4 Aralık 2024 Çarşamba

Olcay Çelik yazdı | Kader ve gaz

Metan gazıyla katledilen işçinin kendi kaderini eline alması ve sosyalist devrim yürüyüşüne başlaması ise, gerillası kimyasal sinir gazlarıyla katledilen Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkına kavuşmasına sıkı sıkıya bağlı. Bu sadece bir düşman ortaklığı değil, tam olarak kader ortaklığı. Dolayısıyla dayanışmanın değil, faşizme karşı birleşik mücadelenin konusu.

Tanıklıklar ortada. TTK'nın Amasra'daki madeninde çalışan işçiler yakınlarına birkaç haftadır gaz seviyesinin yüksek olduğunu söylemişler, "Giriyoruz çıkıyoruz ama hayatımız tehlikede" diye yakınmışlar.

Öznel tanıklıklarla yetinmeyenler için metan gazının tehlikeli seviyelere ulaşabileceğini, buna rağmen bakımların yapılmadığını belgeleyen Sayıştay raporu da ortada duruyor.

Ülkenin madenci cinayetleri ile dolu yakın geçmişi de düşünüldüğünde, bunun "bilinçli taksire" dayalı, açık bir katliam olduğuna dair aklı olan kimsenin şüphesi olamaz.

Katliam sonrasında faşist şefin "kader planı" sözleri çokça dini referansı sebebiyle eleştirildi. Böyle olunca da tepkiler laiklik talebi ve modern Avrupa devletlerinin insana verdiği değer üzerinden gösterildi.

Ancak asıl önemli olan bu sözün maddi anlamıdır. Buradaki "kader", olacakların önceden yazıldığı metafizik bir kayıttan ziyade, emperyalist kapitalizmin eşitsiz gelişim ve mübadele yasasının gayet maddi zorunluluklarını anlatır. Ucuz, güvencesiz ve kitleler halinde katledilebilir emek gücüne yaslanmak emperyalizmin bir mali-ekonomik sömürgesi olan TR kapitalizminin kaderidir.

Bilime ve insanına yeterli değeri vermediği için bu role sıkışmamıştır, rejimin üzerine bina edildiği siyasal kriz koşulları ve yetersiz sermaye birikimi ona emperyalist üretim hiyerarşisinde bu rolü yüklemiştir. Neticede yaşamı belirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen toplumsal-maddi yaşamdır.

Küresel kapitalizmin inişli-çıkışlı durgunluğunu atlatamadığı ve yeni bir krize doğru yol aldığı zamanlarda bu role daha büyük bir iştahla sarılmaktan, maliyet daha da düşsün diye gerekirse işçi sınıfını gazla boğup patlatmaktan başka çaresi de yoktur.

Bu durumda faşist şefin kapitalist "kader planının" karşısına konulması gereken şey akıl, bilim, liyakat gibi üstyapı kurumları veya sömürgeciliğin mucidi emperyalistler değil, "sosyalist planlama"dır. İşçi sınıfının kaderi, kendi kaderini eline almaktır.

Yani Türkiye işçi sınıfı, sadece siyasal İslam'ı tahtından indirince değil, aynı zamanda işbirlikçi burjuvazisinin açık terörcü diktatörlüğü olan faşizmi yıkıp, akabinde piyasa anarşisi ve kar için üretimin yerine toplum için planlı üretim ve tüketimi koyunca kapitalist kader planını lağvedebilecektir.

Metan gazıyla katledilen işçinin kendi kaderini eline alması ve sosyalist devrim yürüyüşüne başlaması ise, gerillası kimyasal sinir gazlarıyla katledilen Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkına kavuşmasına sıkı sıkıya bağlı. Bu sadece bir düşman ortaklığı değil, tam olarak kader ortaklığı. Dolayısıyla dayanışmanın değil, faşizme karşı birleşik mücadelenin konusu.

Türkiye işçi sınıfının bilinci, eylemi ve örgütlülüğü Kürt ulusunun özgürlük mücadelesi üzerinden, "terör" safsatası ile boyunduruk altına alınıyorsa, kendi eyleminin meşruiyetini kavramaya başlayan ileri işçiler, kendilerinin sahip olduğu ulusal-kolektif haklara sahip olmayan Kürt halkının silahlı direnişinin meşruluğunu da kavramak ve kavratmak zorunda. Burjuvazisinin tüm çıkarlarının kendi çıkarının zıddı olduğunu kavramak zorunda. Politik özgürlük bir bütün olduğu için, kendi sendikal ve demokratik hakları ile Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını aynı anda savunmak zorunda.

Bu, ezilenlerin matematiğidir. Kapitalizmde eşitsiz gelişme, altta kalan için sadece daha fazla yıkım getirirken, ezilenlerin mücadelelerinin eşitsiz gelişimi, bilakis taraflara büyük bir kaldıraç sağlayabilir.

Burası siyasetin geleceği değil, başlayacağı nokta olmalı. Ama gel gelelim, emekçi solun geniş bölükleri maalesef bu en temel tahlil, teşhir ve eylemden henüz uzakta. Daha fenası, gün geçtikçe daha da sağa savruluyor. Ezilenlerin şiddetini kınıyor, egemenin kimyasal saldırılarına sessiz kalıyor.

Önce ciğerine, etine işleyen, oradan merkezi sinir sistemine yürüyen kimyasal gaz gerillayı öldürüyor. Peki, "başka ulusları ezen bir ulusun işçilerinin özgür olamayacağını" bir türlü öğrenemeyen, burjuvazisinin sömürgeciliğini görmeyen sosyalistlerin, demokratların idrak yollarını hangi siyasal gaz bloke ediyor?

Gerilla özgür alanlarını koruduğu ve bir türlü yenilemediği için  savaş hukukuna bile sığmayan bir alçaklıkla canını kaybediyor. Peki, devletin fiskesinden dahi korkup susanlar neyi korumak ve neyi kazanmak için haysiyetlerini kaybediyorlar?

Fizik yasaları, ayrı ama birleşik kaplarda bulunan sıvılara eşitlenmelerini, birlikte yükselip alçalmalarını emrediyor, ama Türkiye işçi sınıfını en büyük müttefiki olan Kürt ulusunun mücadelesinden yalıtmaya çalışanlar tarihin ve mücadelenin yasalarını reddetmekten utanmıyorlar mı?

Günün çizgi devrimciliğini daha da belirginleştirmeyi gerektirdiği açık. Devrimci sosyalistler, şovenizme karşı, kitle gericiliğinden korkan veya medet uman kuyrukçulara karşı, sol reformistlere karşı ve tasfiyecilere karşı dün de bu çizginin savunucusu oldu, bugün de oluyor, yarın da olacak.