5 Aralık 2024 Perşembe

MLKP Komutanı Ferzad Can: Devrimci hareketimizin gelişimi devrimci eylemden geçmektedir

MLKP komutanı Ferzad Can, Türkiye, Kürdistan ve dünyada faşizmin işçi ve emekçiler, kadınlar, gençler, ezilen uluslara karşı saldırılarına karşı silahlı mücadelenin önemine işaret etti. Yasalcılık, parlamentarist hayallere ilişkin değerlendirmelerde bulunan Can, işçi ve emekçilerin devrim yürüyüşünün ancak silahlı mücadeleyle, yaratılacak halk ordusuyla mümkün olduğuna dikkat çekti. Can, gençlere, kadınlara yüzlerini gerilla alanlarına dönme, kentlerdeki milis ve müfrezeler içinde aktif görev alma çağrısında bulundu.

Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) 7. Kongresinde önümüzdeki dönem mücadele perspektiflerini oluşturdu. İşçi ve emekçilerin, kadınların öncülüğündeki devrimin zaferi için silahlı mücadelenin önemine işaret edilen kongrenin ardından değerlendirmelerde bulunan MLKP Hüseyin Demircioğlu Akademisi Komutanı Ferzad Can, sömürgeci faşist şeflik rejiminin "ez ve çöz" politikasına karşı yürütülecek mücadelenin devrimci kitle şiddetine dayalı silahlı mücadeleyi koşulladığına dikkat çekti.

Emekçi sol hareket içindeki sosyal şoven yaklaşımların yanı sıra, parlamentarist hayalleri eleştirdi, işçi ve emekçiler, kadınlar öncülüğünde devrimin zaferi için yürütülecek mücadelenin temel dinamiklerine işaret etti. Can'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

SÜREÇ DEVRİMCİ KİTLE ŞİDDETİNE DAYALI SİLAHLI MÜCADELEYİ KOŞULLUYOR

İçinde bulunduğumuz sürecin özgün yanlarını kısaca değerlendirebilir misiniz?
Sömürgeci faşist şeflik rejiminin, "ez ve çöz" politikası uyguladığı, başta Kürt özgürlük hareketi olmak üzere komünist ve devrimci partilere karşı ideolojik ve siyasi tasfiyeyi dayattığı ve bu politikadan kesin sonuç almaya çalıştığı, Kuzey Kürdistan'da sömürgeci savaşı, Rojava ve Başûrê Kürdistan'ında işgalci saldırganlığı tırmandırarak Kürt halkının özgürlük talebini bir kez daha katliamlarla bastırmaya çalıştığı; Türkiye'de faşist devlet terörüyle, işçi ve emekçilerin, ezilenlerin ve kadınların sınıfsız, sömürüsüz ve cins ayrımsız bir dünya özlem ve istemini bastırmaya, kitleleri teslim alınmaya, korku imparatorluğu yaratmaya çalıştığı bir süreçten geçiyoruz.

Bütün veriler, bu siyasal sürecin, yeni dönemde de sert mücadeleler temelinde ilerleyeceğini göstermektedir. Doğası gereği süreç, iktidar hedefli, yasadışı, devrimci kitle şiddetine dayalı ve silahlı biçimlerin önde olmasını zorunlu ve kaçınılmaz kılmaktadır. Bu nedenle devrimci öncü kuvvetler ve bir bütün olarak antifaşist kuvvetler, ilerici toplumsal güçler, kendisini tüm kurum ve kuruluşlarıyla Türk İslam ideolojisiyle yeniden yapılandıran faşist saray rejiminin topyekun ezme ve imha saldırılarına direnme, savaşma yetenek ve kararlılığı gösterme, siyasal varlık hakkını yeniden kazanma görev ve sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

YASAL MEVZİLER KORUNMASI GÖREVİ KÜÇÜMSEMEMELİ
Buradan yasal mevzilerin korunması, barışçıl ve fiili meşru mücadeleye dayalı kitle eylemlerinin geliştirilmesi yönündeki görev ve sorumlulukları küçümseme veya yapmama/erteleme gibi yanlış bir sonuç çıkarılmamalıdır. Süreç faşist diktatörlüğe karşı yeni mücadele döneminin, fiili meşru devrimci direnişin geliştirilmesinin yanı sıra, mücadelenin askeri biçimlerinin her alanda ve her yönüyle yaygınlaştırılması ve geliştirilmesinin büyük bir önem ve aciliyet kazandığını göstermektedir.

EZİLENLER BİRLEŞİK MİLİS GÜÇLERİYLE KENDİ ÖZSAVUNMASINI OLUŞTURMALI
Faşist saray rejiminin tırmandırdığı devlet terörü, katliamlar ve ırkçı-milliyetçi-şoven-dinci politikalarla toplumu gerici tarzda ayrıştırdığı, kitle hareketinin geriye çekildiği ve meşru demokratik eylemler, fiili meşru direniş imkanları, demokratik siyaset alanını büyük ölçüde daraltıp, halkçı demokratik cephenin etkisi ve rolünü sınırlandırdığı bir süreç yaşanmaktadır. Faşist rejim buradan derinleşmeye ve nihai sonuç almaya çalışmaktadır. Devrim ile karşıdevrim arasındaki çatışmanın sertleştiği günümüz koşullarında, mücadelenin şiddete dayanan biçim ve yöntemlerinin geliştirilmesini, silahlı devrimci direnişin, karşıdevrimci saldırganlığı durdurup püskürtebilecek, devrimci kitle hareketinin önünü açabilecek güç ve kapsamda örgütlenmesini; Kürdistan'da uzun bir süredir devam eden ulusal devrimi Türkiye cephesine yayma ihtiyacını daha da arttırmaktadır. Kürtler, Aleviler, kadınlar, gençler, işçiler ve emekçiler kendi yaşam alanlarında faşist saldırılara, katliamlara karşı kendilerini, yaşam alanlarını, mahallelerini, okullarını vb. savunmak için komiteler, savunma birlikleri, birleşik milis güçleri biçiminde kendi özsavunmalarını oluşturmalıdırlar. Elbette devrimciler buna öncülük etmelidir.

Büyük kentlerin varoluşlarında geliştirilecek yaygın milis örgütlenmeleri faşizme karşıdevrimci direnişin temel ayaklarından biri olacaktır. Gizli, yarı gizli milis örgütlenmelerinin devrimci yöntemlerle geliştirecekleri direniş, diktatörlüğün güçlerinin hareket alanını sınırlandıracağı, devrimci güçlerin hareket alanını genişleteceği gibi, varoşlarda fiili meşru kitle direnişlerinin geliştirilmesinde öncü ve sürükleyici rol oynayacaktır. Devrimci hareketimizin gelişimi ve başarısının mayası devrimci eylemden geçmektedir.

GERİLLANIN EYLEMLERİ DEVLETİN PSİKOLOJİSİNİ ALTÜST ETTİ
Yeterli bir eylemliliğin olmadığı yer ve zamanda ya da faşist devlet terörü ve katliamlarla korkunun egemen kılınmaya çalışıldığı koşullarda, öncü hamlelerle yol açmak, örnekler yaratmak, inisiyatif alarak harekete geçmek, biriken öfkeyi açığa çıkarma bakımından özel bir önem taşımaktadır. 2024'ün öngünlerinde özgürlük gerillasının Zap'da, Metîna'da, Xakurkê'de sömürgeci faşist Türk burjuva devletine vurduğu ve psikolojisini altüst ettiği eylemlerin yarattığı etkiye hep birlikte tanıklık ettik. Keza Erdal ve Rojhat yoldaşların Ankara eyleminin sömürgeci faşist Türk burjuva devletinin psikolojik savaş propagandasını yerle bir ettiğini, hiçbir tekniğin ve teknolojinin gerillayı durduramayacağını gördük. Her iki eylem, "tekniğin ve teknolojinin bu kadar geliştiği koşullarda kentte ve kırda gerilla mücadelesi sürdürülemez" diyenlere de bir yanıt niteliğindeydi. Kısaca süreç faşist rejimin katliam ve saldırıları karşısında geri çekilmeyi değil, feda devrimciliği kuşanılarak katliam ve saldırılara yanıt vermeyi, hesap sormayı gerektiren bir süreçtir.

Peki bu süreçte devrimci parti ve örgütler cephesinde gelişen yasalcı eğilimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef sürecin görev ve sorumluluğunu anlamayan, bedel ödemekten kaçınan, aynı zamanda kesintisiz sürdürülen, faşist terör, abluka ve faşist psikolojik savaş yoluyla yürütülen ideolojik, siyasi tasfiyecilik saldırısı altında devrimci parti ve örgütlerin yer yer ideolojik yön kaybına uğradığı, yasal devrimcilik sınırlarına çekildiği, emekçi sol hareket içinde parlamentarist eğilimlerin gelişimine neden olmaktadır.

Üzülerek, bazı devrimci parti ve örgütlerde ideolojik bir yön kaybı yaşandığını belirtmem gerekir. Bazı parti ve örgütlerin ise tamamen savunma pozisyonuna girdiğini görüyoruz. Emekçi sol hareket içerisinde yasalcılığın ve parlamentarizmin rüzgarına kapılıp savrulan bu dostlarımıza tekrar hatırlatmak istiyoruz: Dünya devrimler tarihi bizlere, iktidar perspektifinden kopuk ve zor aygıtlarının kullanımına mesafeli yaklaşan, öncüleri savaşmayan, devrimci şiddeti örgütlemeyen, kitlelerin şiddetini örgütleyemeyeceği gibi onları savaştıramayacağını, kitlelerin etkin öznelere dönüşmelerinin koşullarını da yaratamayacağını söylüyor.

90'lı yılların ortalarından itibaren zora dayalı devrime ve halk iktidarı programına, çizgisine sahip devrimci parti ve grupların sahneye çıkamamasına, var olan parti ve örgütlerin ise yeterince hazırlıklı olmayışlarından kaynaklı, -Rojava Devrimini dışta tutarsak- halk ayaklanmalarının birçoğunun öfke ve enerji boşalmasına dönüşüp sönümlenmesine yol açtığını görürüz. Geride bıraktığımız süreçte Avrupa'da, Asya'da, Latin Amerika'da ve Ortadoğu'da bunun somut örnekleriyle karşılaştık. Türkiye ve Kürdistan bakımından Haziran (Gezi) ayaklanması, 6-8 Ekim ayaklanması, Rojhilat Kürdistan'ında başlayıp İran'ın geneline yayılan ayaklanmayı bu kapsamda değerlendirebiliriz.

KENDİLİĞİNDEN HAREKET PROLETARYANIN İKTİDARINI GETİRMEZ

MLKP zor aygıtlarının kullanımını, silahlı mücadeleyi neden zorunluluk olarak görüyor?
Kapitalist toplumda, proletaryanın sömürüden ve baskıdan kurtulmasına yol açan sınıf savaşımının üç biçiminden söz edilir. Ekonomik, politik, ideolojik savaşım. Bu üç savaşım birbirini tamamlayan bir bütünlük oluşturur.

Ekonomik savaşım işçi sınıfının ekonomik durumunun düzeltilmesi, kazanımlarının güvence altına alınması için verilen mücadeledir. Ekonomik temelli savaşım daha çok sendikalar, kooperatifler vb. örgütlerle yürütülür. Ancak ekonomik savaşım kendi başına işçi sınıfının temel çıkarlarını savunmakta yetersizdir; çünkü ekonomik savaşım kapitalist düzenin temellerine dokunmaz. Kendini ekonomik savaşımla sınırlamak, işçi ve emekçilere bunu bir çıkış yolu olarak göstermek, reformizmin-oportünizmin en belirgin özelliklerindendir. Anarşizmin etkisi altında olup, işçi sınıfının tek örgütlenme biçiminin sendikalar olduğunu ileri süren anarko sendikalistler bağımsız proletarya partisini ve proletarya diktatörlüğünü reddeder. İşçi sınıfının, burjuvazi ile savaşımını boykot, ekonomik temelli sabotaj ve grevlerle sınırlandırır. Marksist leninistler işçi sınıfının ekonomik savaşımını önemsiz görmemekle birlikte sendikalar içerisindeki çalışmayı, sendikalarda örgütlü geniş işçi yığınlarını, öncü partinin görüş açısı ve saflarına kazanmayı, burjuva sendikacılık anlayışına ve sendika bürokrasisine karşı mücadele yürüterek sendikaları sosyalist sınıf görüş açısıyla dönüştürmeyi hedefler. Tek başına kendiliğinden hareketin gelişimi, komünist proletaryanın iktidarıyla taçlanan bir devrimi getirmez.

İŞÇİ SINIFININ İDEOLOJİSİNİ HAKİM KILMA MÜCADELESİ
İşçi sınıfının diğer bir savaş biçimi ise ideolojik savaştır. İdeoloji üretim ilişkileri tarafından koşullanan, belli sınıf çıkarlarını dile getiren ve insanın düşüncesini, duygusunu ve eylemini etkileyen değer yargıları yaratmaya ve davranış normları koymaya yönelik toplumsal-politik, felsefi, dinsel, sanatsal, hukuksal, ahlaksal vb. fikirler sistemidir. Proletarya, ideolojik savaşımıyla burjuva ideolojisine ait ne varsa yıkıp yerine işçi sınıfının ideolojisini hakim kılmaya çalışır.

Sınıflar, devletler, politik gruplar ve uluslar arasındaki savaşlarda, ideolojik yenilginin en kötü ve en acımasız yenilgi olduğu söylenir. Çünkü ideolojik olarak yenilmiş bir sınıf veya toplumun yeniden ayağa kalkması imkansız değilse de, oldukça zordur. İdeolojinin, bir savaşı sürdürüp başarıya götürülmesinde sürükleyici bir role sahip olduğunu biliyoruz. Gerek dünyada gerekse Türkiye ve Kürdistan'da ideolojik olarak yenilen kimi partiler, örgütler ve kadroların tasfiyeciliğe sürüklendikleri, kendilerini düzen içine hapsettikleri; kimi grup ve bireylerin ise ihanete, düzen ideolojisine savrulduğunu biliyoruz. Özellikle modern revizyonizmin çöküşünden sonra emekçi sol cephesinde yaşanan en temel sorunun bu olduğunu söyleyebiliriz.

EGEMEN SINIFLARIN İKTİDARI ZOR KULLANILMADAN YIKILAMAZ
İşçi sınıfının bir başka savaş biçimi de politik savaştır. Politik savaş, sınıf savaşımının en belirleyici tarzıdır. Kapitalizmi yıkmak, sosyalizmi inşa etmek için işçi sınıfı bakımından politik savaşım gereklilikten çok bir zorunluluktur. Politik savaşım biçimleri çok kapsamlı olmakla birlikte, somut tarihsel koşullara göre değişebilecek mücadele biçimlerini kapsar. Mitingler, protesto gösterileri, politik grevler, seçimler, parlamento çalışması, genel grev ve silahlı mücadele... Politik savaşım daha çok örgüt ya da parti gibi politik merkezileşmiş yapılarla sürdürülür.

Her toplumsal savaşın, her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Bu nedenle tarihten, toplumlardan, sınıflardan, sınıf mücadelesinden, ezen ve ezilenlerden, sömüren ve sömürülenden bağımsız bir şiddetten ve savaştan söz edilemez.

Tarihte egemen sınıfların şiddetiyle, silahlı zoruyla karşı karşıya gelmeden gerçekleşen tek bir devrim örneği olmadığı gibi, egemen sınıfların iktidarlarının zor kullanılmadan yıkıldığı tek bir örnekte yoktur. Bu nedenle proletaryanın devrimci iktidar savaşının ancak devrimci şiddet yoluyla gerçekleşebileceği ve bunun aracının da proletaryanın silahlı mücadelesi/ayaklanması olduğunun kabulü ya da reddi, devrimcilerle her soydan oportünist ve revizyonistleri ayırt eden temel çizgilerden biri olmuştur.

SİLAHLI MÜCADELE İLKESEL BİR SORUNDUR
Partimiz, "burjuva düzenin yıkılıp, yeni bir toplum kurulmasının zora dayalı bir devrimle mümkün olduğunu" ve silahlı mücadeleyi ilkesel bir sorun olarak ortaya koymaktadır. Silahlı mücadele sorununda ilkesel olan yan, proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin temel bir sorunu olarak iktidar sorununun -yani iktidarın ele geçirilmesi ve korunmasının- nasıl çözümleneceği temel sorunundan kaynaklanmaktadır. Tüm ilke sorunları gibi bu sorun da, proleter devrim ve onun temel içeriği olarak proletarya diktatörlüğü sorunu üzerinde yükselmektedir. Bu sorunun çözümünün ancak ve ancak şiddet yoluyla gerçekleşebilir olması, bunun temel aracı olarak silahlı mücadeleye ilkesel bir karakter kazandırmaktadır.

Partimiz, proletaryanın silahlı mücadele ve askeri örgütlenme sorununu sınıf savaşımı ve devlet teorisi ile organik ilişkisi içerisinde inceler. Devrimci şiddet ya da devrimci savaş yasasının başlıca özü kitle mücadelesi güçleriyle askeri güçleri birleştirmek, siyasi mücadeleyi en üst biçimiyle silahlı ayaklanmayla birleştirmektir.

KİMİ ÖRGÜTLER 'HAZIRLIK' TARTIŞMASIYLA SİLAHLI MÜCADELEYİ ERTELİYOR
Türkiye'de kimi devrimci parti ve örgütler silahlı mücadeleyi, devrimci şiddeti reddetmeseler de, hatta bunu ilkesel bir sorun olarak görseler de "sürecin bugünkü aşamasında silahlı olmayan biçimler ön planda" diyerek silahlı mücadeleden uzak durmuş, devrimci şiddeti, silahlı mücadeleyi bilinmez bir tarihe ertelemiştir. İstedikleri aşama nasıl bir aşama ise bu aşama bir türlü gelmemiştir. Bundan sonra gelir mi o da belli değil. "Savaş hazırlığı sever"i, "Savaş karargahta kazanılır"ı dillerinden düşürmezler, bunun üzerine yazıp çizerler fakat ortada ne bir hazırlık ne de bir karargah var. İşin tuhaf yanı ise bu parti ve örgüt kadrolarının bu durumdan rahatsızlık duymamasıdır. Kimse sormaz mı; "bu kadar devrimci şiddetten söz ediyoruz da, bunu ne zaman, nerede, kime karşı kullanacağız?'' 1974-80'de olsun, 90'lardan günümüze olsun, bir de silahlı mücadeleyi "ilke olarak" kabul eden, fakat savunma dışında askeri araçlarla hiçbir ilişki kurmayan partiler, gruplar var.

SİLAHLI MÜCADELEDE BUGÜN DÜNDEN DAHA FAZLA ZORUNLULUKTUR
Oysa proletaryanın savaşımı bir iktidar savaşımıdır. Dolayısıyla proletaryanın devrim partisi silahlı mücadeleyi, devrimci şiddet olgusunu bunlarla sınırlandıramaz. iktidar perspektifinden kopuk bir silahlı mücadele, devrimci şiddet, devrimci savaş ve kitle şiddeti devrimci bir ordu haline getirme bakış açısından ve pratik yöneliminden yoksun her türlü girişim yenilgiden kurtulamaz. Dün silahlı mücadeleyi darlaştırarak sürdürenler bugün bu pratiklerden de yoksun hale gelmişlerdir ya da silahlı mücadeleyi ilkesel bir sorun olmaktan çıkarmışlardır. Fakat şunu biliyoruz ki; silahlı mücadeleyi ilkesel bir sorun olarak görmekten vazgeçilmesi, parti ve örgütlerin çizgisel olarak reformizme, parlamentarizme, legalizme savrulmalarıyla ilgilidir, yoksa silahlı mücadelenin bir zorunluluk olma koşullarının ortadan kalktığıyla ilgili değildir. Tam tersine bugün dünden daha fazla bir zorunluluk haline gelmiştir. Silahlı ayaklanmayı lafta kabul etmek, fakat pratikte, daha baştan itibaren buna yönelen pratik bir hat izlememek-eğitim, askeri araç-gereç edinme, milis, müfreze oluşturmak vb. olmaması, teori ile pratik arasındaki çelişkinin, yani oportünizmin en açık ifadesidir. 
Lenin 2. Enternasyonal'in tasfiyeci, sınıf işbirlikçisi partilerin savaşa dair kararlarını eleştirirken: "Bir parti çekmecelerindeki kararlarıyla değil, pratikleriyle, eylemleriyle değerlendirilir" diyor. Yani sizi devrimci kılan ne söylediğiniz ne yazdığınız değil ne yaptığınızdır.

'74 SONRASI DEVRİMCİ ÖRGÜTLER DEVRİMİ ÖRGÜTLEME STRATEJİSİNDEN YOKSUNDU
Dünyanın farklı ülkelerinde devrimci ve komünist hareketlerin, sınırları ve doğru bir siyasi, askeri ve örgütsel çizgi saptama gücüne sahip olmamalarından kaynaklı mücadeleyi kaybettiklerini biliyoruz. Aynı durum '74 Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci hareketleri bakımından da geçerlidir. '74 sonrası devrimci örgüt ve partilerin gerek "barışçı devrimci gelişim stratejileri", gerek iktidar bilinci ve devrimi örgütleme stratejisinden yoksun olmaları cepheleşme görevine grupçu ve apolitik ilgisizliklerinden kaynaklı 12 Eylül faşist askeri darbesi karşısında büyük bir yenilgiyle yüz yüze kaldığını biliyoruz.

Ciddi bir kitle desteği, bir o kadar da kadro gücü olmasına rağmen; devrimci örgütlerin silahlı devrim bakış açısına uygun konumlanamayışı, savaşın olmazsa olmazlarından olan; amaç açıklılığının olmayışı, doğru bir strateji ve taktikten yoksunluk, silahlı devrim bakış açısına uygun askeri araç ve örgütlerin kullanımındaki darlık ve sınırlılık yenilgiyi kaçınılmaz kılmıştır. Oysa bu saydıklarımız savaşın temel ilkeleri olmakla birlikte bu ilkelere yaklaşım politik-askeri bir parti ve örgüt bakımından bir ciddiyet ölçüsüdür.

'71 devrimci atılımı, faşist darbe karşısında, yarı askeri faşist diktatörlükle savaşmaya cüret ederek ve savaşarak, direnme, mücadele etme ruhunu canlı tutarak, boyun eğmeme, teslim olmama geleneğini örgütleyerek, söz-eylem tutarlılığını zirveleştirerek girdiği muharebelerde güç eşitsizliği ve hazırlık yetersizliği koşullarında yenilmiştir. Fakat geleceğin devrimci kuşaklarına devrimci tutarlılık ve adanmışlığın nasıl olması gerektiğini tarihi bir miras olarak bırakmıştır.

Kürt özgürlük hareketinin '84 1 Ağustos atılımını ve sonrasındaki gelişimini dışta tutarsak 74 sonrası Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi bu mirasa yeterince sahip çıkamamıştır. 74 sonrası devrimci hareketin 'barışçıl gelişim stratejisi' aynı zamanda devrimci hareketin silahlı mücadeleye bakış açısını alabildiğine yüzeyselleştirmiştir.

"Maceracılık", "sol sapma", "silahlı eyleme ancak kitle mücadelesinin belirli bir aşamasından sonra başvurulabileceği" gibi şablonlarla hareket edilmiş, silahlı mücadeleyi ve devrimi bilinmez bir tarihe havale etmiştir. 

MLKP'NİN KURULUŞU '74-'94 HAREKETİNİN DEVRİMCİ ÖZELEŞTİRİSİNİN SONUCUDUR

1974-94 devrimci hareketine yönelik yapmış olduğunuz eleştiri partiniz ve Kürt özgürlük hareketi için de geçerli mi?
Elbette... Bu durum birlik devrimini gerçekleştirip MLKP'yi kuran öncellerimiz için de geçerlidir. Bu anlamıyla MLKP'nin kuruluşu aynı zamanda 1974-94 Türkiye-Kürdistan devrimci hareketimizin devrimci bir özeleştirisinin sonucu olduğunu söyleyebiliriz. MLKP'nin kuruluş tarihi olan 10 Eylül 1994; küçükburjuva devrimciliğine, iktidar perspektifinden yoksunluğa, 'devrimci' lafazanlığa, düzen içi arayışlara, dogmatik devrim, taktik, strateji, program ve teorik anlayış ve pratiklere, sosyal şovenizme olduğu kadar; politik-askeri araç ve örgütlerin kullanımındaki darlık ve sınırlılığa ve "maceracılık", "sol sapma", "kitle mücadelesinin belirli bir düzeyinden sonra ancak silahlı eylemlere, silahlı mücadeleye başvurulabileceği" gibi şablonculuğa da indirilmiş devrimci bir darbenin tarihidir. MLKP faşist diktatörlük ve inkarcı sömürgecilik koşullarında, devrimi örgütleme, ayaklanmayı hazırlama çalışmalarının silahlı mücadeleyi atlayarak başarılmasının olanaksızlığını, bir diğer ifadeyle devletin politikayı sistematik olarak zor araçlarıyla yürüttüğü bir siyasi rejim koşullarında, askeri örgüt ve mücadele biçimlerini ustaca kullanmadığınız, başta işçi sınıfı olmak üzere geniş emekçi yığınları, kadınları, gençleri, sömürülen ve ezilen ulusları ve farklı inanç topluluklarını silahlı devrim anlayışıyla eğitip, hazırlayıp, örgütleyip savaştıramadığınız koşullarda devrimi yaratma şansımızın olmadığını söylüyor. Üstelik Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimi Kürdistan coğrafyasında silahlı bir ayaklanmaya dönüştüğü koşullarda zor aygıtlarından uzak durarak, silahlı mücadeleyi yok sayarak bu devrimi birleşik bir devrime dönüştüremezsiniz.

Devrimin zaferi için silahlı ayaklanmayı şart gören komünist öncü, kurulduğu tarihten itibaren buna uygun bir yönelim içinde olmuştur. Partimizin tarihi incelendiğinde teori ve pratiğinin bir bütünlük oluşturduğu, ne söylemişse onu hayata geçirmeye çalıştığı görülecektir.

PKK DEMEK GERİLLA SAVAŞIMI DEMEKTİR
Kürt özgürlük hareketinin 15 Ağustos atılımı ve dirilişi sadece Kürt halkı bakımından değil Türkiye halkları bakımından da önemli bir atılımı ifade eder. Katliamlarla, sürgünlerle, baskı ve asimilasyonlarla yok edilmeye çalışılan Kürt halkının varlık ve özgürlüğünü esas alan Kürt özgürlük hareketi; kendi özgücüne dayanarak ideolojik, siyasal, örgütsel ve eylemsel çizgisini yaratmış, kadro ve militan ölçülerini, yurtsever olmanın esaslarını belirleyerek; sömürgeci, soykırımcı faşist Türk burjuva devletine ve işbirlikçilerine karşı bunun savaşımını vererek, bu savaşımıyla Kürt halkının kendi küllerinden kendini yeniden var etmesini sağlayarak, dört parça Kürdistan'da Kürt ulusal bilincinin gelişimini sağlamıştır. Rojava Kürdistan'ında demokratik halkçı ve kadın özgürlükçü bir devrimin oluşmasına öncülük ve önderlik etmiş, yarattığı mücadele geleneğiyle ezilen ve sömürülen dünya halklarına esin kaynağı olmuştur. PKK'nin gerilla savaşımından ibaret olmadığını biliyoruz. Fakat PKK demek gerilla savaşı demek, silahlı savaşım demek. Kürt halkının her türlü kazanımında gerilla mücadelesinin yeri tartışılmazdır. Bugün Kürt halkı teslim alınamıyorsa, demokratik siyaset hala yürütülebiliyorsa bunda gerilla mücadelesi kilit bir rol oynamaktadır. Yine faşist şeflik rejimi kitleleri bir bütün olarak teslim almayı başaramamışsa Kürt özgürlük hareketi ve HBDH'miz önemli bir yerde durmaktadır.

DEVRİMCİ İKTİDAR ANCAK PROLETARYANIN SİLAHLI MÜCADELESİYLE KURULUR

MLKP'nin askeri teori ve pratiğini anlatır mısınız?
Biraz önce ML'ler, "burjuva düzenin yıkılıp, yeni bir toplumun kurulmasının zora dayalı bir devrimle mümkün olduğunu" ve silahlı mücadeleyi ilkesel bir sorun olarak ortaya koyduklarını ifade ettim. Bu partimiz bakımından da geçerlidir. Partimiz, devrimci iktidar savaşının ancak devrimci şiddet yoluyla gerçekleşebileceğini ve bunun aracının da proletaryanın silahlı mücadelesi/ayaklanması olduğunu söyler. Bu kapsamda MLKP, devrimin kentlerde patlak vereceğini ve bir iç savaşlar serisi olarak gelişeceğini, kent ayaklanmalarıyla birlikte devrime ve iktidara yürüneceğini belirtir. Bu ayaklanmaları, silahlı mücadele biçimlerinden partizan savaşı ile yöneteceğimizi, kentlerde silahlı kitle ayaklanmalarını örgütlememiz gerektiğini bu nedenle kitle şiddetinin örgütlenmesini, "şiddetin kitleselleşmesinin" hayati olduğunu söyler.

Savaş tekniklerinde derinleşmemizin ve uzmanlaşmamızın daha çok kent merkezli olacağını söyler. Güçsüzün güçlüye karşı sayıca az ama nitelikli kuvvetlerin sayıca fazla kuvvetlere karşı savaşı olan partizan savaşının şehir ve kır gerillaları (müfrezeleri) ve milislerince verileceğini, kent merkezli kır destekli bir savaşı öngörür. Kırdaki köylülüğün çözülmesine bağlı olarak, Türkiye ve Kürdistan'da kentlere yoğun bir göçün söz konusu olduğunu, şehirlere ve özellikle büyük şehirlere doğru çoğalan bu akışkanlığın bir sonucu olarak kentlerin öneminin daha da arttırdığını, özellikle şehirlerde askeri örgütlenme ve eylemselliğin, stratejik önemini daha çok öne çıkarsa da; kırsal bölgelerdeki politik, ekonomik, toplumsal gündemler konusundaki politika, diğer araç ve biçimlerle olduğu gibi askeri araç ve biçimlere de ihtiyaç duyduğunu, kır gerillasının bu ihtiyacı cevaplayacak stratejik kuvvet olduğunu, ayaklanmanın hazırlanması ve iktidar mücadelesinin başarısına önemli katkılarda bulunacağını söylüyor.

GERİLLA SAVAŞI HALK ORDUSU YARATMA SÜRECİDİR

Partizan ya da gerilla savaşıyla tam olarak neyi kastediyorsunuz, biraz açabilir misiniz?
Gerilla savaşı diğer bir ifadeyle partizan savaşı, güçsüzün güçlüye karşı sayıca az ama nitelikli kuvvetlerin, sayıca fazla kuvvetlere karşı vermiş olduğu bir savaş tarzıdır. Kitle şiddetinin, düzenli devrim ordusunun bulunmadığı ve halk kitlelerinin savaşa fiilen girmediği koşullarda; sermaye oligarşisine, sömürgeci faşist rejime ve emperyalizme karşı ve onların denetiminde bulunan şehirlerde ve kırlarda yürütülen bir savaş biçimidir. Partizan ya da gerilla savaşı; doğası gereği, genellikle küçük gruplar biçiminde örgütlenişe dayanır. Başlangıcında daha çok kitlelerin nispeten ileri kesimlerine dayanmasına karşılık gerilla savaşı da, sonuç olarak kitlesel bir silahlı savaş biçimidir. Bu savaş biçimi hem yıpratma işlevini, hem de fiziki ve moral darbe vurma görevini yerine getirebilecek özelliklere sahip olmakla birlikte, propaganda işlevi de görmektedir. Ve bu savaş biçiminin önemini dünya devrim hareketleri tarihinden biliyoruz. Kürt özgürlük hareketinin savaş pratiği bu anlamıyla önemli bir örnek teşkil etmektedir.

KÜRDİSTAN'DAKİ DEVRİM YÜRÜYÜŞÜNÜ TÜRKİYE CEPHESİYLE BİRLEŞTİRMEK İSTİYORUZ
Tekrar bir önceki sorununuza dönecek olursam; partimiz, Türkiye ve Kürdistan devriminin ulusal bir temelde Kürdistan'da patlak verdiğini, Kürdistan'da Kürt özgürlük hareketinin öncülüğünde gelişen bu devrim yürüyüşünü, Türkiye cephesindeki işçi ve emekçilerin, ezilenlerin, kadınların ve gençlerin özgürlük ve sosyalizm mücadelesiyle birleştirmenin, bu mücadeleyi Türkiye ve Kürdistan'ın bütününe yaymanın Türkiye-Kürdistan birleşik devrimi bakımından hayati bir önemde olduğunu söyler. Ve kurulduğu tarihten itibaren politikası ve askeri çizgisi bunu başarma yönünde olmuştur. Bunu başarmak için bedel ödemek gerekiyorsa bu bedeli ödemekten de geri durmamıştır. Bir kez daha bu uğurda ölümsüzleşen tüm yoldaşlarımızı büyük bir minnet, bağlılıkla andığımı, anıları önünde saygıyla eğildiğimi belirtmek istiyorum.

AKTİF SAVUNMA TAKTİĞİYLE SAVAŞAN BİR PARTİYİZ
Partimiz, aktif savunma taktiğinin gerekliliği ne ise ona uygun hareket etmiştir. Aktif savunma aynı zamanda güç toplayıp, fırsat kollayıp düşmana darbe vurarak ilerlemeyi ifade eder. Partimizi direnen ve savaşan bir parti yapan gerçeklik de esasen bu aktif savunma taktiği olmuştur. En ağır süreçlerde dahi çizgisini korumakla kalmayıp devrime öncülük ve önderlik etme iddiasından bir şey kaybetmeden yoluna devam ediyor oluşunda da aktif savunma taktiği önemli bir yerde durur.

Partimizin birçok cephesinde bu taktik çizgi belirleyici bir yerde durduğu gibi askeri çizgisinde de belirleyici bir yerde durmuştur. Kurulduğu günden itibaren bir yandan silahlı mücadelenin altyapısını oluşturmaya çalışırken -eğitim, askeri araç gereç edinme, milis, müfreze oluşturma vb.- diğer yandan oluşturduğu milis ve müfrezelerle birçok kentte sömürgeci faşist rejimi ayakta tutan kurum ve kuruluşlara yönelik eylemlere girişmiştir. Gazi ayaklamasında partimizin ön plana çıkmasında, öncü rol oynamasında bu hazırlığın önemli bir payı vardır. FESK'in kuruluşu ve FESK askeri eylemleri, Hüseyin Demircioğlu Akademisi'nin kuruluşu, politik askeri kadroların oluşturulması, Rojava devrimine katılışımız, Kobanê, Efrîn direnişi içerisinde konumlanmamız, ön cephelerde savaşmamız, Dersim ve Karadeniz Kır Birliklerinin oluşturulması vb. Bu süreçte birçok yoldaşımız ölümsüzleşti. Rojava'da, Dersim ve Karadeniz kır gerilla birliğimizde ölümsüzleşen yoldaşlarımızı bir kez daha saygıyla anıyorum.

DEVRİM ORDUSUNU YARATMAK İSTİYORUZ
Savaşın politik amaçlar doğrultusundadır. Savaştıkça büyür ve bir derinlik kazanırsınız. Gerilla savaşının özü özetidir bu. Bu aynı zamanda devrim ordusu ya da halk ordusu yaratma sürecidir. Partimizin esasen başarmak istediği budur.

Bilindiği gibi her amaç her eylem kendi örgütlenmesini, tarzını, dilini, işleyişini, sistemini, disiplinine ve kadrosunu yaratır. MLKP'nin askeri çizgisi tüm bunlara çözüm üretme çizgisidir aynı zamanda.

PARLAMENTODAN DEVRİM ÇIKARAMAZSINIZ

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bir kez daha belirtmem gerekir ki, çözümü yasallıkta, parlamentarizmde aramak boş bir çabadır. Parlamentoyu işçi ve emekçilerin, ezilenlerin, halklarımızın kürsüsü olarak kullanabilirsiniz. Fakat parlamentodan bir devrim çıkaramazsınız.

Önümüzdeki süreç içerisinde sınıfsal, toplumsal ve siyasi çelişkiler iyiden iyiye keskinleşecektir. Emperyalistler arası rekabet daha da şiddetlenecektir. Emperyalist devletler burjuva demokratik yasaları tırpanlamaya ve zora dayalı yönetim biçimlerine yönelmeye devam edecektir. Bir çürüme içerisinde olan burjuva demokrasisi ve parlamentosu yeni faşist hareketlerin birer serası haline dönüştürülmektedir. Irkçılık, milliyetçilik, şovenizm ve dincilik toplumları, halklarımızı sarıp sarmalamaktadır. Bu politikalarla halklarımız birbirine düşman edilmektedir.

YOKSULLUĞA KARŞI MÜCADELE İLE POLİTİK MÜCADELE İÇ İÇE GEÇTİ
Dünya genelinde yoksulluk ve işsizlik, tırmanan toplumsal eşitsizlik keskinleşmiş ve artık burjuvazinin reform manevralarıyla gemlenemez hale gelmiş olan sermaye-emek ve devlet-halk çelişkilerini derinleştirmektedir. Çelişkiler keskinleştikçe ve çelişkileri düzen içi törpüleme marjı daraldıkça, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi burjuva devlet en çıplak biçimlerdeki sınıfsal niteliğiyle ve daha çok zor aygıtlarıyla boy gösterecektir. Devlet tahakkümü, faşist yasalar ve yasaklar, polis terörü, savaş ve militarizm daha fazla öne çıkacaktır. Özellikle burjuva demokrasisinden yoksun olan Türkiye gibi ülkelerde toplumsal eşitsizliğe ve yoksulluğa karşı mücadele ile politik özgürlük için mücadele iç içe geçmektedir.

Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimini yaratma sorunu çözülmesi gereken pratik/siyasal bir sorun olarak önümüzde duruyor. Bunun için, devrimci parti ve örgütlerin başta işçi sınıfı olmak üzere geniş emekçi yığınları, kadınları, sömürülen ve ezilen ulusları ve farklı inanç topluluklarını silahlı devrim anlayışıyla eğitip, örgütleyip savaştırmak zorundadır. Bugün dünden daha fazla silahlı mücadeleyi büyütmeye, silahlı devrim ordusunu yaratmaya ihtiyacımız var. Kentlerde ve kırlarda gerilla gücü ve milis ordusu oluşturma/geliştirme adımları hızlandırılmalıdır. Gençler yüzünü gerilla alanlarına dönmelidir. Kentlerde oluşturulacak milis ve müfreze içerisinde aktif görev almalıdırlar.

Faşizme karşı birleşik bir özsavunma olmadan antifaşist kitle hareketi, kendi yolunu açamaz, geriye düşüşü tersine çevirip ileri sıçrayamaz. Salt barışçıl ya da fiili mücadele araç ve biçimleriyle faşizmin topyekun saldırı ve savaş siyasetinin önüne geçilemez. Mevcut siyasal koşullar ve gelişmelerin yönü dikkate alınarak, kitlelere, silahlanma, örgütlü biçimde kendini savunma ve kaderlerini ellerine alma çağrısı yapmalı, bu doğrultuda ajitasyon ve propaganda yürütülmeli ve bizzat inisiyatif geliştirici pratik hamleler geliştirilmelidir.

EMEKÇİ SOLUN ÖNEMLİ BİR KISMI KÜRDİSTAN DEVRİMİYLE MESAFELİ
Kürdistan'ın özgürleşmesi aynı zamanda Türkiye'nin demokratikleşmesi demektir. Türkiye cephesi açısından Kürdistan'da sömürgeci boyunduruk kırılmadan Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleri faşizmin, hegemonyasından kurtulamaz. Durum bu kadar net iken; Türkiye coğrafyasında emekçi solun önemli bir kısmı ne yazık ki Kürdistan devrimiyle mesafeli durmayı marifet bilmiş, şovenizmin etkisi altında kendini kaybetmiştir.

GENÇLER BİRLEŞİK DEVRİM HAREKETİMİZİN MİLİSLERİNDE ÖRGÜTLENMELİ
Faşizme karşı verilen mücadeleyle birlikte sosyal şovenizme karşı mücadelede büyük bir önem arz etmektedir. Birleşik devrim hareketimizin halkların eşitliği ve kardeşliği temelli mücadelesi bu bakımdan büyük bir önem arz etmekle birlikte gençlerin birleşik devrim hareketimizin milis örgütlenmeleri içerisinde görev almaları da bu kadar önem arz etmektedir. Türkiye ve Kürdistan halklarının kurtuluşu ortak mücadeleden geçmektedir. Bu mücadele askeri cepheden de büyütülmelidir.

Türkiye ve Kürdistan'da ve dünyanın birçok ülkesinde emperyalizme, sömürgeciliğe, faşizme, erkek egemen düzene karşı; sınıfsız, sömürüsüz, cins özgürlükçü bir dünya için mücadele eden, savaşan tüm yoldaşlarımı selamlıyor, yeni mücadele yıllarını kutluyorum.