17 Kasım 2024 Pazar

Sinan Baran yazdı | CHP'nin sağı-solu

Özgün olarak CHP ve avanesinin politik islamcılarla yer ve rol değiştirmiş olması özü itibariyle onu halka yaklaştırmamıştır. O, yine devlet partisi, TÜSİAD ve türevi burjuvazinin temsilcisidir. Bu, Kürt halkına ve devrimcilere karşı tutumundan da anlaşılırdır. AKP'nin iktidar olmadan önceki vaatlerini anımsatan vaatlerde bulunan altılı masa Kürt halkıyla alay etmekte, Türkiye halklarının hafızasını küçümsemektedir. Türkiye halkları ve Kuzey Kürdistan'daki Kürt halkı her iki ittifakın da özgün karakterini çok iyi tanımış ve görmüştür. Bunu görmeyenler yalnızca CHP'nin üzerinde yürüdüğü, kendini solcu göstermek istediği zaman kullanmaktan imtina etmediği Sol Parti ve TKP'dir.

Türkiye ve Bakurê Kürdistan'da hali hazırda yürürlükte olan faşist şeflik rejimi, seksen yıllık kemalist diktatörlüğün ardından iki binlerin başından itibaren inşa edildi ve 2015'den itibaren de ivmelenerek kurumsallaştı. Esası itibariyle kurumsallaşan politik islamcı faşist şeflik rejimi, güçlü bir tarihsel hafıza ve toplumsal tabana sahipti. Bu taban cumhuriyetin kuruluşundan itibaren kendini örgütledi, kemalist diktatörlüğün tekçiliği karşısında savunma içerisinde gelişti. Milli görüş geleneğinden, Demokrat Parti'ye oradan da Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası'na (İlerici Cumhuriyet Partisi) kadar uzanan dolaylı bir köke sahipti. Yani kısaca kemalist diktatörlük en başından itibaren karşıtını örgütledi; ve bu tabanın özlemleri faşist şefte doruk noktasına ulaştı. Bugün politik islamcı faşist şeflik rejimi altında yaşanan zulmün dayanılmazlığından bahsedenler; TC'nin ilk seksen yıllık tarihinin, dolaysıyla son yirmi yıllık tarihinin de yaratıcılarıdır. Bugün eskiye çağrı yapanlar, eskide umut görenler, bu umudu yalnızca kendi burjuva tabanları için yinelemekten başka bir amaç gütmemektedir. Gelin hep beraber kendilerine altılı masa diyenlerin yinelemeye çalıştığı eski tarihe bir göz atalım.

TC'nin kuruluşunun kendisinden dahi kemalist diktatörlüğün karakteri anlaşılırdır. Bizzat cumhuriyet ilanının yapılışı bile dönemi içerisinde sonradan Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası'nı kuran generaller (K. Karabekir vd.) tarafından eleştirilir. Hemen sonrasında, cumhuriyetin ilk anayasası (1924), 1921 Anayasasının reddi niteliğindedir. Ve bu aşamada kemalist diktatörlük kurumsallaşmasını güçlendirme aşamasındadır. Aynı süreçte ötekilerin de sistemin dışına itilmesi hız kazanmıştır; sekülarite adına mütedeyyin Müslümanlar gericilikle, yobazlıkla suçlanmaya başlanmış ve geleneksel dini kıyafetlerden tutalım da söz, eylem, örgütlenme haklarına değin her şeyleri ellerinden alınmıştır. Tabi bu eş zamanlı olarak Kürt halkının inkar sürecini de kendisiyle birlikte örgütleyen bir süreçtir. Hem cumhuriyetin ilanı hem de 24 Anayasası Kürt halkının inkarını zaten kendi içerisinde barındırır, verilen bütün sözlerin yalan olduğu anlaşılır. Bu Kürt halkının kendini ve haklarını savunma hakkını doğurur ve Kuzey Kürdistan 1924-25'den itibaren cumhuriyet orduları tarafından ilhak ve işgal edilir. Ki bu gün bile Kürdistan'daki askeri konumlanma normal değil, işgal kuvvetlerinin konumlanması şeklindedir. Şex Said isyanından, Dersim tertelesine değin Kürdistan'da tam bir soykırım uygulanır. Kürdistan'da bütün bunlar yaşanırken başta İstanbul ve Ankara'da örgütlenen CHP muhalifleri, bu politika karşısında destekçi pozisyondadır. Ne kemalist diktatörlüğün baskısı altında inleyen politik islamcı kesim ciddi bir söz-eylem açığa çıkarır ne de TKP. Bu arada TKP ve sosyalizm karşıtlığı-düşmanlığı daha cumhuriyet ilan edilmeden dahi kendini zaten ayan beyan ortaya koyuyor, Topal Osman çeteleri, Rum halkını katlettikleri Karadeniz'de TKP önderliğini, Mustafa Suphileri de katleder. Ama buna rağmen Şefik Hüsnü TKP'si, başta Kürt halkı olmak üzere toplumun ezilen kesimlerine yapılan zulmü destekliyor ve ilkesizliği ilke edinerek kemalist diktatörlüğü ilerici-Kürt halk isyanlarını gerici ilan ediyordu.

Özgün olarak CHP iktidarı dönemi; başlıca Kürt soykırım harekatlarının ve takrir-i sükun çerçevesindeki zorunlu iskan politikalarının yaşandığı dönemdir. Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in Dersim katliamındaki rolü zaten bilinir. Bu süreçte CHP muhalifi olan diğer iki kesim TKP ve politik islamcılar da elbette ki baskıya maruz kalır, ancak onlar devlet ve sistemin yedekleri, iç dinamikleri olarak görüldüklerinden yok edilmeye, irade kırma harekatlarına maruz kalmazlar. Ki zaten Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası'nın kapatılması ve Mustafa Suphilerin katli yeterince kırılma yaratmış birde bölünme korkusu-beka meselesi gündemleşince, bu iki kesim de sistem içi muhalefeti tek çıkar yol görmüştür. Yine de bu kesimlerin örgütlenme hakkı, son Kürtlük kırıntısının kaldığı, Kürt iradesinin sürdüğü süreç boyunca kısıtlanır, yasaklanır. Zira hala son Osmanlı topraklarının bölünmesi ihtimali vardır. Kim bölecektir TC topraklarını? Binlerce yıllık öz yurdu dörde bölünen ve her bir parçası bir sömürgeci devlet tarafından işgal edilen Kürtler. Çünkü cumhuriyet binlerce yıldır Rumeli, Anadolu ve Mezopotamya'da birlikte yaşayan Ermeni, Rum, Süryani ve Kürt halklarının soykırımı temelinde kurulmuştur. Bunlardan Süryani, Rum ve Ermenilerin soykırımı önemli ölçüde sonuç almış olsa da Kürt halkı, dağlarda olduğundan kendini korumuş ve cumhuriyetin temelindeki dinamit olarak bu günlere değin gelmiştir.

Tarihin bir kesitinde Kürt halkının da iradesi önemli ölçüde kırılmış; Sovyet devrimi kazanımı kızıl Kürdistan dağıtılmış, Bakurê'da işgalci cumhuriyet orduları tüm Kürdistan'ı ilhak etmiş, direneni katletmiş ve direnmeyeni de sürgün etmiştir. Rojava'da Suriye devletinin kurulmasıyla Kürt statüsü ihtimali ortadan kalkmış ve emperyalist Fransa tarafından bu garantilenmiş, Başurê'da Irak devletini kuran İngilizler Kürt hareketlerini bastırmış, Şex Berzenci etkisiz kılınıp Barzaniler Rojhilat'a ve oradan da Sovyetlere sürülmüş, Rojhilat'da Mahabat Cumhuriyeti yıkılmış ve burada yaşanan katliamlara da kimse ses etmemiştir. Dolayısıyla dört parça Kürdistan'da tam bir inkar ve statüsüzlük hakimken, TC ve kemalist diktatörlük için beka sorunu kalmamış ve nispeten demokrasiye geçilmiştir. Bu kırkların sonu, ellilerin başına denk gelen süreçtir. Tabi burada şunu vurgulamak gerekir ki, Menderesin Demokrat Parti'sinden tutalım da son Ecevit hükümetine değin Türkiye'de yalnızca hükumetler değişmiş, kemalist devlet aklı hep iktidarda kalmıştır. Bundan dolayı da faşist şefin adım adım iktidarı ele geçirmeye başladığı TC'de tek iktidar kemalist diktatörlük ola gelmiştir.

Kemalizmin karakteri dönemdaşlarınınkinden pek de farklı değildir. İtalya'da Mussolini, Almanya'da Hitler ve İran'da Rıza Han ne ise TC için de Mustafa Kemal odur. Zaten Atatürk ve Şah Rıza'nın Kürt halkına, muhafazakarlara ve devrimci-komünistlere karşı tutum ve harekatları da çok benzerdir. Hatta Hitler ve Mussolini'nin Avrupa'da yaptıklarından geri kalır bir tarafları da yoktur. Yine TC'de on yılda bir tekrarlanan darbeler, bir yanıyla kemalist diktatörlüğün iktidarını tahkim etme çalışmalarıdır. Ve bu darbelerle kendi muhaliflerine yapmadıkları zulüm de kalmamıştır. Üstelik her darbeden sonra yukarıda bahsettiğimiz üç kesim de farklı düzeylerde hedef tahtasındadır, bedel ödemiştir. 80 darbesi diğerlerine nazaran daha kanlı olsa da diğer darbe süreçleri de kendi çaplarında kanlıdır.

Son olarak savaşın iyice yoğunlaştığı 90'lar boyunca kemalist diktatörlüğün çeteleri, bu gün politik islamcıların hizmetinde olan Ağar-Çiller vd. çetelerin yaptığı katliamlar ve yarattıkları talan ve yoksulluk, oluşturulan kaos havasını da bu halk asla unutmayacaktır. Bütün bunlar 'altılı masa'nın halklarımıza yeniden vaat ettiklerinin neler olduğunu hatırlamak için yeterlidir. Zaten faşist şeflik rejiminin yaptıkları, özgünlükler taşımakla birlikte kemalist diktatörlüğün yaptıklarının tekrarıdır. Özgün olarak CHP ve avenesinin politik islamcılarla yer ve rol değiştirmiş olması özü itibariyle onu halka yaklaştırmamıştır. O, yine devlet partisi, TÜSİAD ve türevi burjuvazinin temsilcisidir. Bu, Kürt halkına ve devrimcilere karşı tutumundan da anlaşılırdır. AKP'nin iktidar olmadan önceki vaatlerini anımsatan vaatlerde bulunan altılı masa Kürt halkıyla alay etmekte, Türkiye halklarının hafızasını küçümsemektedir. Türkiye halkları ve Kuzey Kürdistan'daki Kürt halkı her iki ittifakın da özgün karakterini çok iyi tanımış ve görmüştür. Bunu görmeyenler yalnızca CHP'nin üzerinde yürüdüğü, kendini solcu göstermek istediği zaman kullanmaktan imtina etmediği Sol Parti ve TKP'dir. Onlar, adeta Şefik Hüsnü TKP'sinin rolünü geliştirerek üstlenmiş ve CHP'de ilericilik arayışına girişmişlerdir. Oysa halklarımız bilmelidir ki altılı masanın ayaklarını oluşturan bu yapıların özlem ve çıkarları CHP-İYİP'le aynılaşmıştır. Sosyalşovenizm ve burjuva demokrasisi talepleri ortak programlarıdır. Bu parti yöneticilerinin yaşamlarıyla halklarımızın yaşamları arasında ortaklık kalmamış, özlemleri farklılaşmıştır.

Altılı masa ve ayaklarının vaat, talep ve özlemleri 'Ne mutlu Türküm diyene' çerçevesindeki bir burjuva demokrasisidir. Oysa Türkiye ve Kuzey Kürdistan halkları gerçek özlem ve taleplerini Gezi-Haziran ayaklanmasında, Kobanê serhildanında ve 7 Haziran zaferinde dile getirmiştir. Gezi, üçüncü yolun devrim programı olduğu; marksist leninistlerin, kadın özgürlüğü savunucularının, devrimci-sosyalistlerin, antifaşist ve yurtseverlerin öncülüğünde geliştiği için her iki faşist ittifakı da ürküten hayalet olmaya devam etmiştir. Çünkü ikisinin de halklarımıza vaat edebildiği dünkünden farklı bir yaşam yoktur. Oysa Gezi farklı bir yaşamın ve düzenin mümkün olduğunu herkese gösterdi. 7 Haziran'da HDP'ye oy veren MHP-CHP ve AKP seçmeni de bu gün aynı huzur ortamının özlemini duymaktadır. Ve herkes Gezi'nin sandıkta değil sokakta örgütlendiğini çok iyi biliyor. Bu gün Türkiye ve Kürdistan'da Gezi'nin hayaleti dolaşıyor ve bu hayalet, her iki faşist kliğe de korku salıyor!