9 Ekim 2024 Çarşamba

'Yasa dışı devlet örgütlenmesine karşı emekçilerin yasa dışı örgütlenmeleri meşrudur'

90'lı yıllarda ayyuka çıkan ve Susurluk kazasıyla birlikte ortalığa saçılan devlet-mafya-medya üçlemesindeki kirli ilişkiler bir kez daha tartışılır oldu. Özgür TV'de yayınlanan programda, mafya örgütlenmelerinin devletin temel aparatı olduğuna dikkat çeken Birsel Ocak, Selim Açan ve Hüseyin Yeter, kontgerilla devleti gerçeğine işaret etti. Birleşik bir antifaşist mücadelenin önemine dikkat çekti.

Çete lideri Sedat Peker'in açıklamalarıyla bir kez daha gündeme gelen devlet-mafya örgütlenmesine ilişkin tartışmalara yer veren Özgür TV dün akşam "Faşizm üçlemesi: Devlet-mafya-medya" başlığı altında tartışma yaptı. Özgür Platform programında Birsel Ocak, Selim Açan ve Hüseyin Yeter yaptıkları tartışmada, devletin kontrgerilla örgütlenmesi, işlediği suçlar, iç çelişki ve çatışmalar ile emekçi sol hareketin yapması gerekenleri üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Özgür TV'de yayınlanan Özgür Platform programında şu değerlendirmeler yapıldı:

90'lar hatta daha da geriye gidersek kontrgerilla gerçeği bize neyi ifade ediyor? Bugün Sedat Peker'in açıklamaları yeni bir durum açığa çıkardı mı?
Birsel Ocak:
Milyonlarca insan seçtikleri ve kendilerini yönetenlerin hakikatlerini görmek, yoksulluklarının ne kadar kısmının bu ilişkilerden kaynaklandığını öğrenmek istiyor. Sedat Peker'in açıklamalarından ne kadar hakikate ulaşırız bu tabii ki başka bir soru. Bir itiraflar ve ifşaatlar dönemi var. Peker'in bu itirafları evine yapılan baskın, eşine yaşatılan zulüm ve çocuklarının kafasına silah dayanması nedeniyle bu büyük fırtınayı kopardığına inanamayız. Eğer bir ananın, çocuğun acısını Sedat Peker yaşıyor olsaydı, 26 yıldır gözaltında kaybedilenlerin analarının acısını duyuyor olmalıydı. Ya da daha yakın bir tarihe gidelim Sur'da, Cizre'de, Hakkari'de devletin bodrumlarda yaşlıları, çocukları, kadınları nasıl diri diri yaktığını biliyordur. Çünkü kendisi de bunun bir parçasıdır.

Ortada bürokrasinin, MİT'in, ordunun, mafyanın, medyanın kurduğu bir ittifak, kontrgerilla devleti vardır. Bütün bu itiraflar kontrgerillanın özü özeti gibidir. Gayrinizami harbin en önemli aparatı olan ordusuyla, mafyasıyla, tarikatıyla, cemaatiyle bütünleşmiş bir kontrgerilla devleti var. Kontrgerilla devletinin yaptıklarının kısmi ifşasıdır bu. Mehmet Ağar, Alaattin Çakıcı, İbrahim Şahin politik hayatım boyunca 90'lı yıllardan beri adını duyduğumuz, devlette önemli rol almış aktörler.

Erdoğangiller, 7 Haziran'da yaşadıkları hezimetin ardından kendisini yeniden örgütledi. Bu hezimeti yaşatan en büyük aktörlerinden biri Kürt ulusal mücadelesi, sosyalist hareket, kadın hareketi, çevre hareketidir. Ve bunların birleştiği, örgütlendiği HDP'dir. Ondan sonra kontrgerilla devletini yeniden organize ettiler. Yeni dengeler oluşturdular ve bu dengeler içerisinde eski JİTEM artıkları, eski faili meçhul cinayetlerin örgütleyicileri, tarikatlar, cemaatlerle ortak bir kontrgerilla devletini oluşturdular.

Bu kontrgerilla devleti büyük uyuşturucu, silah, insan kaçakçılığı ağı içerisinde sadece Türkiye ve Kürdistan'da değil, Libya'da, Suriye'de, Irak'ta, Azerbaycan'da örgütlenen gayrinizami harbin ekonomik finansman kaynağını oluşturdu.

Kontrgerilla devleti bu kirli ilişkilere neden ihtiyaç duyuyor?
Selim Açan:
Mafya örgütlenmelerini devletin tamamlayıcı unsurları olarak görmek gerekiyor. Dünyanın her yerinde bu mafya örgütlenmeleri, devletle iç içe ve devletin himaye ettiği yapılardır. Peker olayının gelişim seyrine baktığımız zaman, mafya örgütlenmeleri arasında ciddi bir güç, iktidar savaşı yaşanıyor. Sedat Peker denilen adam bundan 2 yıl öncesine kadar bu devletin en gözde elemanı durumundaydı. Bu adam seçim mitinglerinden daha büyük mitingler düzenliyordu. Barış akademisyenlerinin 'kanında duş almaktan' bahsediyordu, Kürtleri, devrimci, sosyalist güçlere devlet adına tehditler yapan sözcü konumundaydı. Birdenbire Türkiye'yi terk etme ihtiyacı duydu. Bu tür organizasyonların iktidarda olduğu Balkan ülkelerine gitti.

Bunun çıkışı ile aynı dönemde bugünkü faşist iktidar koalisyonunun eşit ortağı MHP'nin ısrarıyla Alaattin Çakıcı apar topar tahliye edildi. Çakıcı'nın tahliyesini izleyen ilk günlerde yeraltı dünyasında sömürü ve kan emme alanlarının paylaşım savaşımı başladı. Çakıcı'nın adamı olarak tanınan bir takım tipler videolar yayınlayarak Peker'i tehdit etti. Peker o zamanlar sızdırmaya çalıştığı şeylerle çatışmanın büyüklüğünün ipucunu verdi. Berat Albayrak'ın kendisine husumet duyduğunu, Berak Albayrak ile kendisinin bir hesabı olamayacağını anlattı. O dönem Maliye Bakanlığı yapan, diktatör bozuntusunun damadı Albayrak'ın Peker ile paylaşamadıkları ne olabilir sorusunu sorsak, bize arkasındaki rantın, nasıl karanlık işlerin yattığını gösteren ipuçları sunardı.

Bu iş sadece bir uyuşturucu savaşı değil. Uyuşturucudaki çok büyük rant dönüyor ama, bu işin Neçirvan Barzani ve IŞİD ile Suriye ve Güney Kürdistan'dan kaçak yoldan kaç çıkarılan petrolün dünya pazarlarına satılması işi gibi çok olağanüstü büyük bir rant boyutu var. Aynı zamanda Azerbaycan'ın başında olan bir mafya ailesi Aliyev ile petrolün yanı sıra silah gibi maddelerin dünya piyasalarında yasadışı yollarla ya da yüksek fiyatlarla alınıp satılmasından kaynaklanan rantlar var. Yani pasta çok büyük.

Çakıcı'nın bir adamı Bursa-İnegöl-İstanbul hattında yasa dışı yollardan elde edilen rantın yıllık 50 milyar dolar, Antalya çevresindeki rantın yıllık 15 milyar dolar olduğunu açıklamıştı. Bu sadece ülke içerisinde iş adamlarından haraç alma, çek-senet tahsilatı, birilerinin borcuna karşılık malına çökme dedikleri ucuza kapatma vesaire vesaire üzerinden dönen miktar. Bir de bunun Azerbaycan, Güney Kürdistan, Suriye ve Balkanlar boyutu ile düşündüğümüz zaman nasıl bir rantın olduğu gözümüzde canlanabilir.

Bugün Peker'e İnce Memed, Robin Hood muamelesi yapılıyor. Bu Sedat Peker denilen kan emici asalak, IŞİD'in en büyük lojistik, silah, gıda destekçisidir. IŞİD'e onlarca savaş aracı, Toyota jip hediye etti. Aynen MİT'in tırlarla gönderdiği silahlar gibi. Şimdi Alevilik, solculuk taslıyor, bizler için kutsal birtakım değerleri sömürerek aklınca kamuoyunun değişik kesimlerinin desteğini almaya çalışıyor.

Süleyman Demirel demiştir ki Susurluk lağımı patladığı zaman, "Devlet zaman zaman rutin dışı işler yapma ve yaptırma ihtiyacı duyar". İşte o işler Çatlı, Peker, Çakıcı gibilere yaptırılır.

Bunların eleman bakımından da beslenme alanları genellikle yoksul semtlerin yoksul çocuklarıdır. O acı gerçek bir zamanlar solun kalesi olan Gülsuyu'nda, Okmeydanı'nda karşımıza çıkıyor. 12 Eylül'ün ardından devlet desteğiyle bu çeteler bu tür mahallelerde cirit atmaya başladılar.

Mafya gerçeğini ele aldığımız o ülkedeki kapitalizmin gelişme düzeyinden, sistemin, rejimin o kesitlerde yaşadığı ekonomik, siyasi, toplumsal krizler ayrı düşünemeyiz. Yer altı dünyası kapışmalar en fazla bu tür kriz dönemlerinde alevlenmiştir. Şimdi de korkunç bir kriz yaşanıyor. Mevcut iktidar kendi tabanına bile hakim olamaz durumda, güç kaybediyor. Kendi yandaş işadamlarına bile dağıtacağı pay azaldı. Pasta küçüldükçe çakalların birbiriyle olan didişmeleri artıyor.

90'lar ve öncesinden ele alırsak kontrgerilla gerçeği bize ne söylüyor. Devlet bir suç örgütü müdür?
Hüseyin Yeter: Son bir aydır konuşulan ifşa edilen tarihsel gerçekler, aslında devletin kendisinin suç örgütü olduğunu ve bu kirli ilişkileri üreten ve sürdüren, toplumsal bir kirlenmeyi yaratanın devletin kendisi olduğunu gösteriyor. Faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü 30-40 yıldır sömürgeci bir kirli savaşın üretildiği coğrafyada bu devletten başkası da beklenemez.

Türkiye'de kontrgerilla Ziverbey Köşkü ile gündeme geldi. İlhan Selçuk, Talat Turhan, Celil Gürkan ve başka ilerici, antifaşist insanlar Ziverbey Köşkü'nde işkence görmüşlerdi. Kontrgerilla aslında ABD ve NATO'nun devrime karşı birçok ülkede kurmuş oldu karşı devrimci örgütlenmedir. Türkiye'de birçok siyasi cinayetin, katliamın arkasında bu vardır. Mafya ile iç içe geçen bir örgütlenmedir.

Sömürgeci Türk burjuva devleti içte ve dışta sınıf mücadelesinin işçi sınıfı ve emekçilerin aşağıdan gelişen devrimci hareketi bastırmak, Kürt ulusal özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için bu tür gayri nizami harp unsurlarını devreye sokarlar.

Türkiye'de yakın tarihte bunun adını Süleyman Soylu, 'gayri nizami harp' olarak ifade etti ve bunu meşrulaştırmaya çalıştı. Süleyman Demirel'in dediği "yasal olmayan yollara başvurmak mümkündür" sözlerinin bugün bu rejimde yaşandığını görüyoruz. Çok ilginçtir büyük bir suskunluk var. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere bu devletin sözcüleri süt dökmüş kedi gibi suçluluk psikolojisi ile herhangi bir açıklama yapmamaktadırlar.

Türk burjuva devletinin faşist rejiminin bu kirli savaş ilişkilerinin zemine anlamında kullandığı arka bahçelerinin olduğunu görmekteyiz son tartışmalarda. Bunlardan bir tanesi Kıbrıs'tır, bir tanesi Balkan ülkeleridir, Kosova, Makedonya, Bosna Hersek, Arnavutluk, Azerbaycan, Suriye, Irak'tır.

Türkiye'ye Venezuela'dan sıfır vergiyle beyaz peynir ithal edildiğini görüyoruz. Bunu devletle yapılan bir anlaşma üzerine yapıyorlar. Venezuella, Kolombiya'dan dünyaya kokain trafiğinin yürütüldüğü bir ülke.

Peker bunları ifşa ederken, devletin kutsallığına dokunmamaya çalışıyor. Ama bu devletin kutsallığı üzerindeki sırlar döküldü, her şey ortada artık.

Saray'daki suskunluğu neye bağlıyorsunuz?
Selim Açan:
Suskunluğun aynı zamanda ekonomik bir boyutu var. Peker'in üzerine saray çok şiddetli bir biçimde gidecek olursa sarayın, Aliyev'in, Neçirvan Barzani'nin bir takım pislikleri dökülebilir ortaya. Siyasi boyutu ile bakıldığında da saray bu işten yararlanma hesabıyla pusuya yatmış da olabilir.

Bugün iktidardaki AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakı hızlı bir düşüşe geçmiştir. Bu sistemin kitlesel temelini, omurgasını oluşturan esnaf, esnaf odaları bile açıktan iktidarı ve Erdoğan'ı eleştirir pozisyon almaya başladı. Bu cenahta yeni bir takım siyasi kompozisyonlara, yeni koalisyon, ittifak ilişkilerine yönelme ihtiyacı ortaya çıkardı. Bunlarla da bir bağlantısı ihtimali yüksek olabilir.

Saray aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık açmazı içerisinde. Süleyman Soylu bundan 1-2 ay öncesine kadar burnundan kıl aldırmayan iktidarın Erdoğan'dan sonra en yetkili adamı ve Erdoğan'ın yerine aday olarak oynuyordu. Süleyman Soylu siyasetten çok ağır öldürücü bir darbe aldığını söyleyebiliriz.

Son ifşaatlarda adı geçen bir adam var, Metin Külünk. Bu adam AKP iktidarının Avrupa Demokratlar Federasyonu denilen ajan örgütlenmesinin arkasındaki örgütleyici ve finansör kişidir. Mesela Demirel zamanında Hüsamettin Cindoruk ve Cavit Çağlar'dı bu işleri yapanlar. Metin Külünk sarayın bu işlerde kullandığı piyondu. Bu adamın altındaki halı çekilecek olursa ortaya belki bizlerinde yeni duyacağı rezaletler dökülür diye düşünüyorum.

Bugün yapılması gereken nedir?
Birsel Ocak: Neyle karşı karşıya olduğumuzu çok iyi görmek gerekir. Saray rejimi sessiz ama bence hareketsiz değil. Planlar yapıyorlardır. Mehmet Eymür süreci değerlendirirken, "siyasi cinayetler sürecine girdiğimizi" söyledi. Mehmet Eymür kontrgerilla sistematiğini, dengelerini bilen biridir. Ve siyasi cinayetlerin kapımızda olduğuna işaret ediyor.

İkincisi devlet içerisindeki dengelerin bozulduğu ve yeniden denge arayışı içerisinde olunduğunu görmemiz gerekir. Kendi iç dengelerini oluşturduklarında namlunun ucu yine işçi emekçilere, toplumsal muhalefete ve ezilenlere yönelecektir. Meclis, yasalar, anayasa hükümsüz kılınmış, bu kadar hükümsüzlüğün içerisinde toplumsal muhalefetin meclis dışında sokakta, emekçi semtlerde örgütlenmenin dışında hiçbir çıkar yolu yoktur. Soylu itiraf ediyor, "tüm saldırılara karşı asimetrik ve simetrik olarak yanıt veren bir hükümetiz" diyor. Asimetrik savaşta kullandıkları da bu aparatların kendisidir. Siyasal cinayetlerin yaşanacağı, toplumsal muhalefetin daha ağır bir süreçle karşı karşıya kalacağı bu dönemde devlet için gayrinizami harp ve bunun aparatları ne kadar meşru ise işçi ve emekçiler için de yasa dışı örgütlenmeler o kadar meşrudur. Bizim için örgütlenme araçları çok geniş ve yasaların ötesinde bir örgütlenmeye ihtiyacımız var.

Faşizme karşı antifaşist mücadele ve direnişin olanakları ortaya çıkmıştır. Faşist şeflik rejimi bugüne kadar ne yaparsa yapsın sokaktaki direnişi yok edememiştir. Bizim bu süreçte birleşik, tüm mücadele kesimleri ve toplumsal dinamikleri bir araya getirebilecek örgütlenmelere ihtiyacımız var. Hak, hakikat ve adalet özlemi çok güçlü. Direnişi, adaleti ve hakikati yan yana getirdiğimizde çok güçlü bir karşı koyuş ortaya çıkacaktır.

Selim Açan: Türkiye'nin siyasi tarihinden bir şey hatırlatmak istiyorum. 12 Mart'tan çıkış sürecinde Türkiye'de bir Ecevit, Karaoğlan fırtınası esiyordu. Ecevit üç sloganı bayrak edinmişti; bu düzen değişmelidir, toprak işleyenin su kullananındır ve kontrgerillayı dağıtacağım dedi. Ecevit benim ideolojim bakımından tam karşımdadır ve 19 Aralık katliamında eli devrimcilerin kanına bulaşmıştır.

Fakat buradan almamız gereken bir ders var. Biz 'temiz toplum' istiyorsak işçisini, emekçisini, kadınını, doğasını savunanını, düne kadar AKP destekçisi köylüleri, ortak sınıfsal talepleri temelinde birleştirecek bir mücadele hattı izlemek zorundayız. Ecevit'in bu düzen değişmelidir ya da toprak işleyenin su kullanandır sloganıyla değdiği toplumsal kesimlere, değmenin yollarını bulmak zorundayız. Elbette ki bunu yaparken mevcut güçsüzlüklerimizi, zayıflıklarımızı dikkate alarak, komünistler, sosyalistler, demokratlar, Kürt özgürlük mücadelesi savaşçıları olarak omuz omuza vererek çekim merkezi olmak zorundayız.

Hüseyin Yeter: Mücadele mevcut faşist yasalar ve kurumların dağıtılması, kontrgerillanın tasfiye edilmesi görevini önümüze getirmektedir. Yani temel görev faşist diktatörlüğün yıkılması mücadelesidir. Yani suç örgütlerini, bu kirliliği yaratanın devletin kendisi olduğunu propaganda etmeliyiz. Bir diğer nokta şudur; bazı mücadele deneyimlerimiz, tarihsel deneyimlerimiz var. Örneğin beyaz toroslarla kayıpların yoğun olarak yaşandığı 90'lı yıllarda kayıplar mücadelesi önemli bir rol oynamış, sonuç almıştır. 90'lı yılların kaybetme yönelimleri günümüzde de pratikleştiriliyor.

Somut olarak şunları söyleyebiliriz: Cumartesi Anneleri ve ICAD'ın yeniden işlevli kılınması, kaybetme olayları karşısında fiili meşru mücadele çizgisinde yürüme işlevlilik içinde olabilirler. Yeniden oturmalar gündeme gelebilir. Suruç için adalet yürüten ailelerin oturma eylemleri, Barış Annelerinin 90'lı yıllardaki katliamlar ve kaybedilenlerle ilgili dosyaları yeniden açması söz konusu olabilir. Dersim, Sivas, Maraş gibi Alevi katliamlarına karşı hesap sorma, katliamı gerçekleştirenlerin yargılanması için mücadele yürütebilir. Aleviler kendilerine bir kenara koyup seyretmemelidir. Kadın hareketi de savaşa, bu kirli ilişkilere ve çetelere karşı mücadele odağı olarak yer alabilirler.