4 Aralık 2024 Çarşamba

Polen Ekoloji Enstitüsü açılıyor

Polen Ekoloji Enstitüsü 21 Nisan'da açılıyor. Enstitü dört yıldır Marksist bir ekoloji perspektifiyle mücadele yürüten Polen Ekoloji Kolektifi'nin yeni bir çalışma alanı. ETHA'nın sorunlarını yanıtlayan Polen Ekoloji Çalışmaları Derneği Eşbaşkanı Onur Yılmaz, eksikliklere bilinçli bir şekilde müdahale etmek amacıyla enstitüyü açacaklarını dile getirdi. Devrimi bir seçenek olarak değil zorunluluk olarak gördüklerini kaydeden Yılmaz, doğayı ve tüm canlıları sermayenin zincirlerinden kurtarmak için enstitüyü bir araç olarak kullanacaklarını söyledi. Yılmaz, "Emekoloji yaklaşımımızı bu tür örnekler üzerinden somutlaştırdıkça daha gelişkin bir ekoloji ve emek hareketi ortaya çıkarabileceğimizi düşünüyoruz" dedi.

Marksist bir ekoloji iddiasıyla dört yıl önce faaliyetlerine başlayan Polen Ekoloji Kolektifi'nin çalışmalarının bir yenisi olarak Polen Ekoloji Enstitüsü 21 Nisan'da açılıyor. Devrimci mücadelenin bir parçası olarak yürüyüşünü sürdüren Polen Ekoloji, ekolojik çöküşü yaratan sistemin değişikliğinin devrimden ayrı olmadığını ortaya koyarak bu zamana kadar çalışmalarına devam etti. Ekoloji mücadelesinin emek, kadın ve LGBTİ+ hareketinden ayrı olmadığının altını çizen Polen Ekoloji, sistemin saldırılarına karşı bu mücadelelerin birlikte yürütülmesi gerektiği farkını da defalarca ortaya koydu.

Ekoloji mücadelesi verirken aynı zamanda da faşizme karşı mücadele vermek gerektiğini belirten Polen Ekoloji Kolektifi, enstitüyle nasıl bir yol ilerleyecek, enstitünün amacı ne Polen Ekoloji Çalışmaları Derneği Eşbaşkanı Onur Yılmaz ile konuştuk. Kendilerini coğrafyadaki devrimci hareketin organik bir parçası; kitlelerle bağı faşist terörle koparılmış devrimci öncülerin kitlelerle kuracağı bağın zeminlerinden biri olarak gördüklerini dile getiren Yılmaz, Polen Ekoloji'nin devrimi bir seçenek değil güncel bir zorunluluk olarak gördüğünü kaydetti. Bu zorunluluğun bilinciyle doğayı, tüm canlıları sermayenin zincirlerinden özgürleştirme serüveninin bir aracı olarak enstitüyü kullanacaklarını dile getirdi. 

Polen Ekoloji Çalışmaları Derneği Eşbaşkanı Onur Yılmaz'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Marksist bir ekoloji hareketi olarak yıllardır bu alanda çalışma yürütüyorsunuz. Enstitü ile amacınız nedir, serüveninize nasıl devam edeceksiniz?
Kolektif kendini Kazdağları direnişi sırasında ve salgından kısa bir süre önce oldukça sınırlı sayıda insanla ilan etmişti. 4 yılı aşkın bir süredir esasen ekoloji hareketine dair tespitlerimizden ve bu hareketin ekolojik çöküşün, iklim değişikliğinin gerektirdiği ciddiyete denk düşen bir hatta gelişmesi için Marksizmin tarihsel ve diyalektik materyalist yönteminden bakarak bir iç inşa süreci içindeyiz. Polen, Marksist ekoloji iddiasıyla içinde ve etrafında ciddi bir birikim oluşturdu ve bu ilgi çekti. Bu süreçte ekoloji hareketinde Marksizmin ya da en azından antikapitalist yaklaşımın daha da belirginleştiğini gördük. Diğer yandan, emekçi solda, sosyalistler arasında ekoloji tartışmaları -büyük oranda ekolojik felaketlerin kendiliğinden çarpıcı toplumsal etkileriyle de olsa- hem daha fazla yer tutmaya başladı hem de bu alanda pratiğin örgütlenmesi için atılabilecek adımların örnekleri ortaya çıktı.

Biz şu an Kolektif olarak iddialarımızın oldukça gerisindeyiz; "serüvenimizin" başındayız. En önemli eksiğimiz kendi iç örgütlenmemizi oturtarak nitelikli, adanmış, sürekliliği olan ve hareketin bütünü üzerine düşünen kadrolar yetiştirmekteki yetmezliğimiz oldu. Kolektife katılanlarımızın yaşamlarında düzenden kopuşlar örgütleyemedik. Bu olmadan pratikte varoluşumuz elbette eksik kalıyor, kendiliğinden direnişlere ancak dışarıdan ve propaganda düzeyinde destek olabiliyoruz. Bunlar kuşkusuz mevcut düzeyimizde kıymetli ancak coğrafyadaki doğa talanı son sürat derinleşirken buna barikat olacak bir hareketi açığa çıkaramadık ama iddialarımızdan biri tam olarak bu.

ÇALIŞMALARIMIZIN YÜZÜ ÜLKEDEKİ EKOLOJİK MÜCADELELERE DÖNÜK OLACAK
Enstitü, işte tam da kendimizde gördüğümüz eksikliklere bilinçli bir müdahale amacı taşıyor öncelikle. Kadro gelişimimizi sağlamak, yerel direnişlerle daha şekli, içeriği belirli bağlar kurmak, ideolojik etki gücümüzü örgütsel ve politik kazanımlara çevirmek. Burada Enstitü birkaç açıdan kullanışlı bir araç. İlkin, mekanın kendisi insanlar için toparlayıcı olacak. Burada bir yandan dışa açık seminerlerimiz aynı zamanda kendi üyelerimizin gelişimine de katkı sağlayacak, diğer yandan örgütsel mekanizmalarımızı daha sıkı denetleyebileceğiz. Mekanın mali açıdan sürdürülebilir olması için hem kendi içimizde hem de tüm kitle ilişkilerimizde daha net ve amaçlı ilişkiler kuracağız. Enstitü elbette sadece bir mekandan ibaret değil, buradaki ilişkiler ve çalışmaların yüzü tüm ülkedeki ekoloji mücadelesine dönük olacak. Seminerlerin, atölyelerin internet üzerinden katılıma açık olması bunun daha baştan bir biçimi olacak.

GÖNÜLLÜLÜĞE DAYALI BİR AĞ OLUŞTURMAK İSTİYORUZ
Enstitüyle birlikte yine küresel ekolojik çöküşü kapitalizmin yeni manivelası haline getirecek düzen içi programlarla, anlayışlarla daha sistematik ve süreğen bir mücadele yürüteceğiz. Yine sanatçılar, sendikacılar, kadın ve LGBTİ+ örgütleri, Alevi örgütleri ve birlikte hareket ettiğimiz diğer kesimlerle birlikte çalıştaylar, atölyeler vb. etkinlikler yapmanın, örgütlülük ve politika üretimini güçlendirmek için iyi bir potansiyel sunacağını düşünüyoruz. Kurumsal kimlikle birlikte ekoloji direnişleri için doğrudan hukuk desteği sağlayabileceğiz. ÇED dosyalarının değerlendirilmesi, hukuki danışmanlık/dava takibi yapılması, basın desteği sağlanması için gönüllülüğe dayalı bir ağ oluşturmak istiyoruz.

Uzun vadede ise ekosistemlerdeki tahribatın bilgisi, ki buna o yereldeki emek rejiminin belirleyici olduğu toplumsal yaşamdaki değişiklikler de dahildir, mücadelenin talepleri, biçimi, ömrü açısından bizim için elzem. Ancak bu bilgi genel olarak maalesef ya akademinin sınırları içinde kalıyor ya da esasen düzeniçi anlayışlarla uyumu oranında mali kaynakları gelişkin olan çeşitli sivil toplum kuruluşlarının raporlarında daha çok sermaye kesimlerine sesleniyor. Ancak, üniversiteler kapılarını kapatmış olsa da sınıfın aydını olarak bu alanda faaliyet yürütmek isteyen pek çok akademisyen ve araştırmacı bulunuyor. Polen'den önceki pek çok çabadan da edindiğimiz tecrübeler bize bunların hareketin gelişiminde kritik roller oynayabileceğini gösterdi. Enstitü böylelikle hem akademinin, STK'ların siyasi ve ideolojik sınırlarına takılmadan hem de hareketin gelişim ihtiyaçlarına odaklanarak, bu amaçla bilgi üreteceğimiz bir buluşma mekanı olacak.

Kolektif olarak Enstitü'nün bize sağlayacağı imkanları sonuna kadar değerlendirmek istiyoruz. Örgütsel çapımızı birkaç katına çıkarırken örgütsel sıkılığımızı da aynı oranda geliştireceğimizi düşünüyoruz. Serüven burada iyi bir benzetme olabilir.

EKOLOJİK ÇÖKÜŞÜN GETİRDİĞİ SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ AYRI BİR DEVRİM DEĞİL
Biz kendimizi bir ekolojik felaket çağında panik halinde en hızlı çözümlere yönelen bir çizgide tanımlamıyoruz. Kendimizi coğrafyadaki devrimci hareketin organik bir parçası, kitlelerle bağı faşist terörle koparılmış devrimci öncülerin kitlelerle kuracağı bağın zeminlerinden biri olarak görüyoruz. Ekolojik çöküşün gerektirdiği sistem değişikliği ayrı bir devrim değil, tarihsel deneyimi yüksek devrimci hareketimizin kitlelerle birlikte yürüttüğü yol arayışı. Devrim bu açıdan bir seçenek değil, güncel bir zorunluluk. Serüvenimiz bu zorunluluğun bilinciyle doğayı, tüm canlıları sermayenin zincirlerinden özgürleştirme serüveni.

EKOLOJİK ÇÖKÜŞÜN COĞRAFYADAKİ ETKİLERİNİ BİRLİKTE ARAŞTIRACAĞIZ

Enstitü'nün programı, hedefleri neler?
Enstitü, 21 Nisan'daki açılış etkinliğinin ardından 1 Mayıs'ın ateşi, heyecanı sürerken seminerlerle çalışmalarına başlıyor. Danışma Kurulumuzda yer alan akademisyenlerden Aykut Çoban'ın Marksist Ekolojiye Giriş, Aslı Odman'ın Emek ve Ekoloji, Mine Yıldırım'ın Politik Ekoloji ve hayvanlar konulu yürüteceği bu ilk seri seminerlerle canlı bir tartışma ortamı yaratmak ve ardından bu alanlarda katılımcılarla birlikte çalışmalar yürütmek istiyoruz. Yaz döneminde okuma atölyeleri, film gösterimleri, panel ve atölyelerle mekanımızı canlı tutacağız. Daha sonra sonbahar döneminde yeni seminerlerimiz olacak. İliç gibi, deprem bölgesi gibi, Aliağa gibi, OSB'ler gibi yerlerde, orman alanlarında, maden sahalarında, santral havzalarında, tüm Mezopotamya'da olan biten her şeyi birbiriyle ilişkilendirmek, mücadelelerin izlerini sürmek ekoloji hareketinin reaktif bir hareket olmaktan kendi gündemini belirleyen politik bir güce dönüşmesini sağlayacak bir kitle potansiyeli taşıyor. Burada özellikle ilgili alanlarda çalışma yürüten üniversite öğrencileri, lisans üstü öğrencileri, akademisyenleri ekolojik çöküşün coğrafyadaki etkilerini birlikte araştırmaya, ekoloji hareketinin ihtiyaçlarına ve gelişimine birlikte katkı sunmaya çağırıyoruz. Atölyelerimiz çeşitli mesleki becerileri, araştırma tekniklerini de içereceğinden burada karşılıklı gelişmenin imkanları olacak.

Son yıllarda emekoloji oldukça rağbet gören bir alan. Ekoloji mücadelesinde Marksizmi rehber ediniyorsunuz bu konudaki yaklaşımınızı biraz anlatabilir misiniz?
Emekoloji kavramı, bir alanda zevahiri kurtarırken doğa talanı ve sömürünün farklı biçimlerde sürdürüldüğü "adil dönüşüm" programlarına karşı, kapitalizmin temel çelişkisi olan emek-sermaye çelişkisini ekoloji hareketinde bilince çıkarmak için iyi bir zemin sundu. 70'lerde politik ekoloji akımlarının ortaya çıkmasından bu yana kendini yenileyen bir çatışma olarak görünen emek ve çevre hareketlerinin taleplerinin ters düştüğü nesnel durumlara daha geniş ve tutarlı bir çerçeveden verilebilecek bir yanıt. İşçi ve emekçilerin üretim alanında sömürünün yanında maruz kaldığı bedensel tahribatın doğanın tahribatıyla bir olduğunu, bu üretim alanında ortaya çıkan kirliliğin, tüketim sonucu oluşan atıkların tam da yine bu işçi ve emekçilerin yaşamını en çok ve doğrudan etkilediğini anlatmanın bir yolu. Akbelen'de köylünün karşısına dikilen termik santral işçilerine, hiçbir ihtiyaç planlamasına göre olmayan ve başka bir sermaye kesiminin çıkarlarına hizmet eden yenilenebilir enerji sektöründe çalıştırmayı öneren "adil dönüşüme" karşı ormanın varlığının mesai süresi, İSİG önlemleri gibi bu işçilerin çalışma koşullarına dahil olduğunu gösteren bir hareket.

DAHA GELİŞKİN BİR EMEK VE EKOLOJİ HAREKETİ ORTAYA ÇIKARABİLECEĞİMİZ DÜŞÜNÜYORUZ
Ormandan geçinen köylü ve köylüden alışveriş yapan, ormandan oksijen soluyan işçinin sermaye karşısındaki kader birliğini anlatmanın bir biçimidir. Ekoloji hareketinin örgütlenme alanını fabrika içine taşıyan bir anlayıştır. Elbette orman kesilmeyecek ve yeni kömür çıkarılmayacaksa termik santral kapanıp işçiler işsiz mi kalacak sorusu halen ortadadır. Ancak işçilerin yaşadığı sağlık kaybı, ağır sömürü koşullarının neden olduğu niteliksiz yaşam koşulları da ortadadır ve mücadelenin konusudur. Ormanı korumak için, asbestli gemiyi durdurmak için, akarsuyu boruya hapsettirmemek için, kimyasalları ve bacaları filtreletmek için, vb. İşçilerin sınıf bilincinin gelişiminde bu taleplerle iş bırakma, grev örgütleyebilmesi yaşam alanlarındaki ortaklaşma ve örgütlenme çabalarına bağlı. Emekoloji yaklaşımımızı bu tür örnekler üzerinden somutlaştırdıkça daha gelişkin bir ekoloji ve emek hareketi ortaya çıkarabileceğimizi düşünüyoruz.