9 Ekim 2024 Çarşamba

Özgür Mete yazdı | Sistemin 'çürük yumurtası' değiller

Bu kontrgerilla unsurunun yaptığı konuşmalarla bir kez daha gördük ki ortada "çürük yumurtalar", "sistemin bozuk parçaları" filan yok. Bu suçlarla iç içe kurulmuş bir sistem ve bu sistemde "görevlerini" yerine getiren birileri var. Cumartesi Anneleri'nin tuttukları resimlere bakın, 1915'ten günümüze "devletin bekası için suç işleyenlerin" izlerini görürsünüz.

Hep birlikte günlerdir bir kontrgerilla kliğinin başlattığı savaşı izliyoruz. Gördüklerimiz elbette bir kontrgerilla unsurunun samimi itirafları, pişmanlığı değil. Başlattığı savaş, bir süredir konuşulan "kontrgerillanın reorganizasyonu" çalışmalarında açıkça hedef alınmış olmanın savaşı. Artık kullanılmıyor olmanın, kontrgerillanın finanse edildiği "yeraltı ekonomisi"nden pay almanın savaşı.

Türkiye yakın tarihi, kontrgerilla faaliyetleriyle dolu bir tarih. Şiddetin boyutunun değiştiği ama hiç kesilmediği bir tarih bu. Eski ve yeni bakanlar, uyuşturucu tacirleri, silah kaçakçıları, milletvekilleri, emniyet görevlileri, yargı mensupları, gazeteciler... Sayısız meslekten kişinin var olduğu ama devletin işin içinde olmadığının iddia edildiği kötü bir pop şarkısı dinliyoruz. Bu faaliyetleri lanetleyip onlarla mücadele ettiğini iddia edenler de, bu faaliyetlerin tam ortasında yer aldığını hiç çekinmeden itiraf edenler de tüm yaşananların dışında olan bir devletin var olduğuna inanmamızı bekliyorlar. Faili meçhuller var, işkence var, bazı kişilere "hakkında soruşturma var" denilip para alınarak soruşturmaların kapatılması var, gazetecilerin "yukarıdan" emirle yazması var, yargının siyasetten aldığı talimatla hareket etmesi var, siyasetçilerin suç örgütü liderleriyle fotoğrafları var ama yaşananların hiçbir yerinde "devlet" yok. Tüm bunların dışında, herkese ait olduğu, kutsal olduğu söylenen soyut bir devlet var.

Bilindiği üzere devlet, zor kullanma yetkisine sahip bir örgütlenmedir. İlk aklımıza geldiği şekliyle evimizin kapılarının kırılarak basılması, dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle birinin vurulmasıyla sınırlı değil, trafik cezası kesilmesinden, içki yasağına değin uzanan bir yelpaze. Elbette devlet, yalnızca şiddet kullanımı üzerine kurulu bir aygıt değil. Ancak günün sonunda toplumu kontrol edebilmek için bu zoru kullandığı da bir gerçek. Kolluk güçlerine hem zor kullanma yetkisi hem bu yetkiyi kullanma koşulları hem de bu zorun kullanılmasına ilişkin usul, hukuk tarafından düzenlenmiştir. Zaten burada sihirli olan sözcük "hukuk"tur. Tıpkı inanmamızı bekledikleri devlet olgusu gibi hukukta 'tarafsız'dır ve 'kutsal'dır. Hukuka uygun devlet zorunun meşru olduğuna ilişkin görüşün temel dayanağı bu 'kutsallık'tır. Hukukun kendisinin ve hukuka dayanan şiddetin meşruluğu şimdilik bir köşede dursun. Gündemde olan hususlar apaçık bir şekilde mevcut hukuki düzenlemelere de aykırı olan faaliyetlerdir.

Bugün yaşanan savaşa toplumun geniş kesimlerinin ilgi duyması faaliyetlerin 'hukuk dışı' olmasıyla ilgilidir. Dün uyguladıkları şiddetin mağduru devrimciler, Kürtler, Aleviler olduğunda 'beka' veya 'hukuka uygunluk' argümanını kullananlar, şu an bu argümanların çok işlerine yaramayacağının farkında. Yer yer devletin bekası için hukuku ihlal ettiklerini kendileri de söylediler ama bu ihlalin uyuşturucu satmak olduğunu, gazeteci öldürmek olduğunu, rüşvet almak olduğunu topluma izah edemezler. O yüzden de bazıları hakkındaki iddialara cevap vermek için televizyona çıkıp, 1995 yılında Gaziosmanpaşa'da yaşanmış alakasız olayları veya sigorta poliçesi kesilirken makineden gelen cırt cırt seslerini anlatabiliyor. "Venezuela'ya test kiti ve maske götürdük" gibi, "Kıbrıs'a Atilla Peker ile gittim ama PKK faaliyetlerine karşı resmi görev için gittim" gibi inandırıcılığı olmayan açıklamalarla durumu idare etmeye çalışıyorlar.

Sedat Peker isimli kontrgerilla unsurunun videolarında ve attıkları tweetlerde bir kez daha görüyoruz ki kendisi "devlet tedrisatından" geçmiş birisidir. 90'lı yıllarda hukukun yetmediğini, suç işleyerek devrimcilere, Kürt özgürlük hareketine saldırdığını anlatıyor. Barış Akademisyenleri'ni tehdit etmesinin hükümetin lehine olduğunu, çünkü o dönem korku iklimi yaratmak gerektiğini ifade ediyor. "Devletin uyguladığı şiddet hukuk tarafından değil, içinde bulunduğu krizin boyutu tarafından belirlenir" sözüyle ifade edilen gerçeğin somut bir figürü olarak önümüzde duruyor. Kendisi hakkında söyledikleri bir kenara, tek başına olmadığını, her gün televizyonlarda gördüğümüz takım elbiseli, ciddi unvan sahibi kişilerin ve onların akrabalarının neler yaptığını da açık ediyor.

Sedat Peker, hedef aldığı Süleyman Soylu'dan daha kıdemli ve Mehmet Ağar, Korkut Eken gibi "emekli kontrgerilla şefleri" kadar kontrgerillanın bir unsuru. "Milletvekili istedi gazete binasını bastırdım", "Mehmet Ağar ve Korkut Eken istedi insanları tehdit ettim", "Gazeteci öldürmek için benden tetikçi istediler, kardeşimi yolladım" sözlerine yansıyan rahatlığı bu suçlarla ilgili toplumun kendisinden daha çok, "emri verenleri" sorumlu tutacağını bilmesine dayanıyor. Geri dönmeyi istediği için ikrar ettiği suçları sınırlı tutuyor ve pastadan pay almak istediği için pastanın tamamını değil, rakiplerini ilgilendiren kısmını ifşa ediyor. Birçok devlet görevlisini, siyasetçiyi suçlarken devlet övgüsüne devam etmesi, işlenen suçlarla bir sorunu olmaması, sadece kendisine pay verilmemesinden duyulan rahatsızlığı gösteriyor.

Bu kontrgerilla unsurunun yaptığı konuşmalarla bir kez daha gördük ki ortada "çürük yumurtalar", "sistemin bozuk parçaları" filan yok. Bu suçlarla iç içe kurulmuş bir sistem ve bu sistemde "görevlerini" yerine getiren birileri var. Cumartesi Anneleri'nin tuttukları resimlere bakın, 1915'ten günümüze "devletin bekası için suç işleyenlerin" izlerini görürsünüz. Bazıları yukarıda sayılı meslekleri yapıyorlar bazıları yapmıyorlar. Yine bu kişilerin, devlet adına suç işlemek yanında dönemine göre gasp, tehdit, uyuşturucu ticareti, kumar oynatmak gibi birçok farklı faaliyetlerde bulunduğunu da biliyoruz. Faşizm, yapısal karakteri itibariyle de tarihin hiçbir döneminde bu figürlerle ilişkisini kesmemiştir, kesemez. Değişen iktidarların, anayasaların, ceza kanunlarının hiçbir önemi yoktur.

Bugün teşhir olan, AKP-MHP faşist koalisyonudur. Bu ittifaktan kişilerin karıştığı uyuşturucu ticareti, cinayet, tecavüz gibi suçlardır. Bunların üstüne gitmekte, bu faşist koalisyonun kontrgerilla ilişkilerini teşhir etmekte elbette bir sorun yok. Ancak kontrgerilla gerçeğinin bu koalisyondan eski ve büyük olduğunu unutarak söylenecek sözün bir kıymeti olmayacaktır. "Devletin bekası" dendiğinde AKP-MHP faşist koalisyonunun arkasında tek sıra olanların bugün ortaya saçılan kontrgerilla ilişkilerine dair söyledikleri samimiyetsizdir. Bu açıklamalar, tıpkı Sedat Peker'inki gibi pastadan pay istemenin ötesine geçemez. Kontrgerillanın dağıtılması, güçlendirilmiş parlamenter sistemle gerçekleşmeyecektir. Bu kontrgerilla düzenini dağıtacak olan şey, tam da bu foseptik çukuru patlamışken faşist devlet yapısını hedef alacak toplumsal itirazı büyüterek örgütlemek olacaktır.