28 Ağustos 2025 Perşembe

Sultan Ulusoy yazdı | Hayatımızdan bir Leyla geçti 

Hayatımızdan bir Leyla geçti. Çok sevdiği denizler gibi engin, duru...Her fırsatta yamacına koştuğu denizler gibi... Gerektiğinde dalgalı ve hırçın... Her birimizden bir şeyler aldı, kendinden çok şey bıraktı kumsala... Tıpkı denizler gibi. İdealleri, anısı ellerimizde, sevgisi yüreğimizdedir.

"Her ölüm erken" dizeleri, günlerdir yankılanıp duruyor yüreğimde. Ansızın, yitirdik can yoldaşımızı, Leyla ablamızı... Bütün kötü sürprizler gibi yüreğimizin orta yerine kocaman bir taş oturmuş gibi. Hala inanamıyor ve ölümsüzlüğü konduramıyoruz ona. Sanki köşeyi döndüğümüzde karşımıza çıkıverecek ve sıkı sıkı sarılıverecekmişiz gibi. Ardından sigaranın ve astımın mahvettiği nefesiyle kötü kötü öksürüp "aç mısın, bir şey içer misin" diyecek cıvıldayarak.

Ama kalbim, katlan bunlara... Bir daha o şen kahkahaları duyamayacak, güldüğünde bütün dünyanın güldüğünü zannettiğin can yoldaşın, ablan açmayacak o kapıyı, alışmalısın.

Günlerdir sohbetteyim, sohbetteyiz. Tanıyanlar, birlikte çalıştığı yoldaşları nasıl da güzel anlattılar onu. Bütün anlatımlar, Leyla gibi sade ve içtendi. Etkileyicilikleri gerçekliklerinden, yaşanmışlıklarından olsa gerek.

Onun gencecik bir kadınken işçi direnişine öncülük ettiğini ve daha sonra uzun yıllar işçilik yaptığını, faşist saldırıdan şans eseri kurtulduğunu, faşist darbe sonrası işkence tezgahlarından başı dik çıktığını, kısa da olsa Metris Hapishanesinde kaldığını ve zindan direnişçilerinden olduğunu, tasfiyeciliğe nasıl tutum aldığını, darbe sonrası devrimci mücadelenin her türlü zorluğuna göğüs germesini vb. çok az insan bilir.

Çünkü o, yaşadığı zorlukları, geçmişini övüngenliğe, bugünün sermayesine dönüştürmeye çalışanlardan olmadı. Öyle olmak bir yana, bu tür davranışlara büyük bir tepki duyar, arasına büyük bir mesafe koyardı.

Onun devrimci yaşamının az bilinen yanları çarpıcı derslerle doludur. Leylamızın mütevazılığı nedeniyle dillendirmediklerini dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışmak devrimci bir görevdir şimdi.

Ortaokulu, Avşarlarla Kürtlerin birlikte yaşadığı küçücük bir kasaba olan Sarız'da okur Leyla yoldaş. Sonraki yıllarda Adana'da devrimci mücadeleye atılıp gözaltı, işkence, hapishane serüveni başladığında, kasabadaki az sayıdaki diğer Avşar devrimciler gibi dilden dile aktarılır. Hüseyin İnan'ın ailesinin yaşadığı Sarız'da Hüseyin'in idamından etkilenerek devrimcileşenlerdendir. Nasıl ki o Denizlerin katledilmesiyle mücadeleye daha fazla yakınlaştıysa, Leyla'nın gözaltısı, gördüğü işkencelerin anlatısı başkaca gençlerin devrimcileşmesinin itici kuvveti olur. Özellikle Kürt aileler, birlikte yaşadıkları ve düşmanlaştırılmaya çalıştıkları Avşar devrimcilere, solculara büyük saygı duyarlar.

Uzun çalışma koşullarıyla meşhur tekstil işçiliğiyle devrimci mücadelenin görevlerini birlikte omuzlar örneğin. İşini, çalışma koşullarını devrimci görevlerini yerine getirmemenin bahanesi yapanlar için düşündürücü olmalı. Keza, aldığı maaşı örgütüne teslim edip geçinebileceği kadar harçlık almak... Kolektifin ihtiyaçlarına duyarsızlaşanlar, bireysel konforlarını her şeyin önüne geçirenler, olanaklarını sunmada cimrilik edenler için çarpıcı olsa gerek.

Komünist bir işçiyken anne olur ve çocuğunu, illegal yaşadığı evde dostluklar kurduğu komşusuna bırakarak işe gider. İlerleyen yıllarda bunu, devrimci mücadelenin ihtiyaçlarına bağlı olarak kızından ayrı yaşamayı göğüslemesi takip eder. Kuşkusuz her dönemin koşulları farklıdır, değişik özgünlükler barındırır. Bununla birlikte, çocuğundan bir gün dahi ayrı kalamayanlar, bir başkasının yanında olduğunda büyük huzursuzluklar yaşayanların Leyla yoldaşın dirayeti üzerine düşünmesi gerekir. Kızını sever, hem de çok sever. "O dünyanın en güzel annesiydi" dedirtecek kadar da karşılıklıdır sevgileri. Ama asla ilişkilerini gelenekselliğin renk verdiği bir prangaya dönüştürmez. Kızının varlığını mücadelesinin bir engeli olarak görmez. Sevgisini, emeğini sonuna değin sunar ama gerektiğinde ayrı kalmayı da göğüsler. Onun için bu ayrılık, pek çok işçi-emekçi kadının kreş, yatılı okul vb. nedeniyle çocuğundan ayrı kalmasından öte bir şey değildir. Nasıl ki işçi-emekçi kadınlar iş mesaileri nedeniyle çocuklarıyla diledikleri kadar vakit geçiremiyorlarsa, kendisi de devrimci mücadelenin gerekleri nedeniyle yeterince zaman ayıramıyordur. Üstelik, pek çok kadın bunu geçim derdi nedeniyle yapıyorken kendisi inandığı idealleri uğruna göğüslüyordur.

12 Eylül sonrasının zorlu koşullarında sürdürür devrimciliğini. Polis takipleri, sonu işkencelerle bitebilecek gözaltı ve tutuklanma olasılıkları günlük yaşamın rutinlerindendir. Ama o, güneş görmeyen bodrum katı evlerde, işçilik mesaisinin ardından akşamları ve hafta sonları da devrimci faaliyetleri nedeniyle dinlenememeyi hiç yüksünmez. Teksir makinasının sesi gitmesin diye battaniye altında bildiri basmak, dağıtımında görev almak sıradan işlerdir onun için. Bunları bir yüke dönüştürmez. Devrimci görevlerimiz nedeniyle biraz yorulduğumuzda, değişik zorluklarla karşılaştığımızda söylenmelerimiz, ahlayıp oflamalarımız ve ardından "çocukların kreşe gitmek için sabahın 6'sında kalktığı koşullarda...." diye başlayan satırlar geliyor aklıma.

Ömrü yoksulluklar ve yoksunluklarla geçti ama o bunu sızlanma, yakınma konusu yapmadı. Varsa bir lokması büyük bir mutlulukla paylaştı yoldaşlarıyla, yoksa, o şen kahkahalarıyla dalgasını geçti. Nemli bodrum katlarına, güneş görmeyen kilerden "eve" dönüştürülen mekanlara, iki odalı evlere dünyaları sığdırdı. Konukları eksik olmadı hiç. Mekanlar ne kadar küçük olursa olsun, olanaklar ne kadar sınırlı olursa olsun o ne gönlünü daralttı, ne de moralini bozdu. Olanakları olduğu halde günlük konforlarından taviz vermemek için evlerini, kapılarını kapatanlara inat büyük mutlulukla ağırladı yoldaşlarını, dostlarını. Günün her saatinde, tereddüt etmeden kapısını çalabilirdiniz.

Tutsakların vefalı görüşçüsü, ihtiyaçlarını karşılamak için kitle ilişkilerini harekete geçiren, mali katkı sunmak için emek yoğun etkinliklerde ter dökenlerdendi. Ne yaşını, ne de sağlık sorunlarını bu alanda emek vermemenin bahanesine dönüştürmedi. Görüş günlerini bir kez dahi aksatmadı, İstanbul trafiğinde saatlerce kalmayı dert etmeyip görüşlere, mahkemelere koşturdu yıllarca.

Hayat öyküsüne baktığımızda mücadelenin ihtiyaç duyduğu hemen her alanda çalıştığını görürüz. Bütün bu alanlarda Adil Can, Ali Ekber Bahadır, Bayram Namaz, Süleyman Yeter gibi deneyimli, nitelikli yoldaşlarla da onların ayak izlerini takip eden genç devrimcilerden olan Ece, Büşra, Duygu, Çağdaş gibi Suruç ölümsüzleriyle de çalıştı. Farklı kuşaklardan, değişik nitelikteki komünistlerle birlikte çalışmak onda ne kibir, ne de üstencilik yarattı. Pratiğiyle kolektifin bir parçası, tamamlayanı olduğunu gösterdi. Öğrenmeye açıklığı kadar; yaşamı, mücadelesi ve duruşuyla öğretmeyi de bildi. Yeri geldi genç bir öğrenci olmayı, yeri geldi yaş almış komünist kadın olarak deney aktarmayı görev bildi.

"Büyük iş, küçük iş ayrımı yapmamak" tanımı Leyla yoldaşın yaşamının özeti gibidir. Bir bakarsınız kurucu üye veya ilçe eşbaşkanıdır. İhtiyaç olur sendika kurucusudur, fabrika önlerinde, meydanlarda bildiri dağıtır, ihtiyaç olur işçi gazetesi çalışanıdır. Uzun süre çalıştığı radyoda belirlenmiş görevinin dışında adeta her alanda boşluk dolduran, emekçilik yapandır.

"Benim işim değil", "benim alanım değil" gibi devrimci olmayan tutumları göremezsiniz onda. Resmi görev tarifinin içinde olup olmamasından bağımsız olarak, nerede ihtiyaç varsa Leyla yoldaş oradadır. Nerede boşluk varsa, yüce gönüllülükle doldurdu, emek verdi. 

Yaşamının değişik dönemlerinde tasfiyeciliğe ve örgütsüzlüğe karşı devrimci bir duruşu oldu.

Kesintisiz, örgütlü bir yaşamın mimarı oldu. Yaşamının değişik dönemlerinde tasfiyeci tutumlarla karşılaştı. Belki tasfiyecilerin ağdalı sözlerine karşı teorik mücadele yürütebilecek bir donanıma sahip değildi ama sözünü yaşamıyla, ideolojik duruşuyla ortaya koydu. Yüzü hep geleceğe, kolektife, örgütlülüğe dönük oldu.

Kadın devrimine inandı, yeteneklerini, sınırlarını zorlayarak kendini ortaya koydu. Kızkardeşlerinin acısını yüreğinin derinliklerinde hisseti ve bulunduğu alanlarda KÖM'ü geliştirmek için tüm emeğini sergiledi. Maddi zorlukları, fiziki mesafeleri değişik etkinliklere katılmanın engeli haline getirmedi. Olanakları olduğu halde gitmeyenlerin, bahanelere sığınanların aksine o hep koşullarını zorladı.

Büyükle büyük, çocukla çocuk olurdu. Ayırım gözetmeden bütün ilişkilerine emek verirdi. Gönül ferahlığıyla sırtınızı yaslayabilir, omzunda rahatlıkla ağlayabilirdiniz. Yüreği yoldaşları için dayanak, çocuklara oyun bahçesiydi adeta. Candı o. Yediden yetmişe herkesin gönlüne taht kurması bundandı.

Ortamlarda yapıcılığı, birleştiriciliğiyle olduğu kadar neşesiyle de öne çıktı. Çok güzel oynadığından değil, coşkusu, taşkınlığıydı onu sahnelere iten.

Ömrünü mücadeleyle, emekçilikle, ölümsüzlere bağlılıkla tamamladı. Bütün bu özellikleriyle gerçek bir sıra neferiydi ama asla sıradanlaşmadı. Küçülen, bayağılaşan tutumlar, sıradanlıklar partili yürüyüşünü sinek vızıltısı kadar dahi etkilemedi.

Eylemi, devrimciliği sessiz ama derinden ırmaklar gibiydi. Gürültüsüz ama bir o kadar da içten. "Ben"i öne çıkaranların aksine, o hep "biz" diyenlerdendi. Böyle hissetti ve böyle yaşadı.

Yoldaşlarına ve partisine bağlılığı çok güçlüydü. Bunu öylesine doğal, gürültüsüz ve öylesine içtenlikle yapardı ki sizi de o doğallığın, teklifsizliğin içine çekiverirdi.

İkili yaşam sürdürenlerin, açık-gizli burjuva yaşam tarzına özenenlerin aksine o, devrimci yaşadı, partiden ve mücadeleden başka bir yaşamı olmadı ve bir komünist olarak ölümsüzleşti.

Hayatımızdan bir Leyla geçti. Sessizce, gülümseyerek. Gürültüsüz ama onurluca... Her birimize dokunarak, emek vererek, severek, sevilerek... Güzelliği, bunca sevilmesi, bir daha görüşemeyecek oluşun yarattığı derin hüzün buralardan kökleniyor olsa gerek.

Sevdiceğinin de söylediği gibi "minnacık yüreğine kocaman sevgiler sığdırmış kadın... Aşk olsun sana!"

Hayatımızdan bir Leyla geçti. Çok sevdiği denizler gibi engin, duru...Her fırsatta yamacına koştuğu denizler gibi... Gerektiğinde dalgalı ve hırçın... Her birimizden bir şeyler aldı, kendinden çok şey bıraktı kumsala... Tıpkı denizler gibi. İdealleri, anısı ellerimizde, sevgisi yüreğimizdedir. Daima bizimlesin, daima seninleyiz can yoldaşım.