Arif Çelebi yazdı | Sürecin diyalektiği: 5 Noludan Meclis Komisyonuna

Kişiler ve mekan farklı fakat o inkarcı, sömürgeci faşist ruh ve bilinç aynı. Kürdü yok sayan, onun ulusal varlığını, dilini, tarihini inkar eden sömürgeci dil, bilinç, politika Diyarbakır 5 Noludan Meclis Komisyonuna değişmedi. Başka bir Türkçe kelime bilmediği için zindan görüşü sırasında çocuğuna durmadan "Nasılsın" demek zorunda kalan annelerden Meclis Komisyonunda susturulan annelere kesintisiz bir inkarcı, sömürgeci zihniyet var.
Kuzey Kürdistan'ı sömürgeci boyunduruk altında tutan burjuva Türk faşist devleti çözümsüzlük çukurunda debeleniyor. Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısı ile PKK kendini feshetti, silahlı mücadeleye son verdiğini açıkladı. Türk devleti ise bugüne kadar hiçbir adım atmadı. Faşist anayasa ve baskı yasaları yerli yerinde duruyor. Siyasi tutsakların serbest bırakılması bir yana hasta tutsaklar dahi zindanda ölüme terk ediliyor.
Öcalan'la yapılan görüşmeler dışında "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" sürecin devam ettiğini gösteren yegane belirtidir. "Ezerek çözme" siyasetinin yerini Öcalan ve KÖH'le görüşmelere bırakması, dahası sömürgeci faşist devletin ezerek çözemediği için buna mecbur kalması, Mecliste bir komisyon kurulması elbette önemli bir gelişmedir. Ne var ki tarafların görüşmeler ve komisyondan beklentileri birbirinden çok uzaktır. Öcalan ve KÖH politik tutsakların serbest bırakılmasını, silahlı mücadeleye son veren gerillaların dahil herkese örgütlenme ve politika yapma özgürlüğünün sağlanmasını ve sistemin bu doğrultuda reorganize edilmesini istiyor. Bu da kaçınılmaz olarak kimi yasa ve anayasa değişiklikleri yapılmasını, Kürtlerin ulusal varlığının inkarına ve asimilasyona son verilmesini gerektiriyor. Gel gör ki "süreç" bu yönde ilerlemiyor.
DİYARBAKIR 5 NOLU ZİNDANINDAN MECLİS KOMİSYONUNA, DEĞİŞEN NE?
"Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"nun 5. toplantısında Barış Anneleri Nezahat Teke ve Rabia Kıran kendi dillerinde, Kürtçe konuşmak istediler. Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş resmi dilin Türkçe olduğu gerekçesiyle buna izin vermedi. DEM Parti heyetinin yaptığı bütün itirazlara karşın komisyon başkanı tutumunu değiştirmedi.
Esat Oktay Yıldırım da aynı gerekçeyle Kürt tutsakların ve yakınlarının Kürtçe konuşmasını yasaklamıştı.
Değişen ne?!
Kişiler ve mekan farklı fakat o inkarcı, sömürgeci faşist ruh ve bilinç aynı.
Kürdü yok sayan, onun ulusal varlığını, dilini, tarihini inkar eden sömürgeci dil, bilinç, politika Diyarbakır 5 Noludan Meclis Komisyonuna değişmedi.
Başka bir Türkçe kelime bilmediği için zindan görüşü sırasında çocuğuna durmadan "Nasılsın" demek zorunda kalan annelerden Meclis Komisyonunda susturulan annelere kesintisiz bir inkarcı, sömürgeci zihniyet var. Esat Oktay işkenceci faşist bir katildir ama uyguladığı vahşet onun bireysel kararının ürünü değildi. O sömürgeci faşist devlet politikasının kişiselleşmiş haliydi. Numan Kurtulmuş faşist şeflik rejiminin "ılımlı" kişilerinden biri olarak lanse edilir. Mecliste Kürt annelerini susturan Kurtulmuş da aynı sömürgeci faşist devlet politikasının başka bir kişiselleşmiş halidir. Bir başka deyişle Esat Oktay Yıldırım ile Numan Kurtulmuş aynı madalyonun iki yüzüdür.
AMAÇ: TESLİM ALMA VE TASFİYE
Faşist şefin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, daha birkaç gün önce Rojava'daki Kürtleri tehdit etti, ya cihatçı HTŞ çetelerine teslim olursunuz ya da sizi ezeriz dedi. Faşist şefin Savunma Bakanı Yaşar Güler de KÖH'ü bir kez daha tehdit ederek "derhal ve koşulsuz olarak silah bırakmaları"nı istedi.
Kimileri bu açıklamaları "taktik" olarak değerlendirdi. Onlara göre devlet tarafı elini güçlendirmek için bu tür taktik çıkışlar yapmakta. Kimileri de devlet içindeki kimi kanatların süreci sabote etmek için bu tür beyanatlar verdiğini ileri sürdü. Kuşkusuz devlet içinde "ezerek çözme"de ısrar edenler var ya da olabilir, bunun tersine "görüşerek çözme" yanlıları da var ya da olabilir.
Mesele şu ki, her ikisinin de "çözme" sonucunda ulaşmak istedikleri yer, hedef, sonuç aynı. Her iki kanadın da hedefi KÖH'ü tasfiye etmektir, teslim almaktır. "Görüşerek çözme" yanlılarının Kürtlerin ulusal demokratik taleplerine asgari düzeyde de olsa yanıt verme, politik özgürlüğün gelişip serpileceği koşulları hazırlama diye bir dertleri yoktur.
Bunu nereden biliyoruz? Doksanlı yılların ortalarından bugüne pek çok "görüşme" oldu, bu "görüşme"lerin tarihsel deneyimleri orta yerde duruyor. 2024 Ekiminden beri devam eden "süreç"te de yeni bir durum var mı? Öcalan ve KÖH adım atması için devlete her türlü zemini sundu. Devlet hiçbir adım atmadı ve atmaya da niyeti yok. Niyeti yok çünkü sömürgeci faşist devlet politikasını terk etmiyor.
KOMİSYON BAŞKANININ FİKRİ VE FAŞİST ŞEFİN ZİKRİ
Meclis Komisyonunda Kürt annelerinin diline kelepçe vuran Numan Kurtulmuş komisyon çalışmaları ile ilgili yaptığı açıklamada ''Çok açık söyleyeyim, bir özerklik tartışması, ayrı bir bölge tartışması, farklı ana dillerin resmi dil olması şeklinde en ufak bir talep'' olmadığını belirtti.
Sürecin MHP kanadından Fethi Yıldız da "hiç kimse, Anayasa'nın ilk 4 maddesini, 42. maddesini 66. maddesinde izah edilen millet tarifini, vatandaşlık tarifini değiştireceğimizi düşünmesin" demişti.
Anayasa'nın ilk 4 maddesinin değiştirilemeyeceği hükmü 12 Eylül faşist darbesinin ürünüdür. Bu faşist anayasanın 3. maddesinde "Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, başkenti ve marşı" tarif ediliyor ve resmi dilin Türkçe olduğu belirtiliyor. 42. maddesinde Kürtçe anadilde eğitim hakkı yok sayılırken 66. maddesinde "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" tanımı yapılıyor. Bunların hiçbiri tartışma konusu değilse bu süreçte tartışılan nedir? Daha doğrusu devlet tarafı neyi tartışmak istiyor?
Bunu da faşist şefin baş danışmanlarından Mehmet Uçum dile getirdi. Uçum, sürece dair özel bir kanun çıkarılması, bunun geçiş sürecinde uygulanan ve sürecin bitmesiyle sona eren geçici bir kanun olması ve sadece silah bırakan örgüt ve destekçilerini kapsaması gerektiğini belirtiyor. Uçum'a göre Meclis Komisyonu böyle bir "özel yasa" üzerine çalışmalıdır, yegane ihtiyaç budur.
Bu da başta TMK olmak üzere hiçbir faşist yasanın yürürlükten kaldırılmayacağını, bütün politik tutsakların serbest bırakılmasına dair bir adım atılmayacağını; anayasada Kürtler lehine hiçbir düzenleme yapılmayacağı gibi demokratik hak ve özgürlükleri genişleten düzenlemelerin de yürürlüğe konmayacağını gösteriyor. Faşist şeflik rejimine muhalif olan herkese kolayca "terörist" damgasının vurulduğu, TMK'nın yürürlükte olduğu koşullarda bu türden bir "özel yasa" bir rehin alma yasası olmaktan öte bir sonuç doğurmayacaktır.
Faşist şefin Malazgirt ve Ahlat'taki konuşmaları sürece dair devlet bilinci ve yaklaşımının özetidir. Faşist şef Malazgirt'te şöyle konuştu: "Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz. Yönünü Şam'a ve Ankara'ya dönenler kazanacak, kendisine yabancı patronlar arayanlar kaybedecek"; Ahlat'ta ise "Türk milleti için Ahlat, Kızılelma'nın anahtarıdır" dedi. Bu konuşmalar Irkçı, inkarcı, asimilasyoncu sömürgeci dilin, politikanın değişmediğinin açık bir ifadesidir.
Faşist şef, Kürtlerin, faşist Türk devleti ve IŞID artığı HTŞ'ye boyun eğmek dışında bir seçeneklerinin olmadığını, boyun eğmezlerse "kılıcın kınından çıkarılacağı" tehdidini savuruyor. O kılıç hiç kınına girmedi ki. O kılıçla bugüne kadar Kürde boyun eğdirilemediği için bugün bir kez daha "masa" kurulmadı mı?!
ÇÖZÜM EMEKÇİ HALKLARIMIZDA
Devlet tarafı, bürokratları ile basını ile bakanları ile, faşist şef ve ortakları ile çok yönlü olarak tutumunu ortaya koyuyor. Buna karşın heyetlerin Öcalan'la görüşmesi ve Mecliste kurulan komisyon dışında Kürt tarafı ve emekçi halklarımız seyirci durumda. Oysa "görüşme" masalarının kurulduğu dönemlerde Kürt halkımızın, Türkiye'nin bütün emekçi halklarının talep ve iradelerinin en örgütlü ve kararlı biçimde faşist devlete karşı ortaya konması gerekir. Nihayetinde "görüşme" sürecinde devletin niyetini yorumlamakla yetinmek ve her şeyi heyetlere ve komisyona havale etmek halklarımızın iradesini hiçleştirmekten ve devletin elini güçlendirmekten başka bir sonuç doğurmaz.
"Bu görüşmelerden bir şey çıkmaz, bu komisyondan bir şey çıkmaz" diyerek seyirci kalmak pasifizm ve kötümserlikten başka bir şey üretmez. Kürdistan'da ve Türkiye'nin her yerinde emekçi çözüm komisyonları kurulmalı, halklarımızın talepleri ortaya çıkarılmalı ve bu doğrultuda mücadele edilmelidir. Sürecin devrimci diyalektiği ancak böyle, devlet etkisine karşı halklarımızın devrimci demokratik etkisi ile yerli yerine oturtulabilir. Ancak böyle bir çarpışma devrimci demokratik bir gelişmenin önünü açabilir.