24 Haziran 2025 Salı

Sarin Dersim yazdı | Emekçi çözümün temel bir halkası: Dillerin eşitliği

Dilsiz bir ulus düşünülemez. Türk işçi ve emekçileri nasıl ki Türkçe'nin temel bir hak olduğunu savunuyor ise, Kürtçe'nin de Kürt halkımızın çok temel bir hakkı olduğunu ve bu hakkı kullanmak için üzerindeki bütün baskılarının son bulmasını talep etmeli, bunun için mücadele yürütmelidir.

Sömürgeciliğin "Terörsüz Türkiye", ulusal demokratik hareketin ise "Demokratik Toplum Çağrısı" diye tanımladığı "süreç" belirsizliklerle devam ederken, tartışmaların temel bir parametresini Kürt ulusunun varlığının ve kolektif haklarının kabul edilip edilmemesi oluşturuyor. Bir ulusun varlığı söz konusu olduğunda ise "dil-anadil" bu tartışmaların odaklarından biri olarak önümüzde duruyor.

Tarih boyunca tüm sömürge ulusların sömürgeleştirilmesi sürecinde olduğu gibi Kürdistan'ın sömürgeleştirilmesinde de koçbaşı olarak Kürt diline dönük baskı ve asimilasyon politikaları kullanıldı. Sömürgecilerin tarihsel tecrübeleri ile sabitti; bir ulusa pranga vurmanın başat yollarından biri o ulusun diline pranga vurmaktı. Çünkü dil, bir ulusu ulus yapan özelliklerin başında gelir. Sovyetler Birliği'nde 1917-23 arasında Halk Komiserleri Kurulu'nun Uluslar Halk Komiseri olarak görev yapan Stalin; "Ulus, ortak bir dil, ortak bir toprak, ortak bir ekonomik yaşam ve ortak bir kültürle ortaya çıkan ortak bir psikolojik yapıya sahip, tarihsel olarak oluşmuş, istikrarlı bir insan topluluğudur" diyordu. Dolayısıyla dil olmaksızın "ulus" olmaz.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ortaya çıkışı; genel gelişimin aksine, yani bir ulusun varlığı üzerine kurulan bir devlet (ulus devlet) yerine, 1923'te TC devleti zemininde yeni bir ulusun (devlet ulusu) yaratılmasıyla ve bu da, başta Ermeni ve Kürt halklarının, ilhakla da tamamlanan, inkarı, imhası ve asimilasyonu, yani öteki ulus ve kimliklerin eritilmesi yoluyla gerçekleşti.

Aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan önce Kürt örgütlenmesi ve Kürt kültürü söz konusu olduğunda görece serbest bir ortam vardı. Kürdistan, Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti Gazetesi, Amid-i Sevda, Peyman, Rojî Kurd, Yekbûn, Hetawî Kurd ve Jîn gibi pek çok Kürtçe yayın ve bu yayınlara müzahir Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti gibi örgütler de mevcuttu. Cumhuriyet'in ilanından sonra tek ulus-tek dil-tek devlet anlayışı çerçevesinde bu örgütlenmelerin ve yayınların kapısına kilit vuruldu. Bununla yetinilmedi Güneş Dil Teorisi gibi ırkçı öğretiler, müfredatın sözümona "bilimsel" yüzünü oluşturdu.

Kürt varlığına ve diline karşı esas olarak 1925'de yürürlüğe konulan Takrir-i Sükun Yasası bir asır boyunca bugüne değin sürecek olan Kürt imha, inkar ve asimilasyonunun gerçek anlamıyla startı olmuştur. Bu çerçevede çıkarılan Şark Islahat Planı uyarınca tüm Kürtçe yer isimleri Türkçe'ye çevrilmiş ve Kürtçe bütünüyle yasaklanmıştır. Kürtçe başta olmak üzere Türkçe dışındaki dillerin kullanımı kamu alanından başlayarak yasaklanmıştır. Kürt aydınları da, bu dönem boyunca ya tutuklanmış ya da sürgüne yollanmıştır. 1959 yılında Musa Anter, Amed'de çıkan İleri Yurt Gazetesi'nde Kürtçe bir yazısı ve "Qimil" adında bir şiirinden ötürü yargılandı. Sonraki yıllar içerisinde de Kürtçe gazeteler kapatıldı.

Kürt diline karşı bu baskı politikalarının yürürlükte olduğu dönemde sosyalizmin ana vatanı SSCB'de ise Kürt dilinin korunması ve geliştirilmesi çerçevesinde atılan adımlar tarihi değerdedir. Kafkasya'da yaşayan Kürtlerden hareketle yapılan akademik çalışmalar neticesinde ilk Kürt romanının yazarı Erebê Şemo'nun da yapılışında büyük rol oynadığı Latin karakterli ilk Kürt alfabesi, bu sosyalizm ülkesinde 1928'de geliştirildi ve sonrasında bu alfabeyle binlerce kitap, dergi, gazete, broşür basıldı (Riya Teze gazetesi bunlardan biriydi). Yine yapılan çok sayıda Kürdoloji konferansı sosyalizmin, bir ulusun anadili ile kurduğu ilişkinin somut göstergeleri oldu.

Diğer yandan Kuzey Kürdistan'ın sömürgeleştirildiği Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından Kürt dili üzerindeki baskıların doruğa ulaştığı dönem kuşkusuz 12 Eylül faşist darbesi oldu. 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte Kürtçe'ye dönük saldırıların merkezlerinden biri de hapishaneler olmuştur. Diyarbakır zindanında görüş kabinlerin üzerinde "Türkçe Konuş Çok Konuş" şeklindeki yazılar, bir dil üzerindeki zulmün adeta bir sembolü olarak, sadece hapishane duvarlarına değil hafızalara da kazınmıştır. Tutsaklar nezdinde Kürtçe'ye dönük saldırılar sistematik hale getirilmiştir. Yine Mamak zindanında idamla yargılanan Kamber Ateş'in annesiyle diyaloğu da hafızalara kazınan bir başka zulüm örneğidir. Türkçe dışındaki diller yasaklandığı için Kamber Ateş'in annesi İpek Ateş oğlunun görüşüne giderken "Kamber Ateş nasılsın" cümlesini ezberlemiştir. Görüş boyunca oğlunun sorduğu her soruya "Kamber Ateş nasılsın" şeklinde cevap vermiştir.

Kürt dili üzerindeki baskılar faşist darbeyi izleyen yıllarda da artarak devam etmiştir. 1991 yılında milletvekili seçilen Leyla Zana, yemin töreni sonrası "bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum" şeklindeki cümleyi Kürtçe söylediği için lince maruz kaldı. Zana, bunun bedelini ise hapis yatarak ödedi. '90'lı yıllar Kürt kültürü ve dili açısından kayda değer gelişmelerin ve çıkışların yaşandığı yıllar oldu. Başta müzik olmak üzere kültür sanat alanında güçlü eserler ortaya çıkarıldı. Buna sömürgeciliğin cevabı ise sert oldu. Gözaltı, tutuklama ve yasaklamalar sıradanlaştı. Düğünlerde Kürtçe müzikler yasaklandı. Kültür sanat kurumları peş peşe kapatıldı. Kürdistan'daki yerleşim yerlerinin Kürtçe isimleri değiştirilerek Türkçeleştirildi. Kürtçe yazıp konuşan sanatçılar yazarlar linç edilerek tutuklandılar, sürgün edildiler. Kürtçe alfabede yer alan fakat Türkçe alfabede olmayan harfler w-q-x harfleri yasak kapsamına alındı. Bu harflerin yer aldığı isimler kabul edilmedi, yasaklandı.

Bu saldırıların yakın dönemdeki en çarpıcı örneği ise Kürdistan'ın kimi kentlerinde, kent içi trafikte, belediyelerce yazılan "hedî" (yavaş) ve "peşî peya" (önce yaya) gibi Kürtçe trafik uyarılarının polislerce silinip yerine Türkçe yazılması oldu.

Hiç şüphesiz Kürt ulusunun on yıllara varan toplam mücadelesi Kürt dili konusunda inkarcı sömürgeciliğin  kısmi tavizler vermesini sağladı. Kürtçe'nin varlığının kabulü anlamına gelen bu tavizler ne yazık ki kısmi bireysel haklar düzeyini aşamadı. Gerek TRT şeş gerek açılan Kürtçe kurslar, gerekse Muş, Bingöl, Diyarbakır ve Mardin üniversitelerinde açılan Kürt dili ve edebiyatı bölümleri bu sorunu temelden çözmek için yetersizdir. Kaldı ki bu kazanımlar 40 yıllık mücadelenin sonucudur. Sömürgecilik bu tavizleri vermek zorunda kalmıştır. Ama sömürgeciliğin yaklaşımı bununla sınırlı olmuştur.

Bir ulusun temel varlığı ana dilidir, bunun yolu da ana dil eğitimden geçmektedir. Dolayısıyla anadilde eğitim temel bir haktır her koşulda bu hakkı savunmak gündemleştirmek temel bir görevdir. Aksi her tutum, her politika işin özünü kavramamak, sömürgeciliğin asimilasyon politikalarının devam etmesini sağlamaktır. Bir dil açılan kurslarla özel çabalarla ama sınırlandırılmış cendere altına alınmış uygulamalarla geliştirilemez, kendini yaşatamaz Devrimci sosyalistler bugün Kürt sorununda emekçi çözüm formülasyonunun en temel sac ayaklarından birinin anadilde eğitim olması gerektiğini tartışmasız fakat bir şekilde savunuyor. Kürt diline dönük inkarcı politikaların son bulması için mücadelesini yürütecektir. Dil bir halkın, bir ulusun en temel varlığıdır. Dilsiz bir ulus düşünülemez. Türk işçi ve emekçileri nasıl ki Türkçe'nin temel bir hak olduğunu savunuyor ise, Kürtçe'nin de Kürt halkımızın çok temel bir hakkı olduğunu ve bu hakkı kullanmak için üzerindeki bütün baskılarının son bulmasını talep etmeli, bunun için mücadele yürütmelidir. Kürt halkımızın anadilde eğitim hakkını savunmak asimilasyon politikalarına karşı çıkmak, inkarcı sömürgeciliğin teşhir etmek, Türk işçi ve emekçi halkımızı özgürleştirecektir, demokratikleştirecektir, toplumsal bilincin gelişmesini hizmet edecektir.

Şovenizmin yıkılmasında iki halkın kardeşleşmesinde temel bir rol oynayacaktır. Ve bugün, İmralı'da Abdullah Öcalan ile Türkiye cumhuriyeti devleti görüşmelerinin sürdüğü koşullarda bile, Kürt halkının anadili Kürtçe'ye yönelik pervasız saldırılar hız kesmiyor. Mecliste hala Kürtçe konuşmak yasak. Kürtçe konuşan vekillerin mikrofonları kapatılıyor ve meclis tutanaklarına  "bilinmeyen dil" olarak kayıtlara geçiyor. Hapishanelerde telefon görüşmelerinde Kürtçe konuştuğu için tutsaklar disiplin soruşturmalarına maruz kalıyor. Mahkemelerde anadilde savunma hakları engelleniyor ya da tercüman parasının tutsaklar tarafından ödenmesi dayatılıyor. Peki Kürt sorununa "çözüm"ün konuşulduğu koşullarda inkar ve asimilasyon politikalarını bir adım geriye çekmeyen bir zihniyet, Kürt sorununu adil ve demokratik barış zemininde ne kadar çözebilir?

Elbette bu inkarcı ve asimilasyoncu politikalara karşı direniş ve mücadele de hep oldu. Başta Kürt halkımız olmak üzere yurtsever hareket ve devrimci sosyalistler, anadil üzerindeki bu baskıcı politikalara karşı hep mücadele yürüttüler. Bedel ödediler, asla tereddüt etmediler. Devrimci sosyalistler, batıda Kürt sorununu ezilen kitlelerin gündemine taşımak için çabaladılar. Anadil konulu kampanyalar örgütlediler. İmralı'da Kürt halk önderi Abdullah Öcalan ile devlet arasında yürütülen müzakere koşullarında da devrimci sosyalistler, Kürt halkının taleplerinin bayraktarı olmayı sürdüreceklerdir.