30 Eylül 2024 Pazartesi

Sezin Uçar yazdı | Ölü bedenlerin devam eden siyasal yaşamları

Ölenin ideallerine, ideolojisine, düşlerine saldırı cansız bedeni üzerinden devam eder. İsyan edenin, devlete karşı gelenin sadece yaşamına son vermek, fiziki olarak yok etmek yetmez. Öldürülen kişinin yaşam tercihleri, ölümü göze alış biçimi ve ölümü de unutturulmak istenir. Çünkü yaşam kadar ölüm de politiktir ve cansız bedenlerin siyasi yaşamları devam eder. O nedenle anmak, anımsamak, unutmamak, hatırlatmak ve bağ kurmak şimdi çok daha anlamlı. Cenazelere dönük bu uygulamanın daha fazla yaygınlaşmasını önlemek için gerekli tepkiyi göstermek, toplumsal mücadelenin hafızasızlaştırılmasına ve mekansızlaştırılmasına, ölülerimizin mezarsız bırakılmasına izin vermemek hepimizin sorumluluğunda.

"Haberlere yorumlara ve büyük tirajlara/ Asalak otlara karşı, türeyip giden/ Bir sun'i ilkahla üreyip giden/ Bir soya, bir sanrıya karşı/ Kuşanıp kahramanca tek silahını, kanını/ Diri bir su gibi gidenleri hatırlarım/ Odalarda ve güzel bir dünyada/ Sararken bir başına eski güneş/ Yıldızımız uzak bir iklimde/ Bir tüfek olacaktır. Bir tüfek/ Ölülerimiz toplanacaktır." Turgut Uyar

Yas ve gömülme hakkı denilince akla Yunan mitolojisinde Sophokles'in en büyük trajedilerinden birinin kahramanı olan Antigone ve onun kardeşinin cenazesini gömme mücadelesi gelir. Hikayeye göre, iki kardeşi de ölünce, kral olan dayıları Kreon, Thebai'ye ihanet ettiği gerekçesiyle Polyneikes'in cesedinin gömülmesine izin vermez. Antigone ise dayısının yasağına karşın, kardeşinin cesedini gizlice gömer ve bunun üzerine Kreon onu cezalandırarak mezara kapatır. Ama Antigone, diri diri kapatıldığı o mezardan çıkarak, insan onuruna uygun yaşamanın, ölmenin ve gömülmenin mücadelecisi bir simgeye dönüşür.

Kreon'dan Süleyman Soylu'ya, siyasal iktidarın ölülerle savaşı devam ediyor. Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında, devlet tarafından katledilenlerin cenazelerine dönük işkence psikolojik savaş argümanı olarak kullanılan klasikleşmiş bir devlet politikası. Şeyh Sait ve arkadaşlarının idamından sonra cenazeleri ailelerine verilmemiş, mezar yerleri gizlenmiştir. Seyid Rıza'nın da bir mezar yeri yoktur. Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın vasiyetlerine rağmen yan yana gömülmelerine izin verilmemiştir. Yakın dönemin siyasi tarihi de cenazelere yapılan çok çeşitli saldırıların örnekleriyle doludur.

Özyönetim direnişlerinde sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı kentlere bakmak cenazeler üzerinden devlet politikasının da en dolaysız halini görmek için yeterlidir. Taybet İnan'ın cenazesi 7 gün boyunca sokakta bırakılmış, cenazeyi almak isteyen yakını da öldürülmüştür. Tüm topluma 7 gün boyunca katlanılması, ölümden daha güç bu acı yaşatılmak istenmiştir. Cizre'de katledilen 10 yaşındaki Cemile Çağırga'nın ailesi, kızlarının cansız bedenini sokağa çıkma yasakları nedeniyle defnedememiş, 2 gün boyunca buzdolabında tutmak zorunda kalmıştır. Hacı Lokman Birlik'in cenazesinin zırhlı aracın arkasında sürüklenmesi, Garibe Gezer'e cenaze aracı verilmemesi düşmanla ceza hukukun ölümden sonra da devam ettiğinin en çıplak örnekleridir. Benzer şekilde Rojava'da IŞİD'e karşı savaşırken yaşamını yitiren Aziz Güler'in cenazesi 59 gün boyunca sınırda bekletilmiştir. Cinsel şiddetin olağanlaştırılmasının bir aracı olarak cansız kadın bedenleri daha özel hedef alınmıştır. Gerilla Ekin Wan'ın çıplak bedeninin teşhir edilmesi, komünist savaşçı Şirin Öter'in vajinası hedeflenerek kurşun sıkılması; cinsel işkencenin bir biçimi olarak kullanılmıştır. Ailelerine kargo ile gönderilen gerilla cenazeleri, bitmek tükenmek bilmeyen mezarlıklara yapılan saldırılar, kaldırıma gömülen kemikler, mezarsız bırakılan translar… Hepsi toplumsal mücadeleyi belleksizleştirme, hayatta kalan ile ölenin bağını koparma çabasının bir ürünüdür.

İçişleri Bakanlığı; 5 Ağustos tarihinde Ağrı'da devlet güçleriyle girdiği çatışmada yaşamını yitiren Ulaş Alankuş ve Fikret Tekçe'nin isimlerini anmaksızın yaptığı açıklamada onları "terörist" ilan etti ve emrindeki kolluğa cenazelere işkence için her türlü hukuksuzluğun çağrısını da yapmış oldu. "Teslim olmayanların sonu sarı torba", "Teröristlerin leş olması" -devrimcilerin idealleri uğruna kendi yaşamlarından tereddütsüz vazgeçebildikleri, aynı zamanda ekolojik bir dünya için savaştıkları ve kendilerini doğadaki diğer canlılardan üstün görmedikleri unutulur- gibi tanımlamalar, sosyal medyada paylaşılan yara almış bedenlerin fotoğrafları da devlete karşı isyan potansiyeli taşıyanlara dönük bir tehdittir aynı zamanda. Ölenin, hayattayken onlarla aynı hayatı yaşayanlara bir gözdağı verilmek istenir. Hatun Tuğluk'un cenazesine yapılan saldırı silsilesinde; tutsak Aysel Tuğluk'un ve tüm toplumun hissedeceği eza sistematik olarak planlanmıştır örneğin.

Ölenin ideallerine, ideolojisine, düşlerine saldırı cansız bedeni üzerinden devam eder. Komünist savaşçı Ulaş Alankuş'un cenazesi de yoldaşları ve ailesinin Gazi Mahallesi Cemevinde yapmak istedikleri törene izin verilmeksizin kaçırılarak defnedilmek istendi. Cenazeye katılmak için orada olanlar ya gözaltına alındı ya da tören bitene kadar polis ablukasında tutuldu. Kendisi gibi devlet güçleriyle girdiği çatışmada yaşamını yitiren Ulaş Bardakçı'nın adını, hatırasını, ideallerini yaşatması için aldığı, ismiyle müsemma yaşayan Ulaş Alankuş'un cenazesi aynı bağ bu defa cenaze töreni aracılığıyla kurulmasın diye kaçırıldı.

İsyan edenin, devlete karşı gelenin sadece yaşamına son vermek, fiziki olarak yok etmek yetmez. Öldürülen kişinin yaşam tercihleri, ölümü göze alış biçimi ve ölümü de unutturulmak istenir. Ne için yaşadı, ne uğruna savaştı, neden öldürüldü? Bunların hepsi unutulsun istenir. Çünkü yaşam kadar ölüm de politiktir ve cansız bedenlerin siyasi yaşamları devam eder. Bundandır devrimci sosyalistlerin yaşamlarını yitiren yoldaşlarını ölümsüzleşenlerimiz diye anmaları. Bundandır kaybedilenin ardından düşlerini, ideallerini yaşatma sözü vermeleri. Ölümsüzleşenlerin bedenleri artık aramızda dolaşamaz ama onların ideolojileri, fikirleri, hayat deneyimleri, hataları, hatıraları, düşleri özcesi siyasal yaşamları ve savaşımları yaşayan başka bedenlerle bağ kurar ve yeniden inşa edilir. O nedenle anmak, anımsamak, unutmamak, hatırlatmak ve bağ kurmak şimdi çok daha anlamlı.

Devletin tüm bu savaş politikası; gömülme hakkı, yas hakkı, ölüye saygı hakkı başlıklarıyla aynı zamanda adalet mücadelesinin bir parçası. 90'lı yıllarda devletin cenazelere yaptığı işkenceler ve gözaltında kayıplar politikasında önemli bir toplumsal mücadele ile geri adım attırılabildi ve bu kavramların insan hakları metinlerindeki yeri sağlamlaştırılabildi. Ancak içinden geçtiğimiz siyasal koşullar; tüm bu uygulamaların daha şedit bir şekilde uygulanacağının emareleriyle yüklü. O nedenle Ulaş Alankuş'un cenazesine yapılan saldırıyı devletle üst perdeden savaşan gerillaya has bir uygulama olarak görüp münferit değerlendirmesi yapmak büyük bir yanılgı olur. Cenazelere dönük bu uygulamanın daha fazla yaygınlaşmasını önlemek için gerekli tepkiyi göstermek, toplumsal mücadelenin hafızasızlaştırılmasına ve mekansızlaştırılmasına, ölülerimizin mezarsız bırakılmasına izin vermemek hepimizin sorumluluğunda.

*Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatı