "temel esaslar konusu"nun neler olduğunu da açıklamıyor.

Ortada "(...) umutsuzluk ve karamsarlık içindeki kitlelere güven ve umut verecek devrimci sosyalist bir çekim merkezi yok! Devrimci bir odak ihtiyacı işte bu boşluktan kaynaklanıyor" görüşündeki yazı, bu boşluğun nedenlerini de şöyle açıklıyor:

"Gözümüzün önünde olup biten kan dondurucu olay ve gelişmelere dahi doğru dürüst tepki verilemez hale gelinmesinin başta gelen nedeni, 2000 sonrası sürüklenilen 'etkisiz eleman' konumunun içselleştirilmiş olması. Devrimi örgütleme iddiasının silikleşip kaybolması. Göreli üstünlükler ve göreli başarılarla yetinen sinsi bir konformizmin bilinçleri ve ruhları teslim almış olması. Önce bu konularda bir silkinme gerekiyor."

Bu analize göre "sinsi bir konformizmin" gelişmesinin itici gücü ve ön koşulu, 2000'lerde "göreli üstünlükler ve göreli başarılar" kazanabilmiş olmaktır. Demek ki, 2000'den sonra "göreli üstünlükler" ve "göreli başarılar" kazanamayan "devrimcilik sosyalizm iddialı" çevre, grup, örgüt, parti vb. yapılar "göreli üstünlükler ve göreli başarılarla yetinen sinsi bir konformizmin bilinçleri ve ruhları teslim almış olması" imal edilmiş gerçekliğinin dışında kalıyor.

Devrimci hareketin, onu oluşturan devrimci yapıların durumu eşitsizdir. Gelişmeleri, deneyimleri, kuvvetleri, varoluş tarihleri vb. eşitsizdir. Bugünden geriye doğru bakıldığında bu nesnel bir gerçekliktir. Kimse eşitsiz gelişme yasasının işleyişinin dışında değildir, dışında kalamaz. Bu hakikat yok sayılarak devrimci hareket diyalektik materyalist anlamda doğru analiz edilemez ve doğru sonuçlar çıkartılamaz ve tabi devrimci hareketi geliştirecek devrimci politikalarda kurulamaz. Gelişmenin eşitsizliğinin kendisini "tepki" verişlerde göstermesinde de bir terslik yoktur.

Devrimci örgütlerin 2000 sonrası gelişmeleri farklı farklı olmuştur. Aynı koşullar altında ileri hamle yapanlar, devrimci öncülük, önderlik iddiasını büyütenlerde bırakalım devrimci öncülük, önderlik iddialarının erozyona uğramasını, varlık yokluk sınırına düşenler de var. Hepsini bir kalem darbesiyle "etkisiz eleman" konumunu içselleştirmiş olmakla, "sinsi bir konformizmin" "bilinçleri(ni) ve ruhları(nı) teslim almış olması"yla suçlamak, yaftalamak basbayağı gerici propaganda sınıfına girer. Bu tespit ve analizler geriye devrimci hareketten bir şey bırakıyor mu? Doğru silkinmek gerekiyor! Örneğin silkinip devrimci harekete ilişkin kötümser, devrimci hareketin gerçeklerine dayanmayan tespit ve analizlerden kurtulmak gerekiyor! Örneğin silkinip Alınteri-DP'nin de içerisinde olduğu devrimci bir odak yaratma çabaları yokmuş gibi yazmaktan vazgeçmek gerekir! Silkinip, devrimci hareketi oluşturan yapıların gerçekliğini ve kendi gerçekliğimizi kabul etmek devrimci bir odak ihtiyacını yanıtlamak bakımından verili düzeyimizden daha ileri bir düzeye gidişe katkı sağlayabilir.