4 Aralık 2024 Çarşamba

Özenç Özyürek yazdı | Kriz ve olanaklar

İşçi ve emekçilerin politik iktidarı fethi, rejimin çözülmesini izleyerek değil, var olan krizlere devrimci ve iradi müdahalelerle mümkün. Kitlelerin mücadele içerisinde edindiği tecrübelerle gelişmesi pratik bakımdan önemlidir. İktidarı ele geçirecek bilinç düzeyine ulaşması ise sadece pratik değil zihinsel bir gelişmişliği de koşullar. Egemen sınıfların sürdüregeldiği sistem ve yönetim biçimi tartışmasını emekçi sınıfların siyasi erke doğrudan müdahil olabileceği bir perspektifle ele almak bu çıkmaz dengeyi emekçiler lehine değiştirebilme potansiyeli taşıyor.

Çatışmalar, krizler ve kaoslarla dolu bir dönemden geçiyoruz. Sınıf mücadelesi düz bir çizgi üzerinde seyretmiyor. Çeşitli siyasal olaylar ve zikzaklar içerisinde kendini ortaya koyuyor. Bu nedenle, olgular, her koşula uyarlanacak formüller veya geçmiş dönemin toplumsal mücadele tecrübelerinden süzülmüş hazır reçetelerle değil sürecin bağlaşığı olan siyasal öznelerin politik tutumları üzerinden açıklanmayı gerekli kılıyor.

Faşist rejim, uzun yıllardan beri içine düştüğü yapısal krizden çıkamıyor. Bu durum, faşist rejimin yarattığı statükoyu günbegün sarsıyor. Rejim açısından buna son vermek için yapılan her hamle, onu günübirlik kazanımların ötesinde bir noktaya taşımadı. On yıllar boyunca devrimci dinamikleri ezerek rejim krizine son verme çabası, işçi sınıfı ve ezilen halkların direnişiyle karşılaştı. Bu şekilde rejim, mevcut durumu lehine çevirmek bir yana yeni krizler ve bunun tetiklediği yeni dinamiklerle yüzleşmek zorunda kaldı.

Türk emekçi sınıflarının Haziran Ayaklanması ve Rojava Devrimi'nin Kürt ulusal mücadelesinde yarattığı devinim ve bir dizi politik başarı "Son Türk Devleti"nin durumunu sarstı. Türk burjuva egemen sınıflarının mevcut rejimi, politik islamcı-milliyetçi bir karakterde örgütlemesi tüm erkin sarayda toplandığı faşist şeflik rejimi biçimine evriltmesi bu hezeyanın ürünüydü. Çözülemeyen politik krizlerin yarattığı devrimci olanakları ortadan kaldırarak burjuva faşist rejimin devamlılığını garanti altına almak istiyordu. İşçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci parti ve örgütlerini dağıtmak, Kürt ulusal direnişini tasfiye ederek sömürgeci ilişkileri muhafaza etmek ve emek demokrasi mücadelesini örgütsüzleştirmek bu planın temek hedefiyse de duvara tosladı.

Bugün, emekçi sınıflara karşı yapılan bu hamlenin boşa düştüğü görülüyor.

Ne işçi sınıfının politik öncüleri siyasal mücadelenin dışına itilebildi ne de Kürt ulusal direnişini zor yoluyla bastırmakta başarılı olunabildi. Kuzey Suriye'yi ilhak ve medya savunma alanlarını işgal hamlesi ise günü kurtaran kazanımların ötesine geçmediği gibi bugünden bakıldığında daha büyük politik, sosyal ve ekonomik krizler doğurdu.

Egemen kapitalist sınıfın inşa ettiği yeni rejimde başrolü oynayan AKP-MHP ve diğerlerinden oluşan politik islamcı-milliyetçi cephe, bu krizler karşısında gittikçe zayıflıyor. Faşist şeflik rejiminin kurmay merkezi saray iktidarı çözülmeye uğruyor. Kendiliğinden, sessiz bir çözülme değil; siyasal saflaşmaların keskinleştiği, saf değiştirmelerin arttığı, sert çatışmaların yaşanacağı bir sürece doğru hızla evriliyor. Rejimin merkezine yuvalanmış güçlerin klikler haline bölünmesi, iktidar içerisinde süren güç mücadelesi bunun en görünür hali. Egemen sınıflar bu tarz çatlakları "sessizce onarmayı" denese de iktidar kliklerinin kendi iç mücadelesinin bir iç savaşa evrildiğini yakın tarihte cemaat-AKP kavgasında net şekilde gördük.

Sistem içi yeni çatışmaların "Son Türk Devleti" için varoluşsal önem taşıdığını gören burjuva muhalefet ittifakının Türk burjuvazisi adına yapmaya çalıştığı tam da budur. Altılı masa etrafında oluşturulan ittifak, faşist rejimi içine düştüğü yoğun bakımdan çıkartacak, çözülmekte olan burjuva faşist rejimi parlamenter bir karakter kazandırarak yeniden hayata döndürecek bir politik programdan ötesine sahip değildir. Emekçi kitlelerin taleplerine çözüm olacak demokratik bir dönüşümün ise oldukça uzağında konumlanmıştır. Onlarınki, faşist şeflik rejimini sahte parlamenter biçimlerle gizleyecek burjuva faşist diktatörlüğe doğru bir evrim programıdır.

Rejimin ortasına yerleşen yönetememe ve devlet krizinin mevcut biçimlerle aşılamaması çelişkileri keskinleştiriyor. Faşist yalan, demagoji ve inkar silahına yaslanan şeflik rejimi, çözemediği krizleri emekçi sınıflara karşı örtbas etmeye çabalıyor. Derinleşen çelişkiler, egemen sınıflarda olduğundan daha fazla ezilen emekçi sınıfları saflaşmaya itiyor. Toplum, devlet-halk ve faşist-antifaşist güçler şeklinde keskin bir ayrılık yaşıyor.

Sertleşen çatışma, çarpışma ve kaos gerçeği emekçiler açısından yeni olanaklar barındırıyor. Siyasal, ekonomik ve sosyal çöküş hali emekçi sınıfların sürece müdahale edebileceği devrimci olanakları tetikliyor. Tüm bu realite emekçilerin saflaşacağı ve devrimci patlamaların olgunlaşacağı objektif koşulları güçlendiriyor.

Derinleşen krizin kendiliğinden kitle hareketi yaratacağı ya da böyle bir beklenti, öncü iradenin rolünü yadsır. Bu, kendiliğindencilik olarak da tariflenen politik konumlanışın ta kendisidir. Politik öncünün rolü bu aşamada daha fazla önem kazanıyor. Kendiliğinden ya da tersi şeklinde açığa çıkabilecek kitle hareketiyle buluşabilme meselesi, politik öncünün varlık sebebi ve temek devrimci görevidir. Kitlelerle beraber politika yapmak, rejimin krizlerini kışkırtarak emekçileri saflaştırmak ve politik bir ordu haline dönüştürmek öncünün kendiliğindenciliğe karşı iradeleşmesinin yoludur.

İşçi ve emekçilerin politik iktidarı fethi, rejimin çözülmesini izleyerek değil, var olan krizlere devrimci ve iradi müdahalelerle mümkün. Kitlelerin mücadele içerisinde edindiği tecrübelerle gelişmesi pratik bakımdan önemlidir. İktidarı ele geçirecek bilinç düzeyine ulaşması ise sadece pratik değil zihinsel bir gelişmişliği de koşullar.

Egemen sınıfların sürdüregeldiği sistem ve yönetim biçimi tartışmasını emekçi sınıfların siyasi erke doğrudan müdahil olabileceği bir perspektifle ele almak bu çıkmaz dengeyi emekçiler lehine değiştirebilme potansiyeli taşıyor.

Yüzyıldan fazla bir geçmişi olan Türk parlamento geleneğinin işçi ve emekçi sınıfların hayati taleplerine yanıt olmadığı, faşizmi gizleyen bir rol oynadığı ve esaslı hiçbir sorunu emekçi bir perspektifle çözmediği gerçeğini anlatmanın bugün güncel bir yanı var. İnsanlık tarihinin edindiği toplumsal birikimin var olan düzeyin ötesinde olduğu gerçeği, güçlü bir tercih olarak yol gösteriyor. 20. yüzyılda ulaşılan Sovyet/meclis biçimi zemini üzerinden soruna yaklaşmak, kitlelerin siyasal yaşama daha fazla katılabileceği doğrudan demokrasinin imkanlarını düşünsel ve pratik olarak geliştirmek, çağın koşullarını karşılayacak ve teknik-bilişsel düzeyiyle birleştirebilecek tüm bu tecrübe üzerinden sorunun çözümüne devrimci bir perspektifle yaklaşıyor olmak, işçi ve emekçi kesimleri doğru bir saflaşmayla yan yana getireceği gibi meselenin kendisine dair politik bilinç açıklığı da yaratacaktır. Devlet-halk çelişkisi, emekçi sınıfların lehine çözülüp faşist erk parçalandığında devrimci halk iktidarının özünü oluşturacak eylem burada yatmaktadır.