4 Aralık 2024 Çarşamba

Umut Erbay yazdı | Seçim günü sandıkları Hizbullah sokakları Soylu ve Akar tutacak

Gelinen aşamada emekçi halklarımız faşist şefin seçim planıyla sandık sonuçlarına bakmaksızın ilan edeceği seçim "zaferini" kabulle, geri çekilme ile kendi iradesine sahip çıkarak, direnme arasında bir seçim yapmakla karşı karşıya bulunuyor. Faşist şefin, olası katliamcı seçim planını görmezden gelme yoluna giden üçüncü cephe güçlerinin kimi bölükleri ile emekçi sol hareket bakımından, faşist şeflik rejimi karşısında alınacak tutum varoluşsal bir tercih yapmak anlamını taşıyor.

Faşist şefin seçim planı, kirli savaş bakanları Hulusi Akar ve Süleyman Soylu ve ittifak ortağı Erbakan ağzıyla tahmini olmaktan çıkarak somut biçim kazandı. Süleyman Soylu, Jandarma Genel Komutanlığına verdiği talimatla, seçim günü tüm askeri personelin hazır kıta bekletilmesini isterken; Hulusi Akar, katıldığı seçim programında kendisine "Vur de vuralım, öl de ölelim" diye bağıran güruhu "Bekleyin bekleyin, onun da sırası gelecek" diye yanıtladı.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan ise katıldığı TV programında "HDP ve PKK'ye karşı sandık güvenliği için denge unsuru olarak, ittifakta yer alması gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada bir faydası olabilir" itirafıyla, seçimlerde Hizbullah'a biçilen rolü özetlemiş oldu.

Her gün seçim meydanlarından kendisini desteklemeyen emekçi halklarımıza kin kusan, sürekli biçimde düşmanlık tohumları saçan faşist şef için, seçim günü sandıklardan çıkacak sonuçların hiç bir önemi bulunmuyor. Burjuva siyasetin alışılagelen kapsayıcı olma, her kesimden oy alma dili kullanma derdini tam da bu nedenle taşımıyor. Faşist şef, sandıklardan çıkan oyların sonucunu değil, şimdiden belirlediği "zafer" sonucunu ilan etmeye hazırlanıyor. Kirli savaş aparatları ve Hizbullah başta gelmek üzere, katliamcı kontra örgütler tüm hazırlıklarını, faşist şefin erkenden ilan edeceği seçim "zaferini" emekçi halklarımıza kabul ettirme planlarını yapmış durumdalar. Mesele zor ve baskı olunca, Bakurê Kürdistan'da PKK ve ulusal mücadeleye karşı kurulmuş, yıllarca JİTEM'in vurucu gücü olarak kullanılmış ve parti kılığına girerek hareket serbestisi kazanmış Hizbullah'tan daha elverişli bir silah elbette bulunamazdı. Kocaman bir katliam ve kontrgerilla mirasının sahibi olan, ancak 2000'li yıllarda kirli savaş aparatı olarak ihtiyaç olmaktan çıktığı için tasfiye edilen Hizbullah, bu yoldan yeniden kuruluş ocağına dönerek, faşist şefin hizmetinde resmi devlet görevine başladı.

Plan net, seçim günü ilk olarak sivil faşistler, kontra güçler sokağa salınacak, onların yetmediği durumda ise ordu devreye girecek. Peki, tüm seçim tarihi boyunca oy hırsızlığı, seçim hileleri tescillenmiş faşist şeflik rejimi, sandıkları kime karşı koruyacak. Mesele ne sandık güvenliği ne de seçim sonuçları, mesele hileli sonucun, baskı, zor ve şiddet yoluyla kabulünün sağlanması. Faşist şef, emekçi halklarımıza 'sakın ola itiraz edip, sokağa çıkmayın' mesajını veriyor. Tam da bu yüzden seçim günü Bakurê Kürdistan başta olmak üzere sandıkları Hizbullah'a sokakları ise kirli savaş bakanları Soylu ve Akar'a bırakıyor. Emekçi halklarımıza Hizbullah tarihinin hatırlatılmasından ve sürekli anılmasından bu yüzden memnuniyet duyuyor. Bu yoldan psikolojik savaşı derinleştiriyor.

Tam da bu noktada, kısaca Hizbullah'ın ve katliamlar tarihini hatırlamakta yarar var. 1979-1980 yıllarında Amed'de bulunan Vahdet Kitabevinde, Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu tarafından yapılan toplantılarla Hizbullah'ın temelleri atılmıştır. Fidan Güngör 1981'de Menzil Kitabevini kurarken, Velioğlu 1982'de İlim Kitabevini kurmuştur. 1987 yılına dek örgütün faaliyet merkezi bu kitabevleri olmuştur. Ancak 1987'de Velioğlu İlim Kitabevini Batman'a taşımış ve bu dönem örgüt ikiye bölünmüştür. Velioğlu grubu silahlı eylemlere başlama yanlısıdır. Hizbullah'ın faaliyetlerinin ve katliamlarının merkezi Batman, Amed Silvan ve Cizre'dir.

Hizbullah'ın kuruluş ve gelişim döneminde en büyük destekçisi JİTEM'dir. Ayrılık sonrası Velioğlu'nun başında bulunduğu İlim grubu ile ilişki PKK'ye karşı ortak mücadele zeminindedir. Hizbullahçılar doğrudan JİTEM tarafından eğitilmiş ve devletin sınırsız olanakları sunulmuştur. Hizbullah, Kürdistan'da ulusal özgürlük mücadelesine karşı JİTEM'in kirli savaş yöntemlerinin ve katliamlarının doğrudan uygulayıcı ve vurucu gücüdür. Bu ilişki sonraki yıllarda JİTEM kurucuları tarafından itiraf edilmiştir.

JİTEM kurucularından Cem Ersever'in Hizbullah lideri Velioğlu ile yakın ilişkileri olduğu bilinirken; JİTEM'in kurucularından Teoman Koman'ın Hizbullah tarifi, "PKK'nin baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar" biçimindedir.

Hizbullah'ın en bilinen katliam örnekleri, HEP Batman Milletvekili Mehmet Sincar'ın katledilmesi, Doğru Dergisi Diyarbakır Temsilcisi Halit Günger'in Hizbullah'ın polis gücüne bağlı Çevik Kuvvet merkezinde eğitildiğini yazmasından iki gün sonra infaz edilmesi, 1998 yılında kaçırılan yazar Konca Kuriş'in 38 gün işkence yapıldıktan sonra katledilmesi, 2001 yılında Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan ile beş korumasının öldürülmesidir. Ancak katliamlarının tam listesini çıkarmak mümkün değildir. JİTEM ile Hizbullah'ın 2000'li yıllara kadar devam eden katliam ortaklığında en az 17 bin 500 kişilik cinayet ve katliam listesi bulunmaktadır. Hizbullah'ın yakın zamanlı katliamları ise 2014 yılı Kobanê serhildanları dönemidir.

Hizbullah'ın kuruluş ve devam yıllarında katliamlarının birinci dereceden sorumluları ve doğrudan tetikçilerinin bir bölümü 2000'li yıllarda yapılan operasyonlarda tutuklanmış olsalar da şu an faşist şefin denetiminde sokağa salınmış durumdalar. İlk olarak 2010 yılında uzun tutukluluk gerekçesiyle, öldürülen Velioğlu sonrası örgütün başına geçen Edip Gümüş ve askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar'ın da aralarında bulunduğu ilk kafile bırakıldı. Hizbullah ana davasında yargılanan diğer katillerse 2019 yılında, yeniden yargılama bahanesiyle faşist şef tarafından yeni katliam planları yapmak ve uygulamak üzere sokağa salınmıştır. Sokağa salınan katillerden Mustafa İpek'in mahkeme savunmalarındaki "Emniyetin yetersiz kaldığı yerlerde Hizbullah devreye girip en güzelini yapmıştır" sözleri, kim adına nasıl işler yaptıklarının özetidir.

Şimdi piyasada Hüda-Par olarak pazarlanan Hizbullah'ın, kimlik yenileme süreci 2000'li yıllara uzanmaktadır. 2000'li yıllarda yapılan operasyonlarla önemli oranda deşifre olan ve gücü zayıflayan Hizbullah, 2004 yılında Mustazaflarla Dayanışma Derneği'ni (Mustazaf-Der) kurarak kendisine legal bir görünüm kazandırmıştır. Dernek ilk etapta "kutlu doğum" etkinlikleri düzenlemiş, ilk kitle eylemini ise Danimarka'da başlayan karikatür krizi ile yapmıştır. 2008 yılında dernek hakkında, Hizbullah'ın devamı olduğu gerekçesiyle soruşturma başlatılmış ve 2010 yılında mahkeme kararı ile feshedilmiştir. Bunun üzerine 2012 yılında, Hüda-Par kurulmuştur. Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Hizbullah ile olan ilişkilerini "Organik bir bağımız yok. Tabanlarımız kesişiyor, aynı geleneklerden geldiğimiz için, bazı olaylara bakışımız ortak olabilir" sözleriyle açıklamaktadır.

Hizbullah'ın tüm bu katliam tarihinin yanında asla unutulmaması gereken bir gerçek daha vardır. PKK ve Bakurê Kürdistan ulusal özgürlük mücadelesine karşı kurulan ve kullanılan Hizbullah asla başarılı olamamıştır. Kürt halkımız, Hizbullah katliamları karşısında değil korkup geri çekilmek, ulusal özgürlük mücadelesi ve hareketi etrafında daha fazla kenetlenmiş ve mücadelede daha fazla özneleşmiştir. Faşist şefin bugün özellikle yaratmak istediği korku iklimine karşın, emekçi halklarımız bakımından esas olan direniş ve mücadele geleneğidir. Bunun en yakın örneği de Kobanê serhildanları döneminde, devletin askeri güçleriyle birlikte sokağa salınan Hizbullah karşısında alınan direniş tutumu ve serhildandır.

Gelinen aşamada emekçi halklarımız faşist şefin seçim planıyla sandık sonuçlarına bakmaksızın ilan edeceği seçim "zaferini" kabulle, geri çekilme ile kendi iradesine sahip çıkarak, direnme arasında bir seçim yapmakla karşı karşıya bulunuyor. Faşist şefin, olası katliamcı seçim planını görmezden gelme yoluna giden üçüncü cephe güçlerinin kimi bölükleri ile emekçi sol hareket bakımından, faşist şeflik rejimi karşısında alınacak tutum varoluşsal bir tercih yapmak anlamını taşıyor. Faşist şefin paramiliter askeri ve kontra güçlerinin öncülüğünde ilan edeceği zaferi karşısında geri çekilmek demek, seçim sonrası yeni boyutlar kazanarak derinleştirilecek tasfiye ve yok etme savaşının hedefi konumuna gelmek anlamını taşıyor.

İktidarı için her türlü katliamı göze almış faşist şeflik karşısında direniş ve mücadelenin bedelsiz olmayacağı aşikar. Buna karşın, birleşmiş emekçi halklarımızın direniş ve isyanı karşısında hiçbir diktatörün ayakta duramayacağı da bir o kadar aşikar. Yeter ki cesaretin bulaşıcı gücüne güvenle, emekçi halklarımızın güç ve iradesine inançla yürümeyi başaralım. Yeter ki faşist şefin ölüme gebe varoluş savaşının, milyonlarca emekçi halklarımızın varoluşu karşısında yok hükmünde olduğunun farkındalığını kuşanalım. Unutmayalım ki, emekçi halklarımızın varoluş ve politik özgürlük hakkını savunmayan hiçbir örgüt, kendi varoluşunu da koruyamaz.