4 Aralık 2024 Çarşamba

Yaşam Uzun yazdı | Aşı karşıtlığı kimin çıkarına

'Aşı karşıtlığı'nda baskın söylem politik islamcılara ait olsa da diğer sağcı, gerici, faşist yapılar da bu verimli zeminden yararlandı. Yaşam hiçbir şekilde boşluk tanımıyor, politik pozisyon alınacak bir konu varsa orayı kendi ideolojik ve siyasi çizgisiyle dolduranlar mutlaka çıkıyor. 

İstanbul Maltepe'de 11 Eylül Cumartesi günü kaymakamlığın yasakladığı ancak valiliğin Anadolu Birliği Partisi'nin başvurusuyla izin verdiği 'aşı karşıtları'nca düzenlenen 'Büyük Uyanış' mitingi gerçekleşti. Farklı ideolojik arka planları olan kürsü konuşmacıları, bir dizi ilden kaldırılan otobüslerle alana gelen katılımcıların taşıdıkları dövizler burjuva medyada oldukça ilgi çekti. Konuşmacılar arasında İslamcı yazar Abdurrahman Dilipak ve daha önce Üsküdar'daki aşı karşıtı mitingde aşı yapan doktorların yargılanacağını söyleyen ve hakkında soruşturma başlatılan doktor Bilgehan Bilge öne çıktı. Miting çoğu maskesiz binlerce kişinin, bakanlığın toplu etkinlikler için şart koştuğu PCR testi ibrazı ya da HES kodu kontrolü olmadan ve 'sosyal mesafesiz' bir araya gelmesi nedeniyle sosyal medyada ve burjuva medyada da büyük bir çoğunluk tarafından eleştirildi.

Miting günü, Gezi'yi anımsatırcasına belirlenen #HerYerMaltepeHerYerDireniş etiketi Twitter'da en üst sıraya kadar yükseldi. Mitinge gelenlerin kendilerini birer direnişçi olarak görmeleri, "Aşıya karşı direneceğiz", "Aşıya değil, faşizme karşıyız", "Oy moy yok", "Küreselcilere teslim olmayacağız", "DSÖ Türkiye'den defol", "Küresel çete Türkiye'den elini çek", "Gerçek doktorlar baş tacımız, şarlatanlardan hesap soracağız", "Çocuklarıma dokunma", "Salgın değil biyolojik savaş, yalana teslim olma", "Benim bedenim benim kararım" gibi cümlelerle taşıdıkları dövizlere de yansımıştı. Politik İslamcısından Kemalistine, komplo teorisyenlerinden sanatçılara kadar geniş yelpazedeki kitlenin yan yana gelişiyle oluşan bu çorbanın kendi meşruluğunu ortadan kaldıran bu karmaşıklığına rağmen faşizme karşıtlık, ücretsiz ve erişilebilir kürtaj hakkı mücadelesinde sıkça kullanılan 'benim bedenim benim kararım' sloganı, çocuk hakkı savunusu, emperyalizm karşıtlığı gibi ifadeler yine de tartışılmayı ve meseleye daha yakından bakmayı hak ediyor.

Dilipak'ın, "Akraba, arkadaş ziyaretleri engellendi. Tokalaşmayın, sarılmayın dediler. Siz yanınızdaki arkadaşınızın elini tutun inşallah. Şimdi biz birlikteyiz. Bu oyunu bozacağız" şeklindeki sözleri ve "insanlara çip takıldığı" iddiasını meclis araştırması isteyerek somut politik bir talebe dönüştürmesi mitingdeki demagojinin zirve noktasıydı. Yine, diğer bir politik İslamcı Yeniden Refah Partisi başkanı ve elektrik yüksek mühendisi olan Fatih Erbakan da mitingden birkaç gün sonra mRNA teknolojisiyle insan-maymun karışımı canlıların ortaya çıkarılabileceğini dile getirdi. Evrim teorisini reddeden İslamcıların DNA'nın değişimiyle yeni canlı türlerinin oluşabileceğini kabul etmesi ya da 'çip takılmasıyla' insanların 'fıtratlarının' değişeceğinden korkmasındaki ironi bir yana 'aşı karşıtlığı' adı altında bilim karşıtı dinci gerici propaganda için çok uygun bir platform oluşmuş oldu. Bununla beraber Diyanet'in bir politik aktör olarak son dönemdeki öne çıkışı da 'aşının kısırlık yaptığı' gibi safsatalarının yayılması sağlanarak özellikle aşı olma oranının en düşük olduğu illerin olduğu Kürdistan'da kaybedilen oyları toparlamak için devreye sokulmak istenmesiyle el ele gidiyor.

Ancak 'aşı karşıtlığı'nda baskın söylem politik islamcılara ait olsa da diğer sağcı, gerici, faşist yapılar da bu verimli zeminden yararlandı. Yaşam hiçbir şekilde boşluk tanımıyor, politik pozisyon alınacak bir konu varsa orayı kendi ideolojik ve siyasi çizgisiyle dolduranlar mutlaka çıkıyor. Aşı olan kişilerde görülen yan etkilerle ilgili bir sorumluluk üstlenmeyen ilaç şirketlerinin piyasa odaklı tutumları elbette kimi insanlar da aşıyı, 'üst aklın' ve 'dış güçlerin' piyasa ürünü olarak görüp güvensizlikle yaklaşmasına yol açtı. İşte politik İslamcı ve kimi faşist yapılar insanların kafasında soru işareti olan bu konuyu kendi güçlerini büyütebilecekleri uygun bir politik zemin olarak gördüler.

Konu bağlamında içeriği boşaltılarak toplumsal yaşamın dışında var olabilirmiş gibi keyfi olarak tanımlanan 'özgürlük', 'bireysel tercih' gibi kavramlar, aşırı sağcı ve faşist gruplardaki küçük burjuva düşünüş tarzının doğal bir sonucu olarak öne çıktı. Son yıllarda burjuva toplumun krizine bağlı olarak politik uçlara savrulan kitleler arasında daha hızlı yaygınlaşan bu gerici kesimlerin ürettiği komplo teorileri etrafında kümelenen insanların çoğunluğunun bir arayış içinde olduğu, bir kısmının faşizmin kitle tabanını oluşturduğu, bir kısmının ise toplumsal çürümenin sonucu olarak deklase hale geldiği görülüyor. Oysa, antisemitizm, düz dünyacılık, 'üst akıl' olan 'küreselci'lere karşı olma gibi, düzen karşıtı olma iddialı gerici toplumsal saflaşmaların, ırkçı, bilim ve insanlık dışı içerikleri bir yana, kısa sürede düzeni meşrulaştıran, egemen sınıfın şu ya da bu kanadının değirmenine su taşıyan bir konuma geldiği tarihte birçok kez deneyimlendi.

Durum Türkiye'ye özgü değil elbette. Salgının başlarında sağlık sistemi ve ekonomisi en çok etkilenen ülkelerden olan İtalya'dan salgını küçümseyerek aşı karşıtlığına göz kırpan Trump'ın işsizlik dalgasıyla koltuğundan olduğu ABD'ye, İngiltere, Fransa, Almanya gibi Avrupa ülkelerinden Kanada'ya çoğunluğu 'aşırı sağcı', 'faşist' ya da 'gerici dinci' yapılarca örgütlenen aşı karşıtı gruplar farklı sebeplerle salgının etkilerini yaşayan belirli bir toplumsal kesimleri saflaştırmayı başardı. Emperyalist ülkelerin ilk anda ihtiyaç duyduğundan fazlasını stoklayarak uyguladığı aşı apartheid'ı nedeniyle salgının yayılmasına göz yumduğu geri bırakılmış ülkelerde ise henüz böyle bir çatışma ön plana çıkmadı.

Aşıyla ilgili gelişmeler karşısında emekçi sol güçler ise çoğunlukla meslek örgütleri üzerinden kurumsal yapılara iletilen itirazlar ve aşı uygulamalarının düzenine ilişkin açıklamalarla sınırlı gibi görünüyor. Aşıda patentin kaldırılması için kampanyalar düzenleyen kimi STK'lar ve yoksul ülkelerdeki sol partiler dışında dünya işçi sınıfı ve ezilenler için aşıya erişim ya da salgının bedelini işçi canı yerine sermayeye ödetme hedefli enternasyonalist bir eylem sergilenmedi. Kimi burjuva sol ve 'ilerici' politik güçlerin aşı karşıtlarıyla yan yana gelmemek için ilaç tekellerinin bilimsel araştırma sonuçlarını maniple edici şekilde yansıtmalarına ses çıkarmaması, politik söylemin yalnızca devletlerin bu tekellerin kapısından girdiği sırada neden daha öne geçemediği üzerinden eleştirilerle sınırlı kalmasına yol açtı. Aşılar Türkiye gibi ülkelere tam da emperyalist hiyerarşide tuttuğu yer ölçüsünde biraz gecikmeli de olsa geldiğinde bu kez iktidarın aşıyı uygulama süreci, altyapı yetersizliği eleştirilerine sıra geldi. Oysa ki tüm bunlar salgının başından beri her dalgada farklı aşamalarda farklı konularda (maske, PCR testi, yoğun bakım kapasitesi, maddi destek paketleri, vb.) yaşanmıştı. Zaman, bu kısıtlı eleştirel tutum sayesinde salgının kendi seyri içinde sönümlenmesiyle iktidarın lehine işledi.

Salgının bir işçi hastalığı sorunu olduğu başından beri açıktı. Çarkları bir an olsun durdurmayan ve on binlerce kişinin ölümüne yol açan sermaye hizmetindeki iktidarın karşısında aşı karşıtı insanları salgının baş sorumlusu olarak görmek ya da tartışmayı bireysel imkanlara, tercihlere sıkıştırmak tam da politik mücadeleyi baltalayacak bir pozisyondur. İSİG meclisinin açıkladığı üzere salgının 18. ayında en az 1209 işçi daha koronavirüsten hayatını kaybetti. Ne kadarı aşılıydı, ne kadarı maske takıyordu üzerine verileri araştırmak yerine, işçilerin neden tıklım tıkış toplu taşımada yolculuk yaptıkları, fabrikalarda dip dibe çalıştıkları, yeterli ve sağlıklı beslenme ve barınma koşullarına sahip olmadıklarını tartışmak, siyasi hattı buradan kurmak salgının yayılmasını ve ölümleri engelleyecek sınıf temelli yaklaşımdır. Faşist ve politik İslamcı yapılarla antifaşist mücadele ekseninde karşı karşıya gelmek için antifaşist cepheleşmede yer almak yerine söylemsel düzeyde aşı karşıtlarıyla akıl ve bilim üzerinden hesaplaşmaya gitmek ise ilaç tekellerinin yedeğine düşülen gerici saflaşmayı yeniden üretecektir.

Burjuva ideolojik tülü kaldırdığımızda, hızla dünyanın en zenginleri arasına giren milyar dolarlık şirketlerin sahibi 'aşı mucitleri'ni salgını önlemede birer kahraman ya da bilimsel düşüncenin, ilericiliğin savunucusu olarak değil, insanlığın birikimini patentleyerek onbinlerce insanın ölümüne neden olan kan emici kapitalistler olarak göreceğiz. Aşıyı bir pazar sorunu olarak gören tekeller ve uygulamasını örgütleyen devletler salgın sürecinde 'sosyal mesafe' önlemleri gibi aşıyı da bir yönetme aracı olarak bu sayede iki yönlü kullanabilmektedirler. İşçinin emeğini satması için aşının fiili olarak zorunlu tutulması ile aşı pazarının garanti edilmesi ve bunun kamusal kaynaklarla fonlanması bir yandan, tüm bu ölümlere ve salgın yönetimine karşı komplo teorilerine (Twitter ve Facebook gibi mecralarda bariz şekilde) yol vererek ve Uğur Şahin, Bill Gates gibi kimi kapitalistlerin şeytanlaştırılmasını kullanarak düzene karşı biriken öfkenin sol ve devrimci kanallara akmasının engellenmesi diğer yandan. Dilipak ya da Erbakan gibiler söylediklerine kendileri de inanmasa da kendi gerici tabanlarını genişletirken, bilimsel düşünceye güvensizliğin merkezinde durduğu kalıcı hasarlarla toplumsal çürümeyi büyüterek kitlelerdeki kendiliğinden öfkeyi faşizme yedekliyorlar. Aşı karşıtlığının etkisi emekçi sol bu alanda siyasi eyleme giriştikçe ve politik etki gücü arttıkça azalacaktır. Bilimsel verilerin saklanmadığı, patentsiz, dünyadaki tüm ezilenler için erişilebilir bir aşı süreci ve salgınlara yol açan ekolojik tahribatın sona erdirilmesi talepleri önümüzde.