4 Aralık 2024 Çarşamba

Altan: Akbelen direnişini bir kaldıraç olarak görmeliyiz

Akbelen direnişine katılan HDP İzmir İl Eşbaşkanı, Akbelen'de süren kıyım ve mücadelenin sermaye-devlet-halk ilişkisini en berrak gösteren örneklerden biri olduğuna işaret etti ve Türkiye'den Kürdistan'a süren ekolojik kırıma karşı ortak mücadelenin önemini vurguladı.

Akbelen orman kıyımına karşı Türkiye'nin birçok noktasından yaşam savunucuları soluğu Akbelen direniş alanında aldı. Ağaç katliamını engellemek için jandarma önüne etten barikat olan direnişçiler, işkenceyle gözaltına alındı. Bu isimlerden biri de Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Eşbaşkanı Çınar Altan.

Altan bir gece nezarette tutulduktan sonra Milas'a giriş, yurt dışına çıkış yasağı, imza adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Altan, Akbelen'deki tabloyu, ekolojik yıkımın sebeplerini, Türkiye ve Kürdistan'da süren orman katliamlarının sebeplerini ve nasıl bir mücadele hattı izlenmesi gerektiğine ilişkin ETHA'nın sorularını yanıtladı.

'SERMAYE-DEVLET-HALK İLİŞKİSİNİ EN BERRAK GÖSTEREN ÖRNEKLERDEN BİRİ'

İlk olarak Akbelen'deki gelişmeleri ve gözlemlerinizi ana hatlarıyla biraz aktarabilir misiniz?
Akbelen ormanlarına yönelik katliam girişimi ve başta İkizköy halkı olmak üzere, onlarla birlikte doğa ve yaşam savunucularının yürütmüş olduğu mücadele, aslında bu topraklardaki sermaye-devlet-halk ilişkisini en berrak biçimde gösteren örneklerden biri, adeta bir laboratuvar niteliği taşıyor. Sermayenin toplumsal yarar, ekolojik denge veya iç ve dış pazar gibi dinamiklerden tamamen soyutlanmış olarak mevcut kaynaklara (yeraltı veya yerüstü kaynaklar, işgücü vb.)  hücum etmesi, artık uluslararasılaşmış üretim ve pazar için alabildiğine talan ve yağmaya açılması onun genel eğilimi. Bu genel tablo içinde Türkiye'nin özgün yanı, onun mali ekonomik sömürge olması...Mali ekonomik sömürge Türkiye'de sermaye birikimi, ucuz emek ve ham maddeye dayalı bir gelişimle sınırlı uluslararası sermaye zinciri içinde yer bulmasını koşulluyor. Bu anlamda, iklim krizine karşı fosil yakıtlardan çıkış politikalarını bütünüyle sahte bir vicdan sosuna bulayarak pazarlayan ileri kapitalist ülkelerin aksine Türkiye'nin böylesi bir marjı dahi yok. Onun rolü, bu göstermelik politikaların beraberinde getirdiği, daha yoğunlaşmış düzeyde bir emek sömürüsü, mali bağımlılık ve sahip olduğu toprağın, havanın, suyun alabildiğine talan edilmesi.

Bu anlamda, LİMAK ve onun sınıf kardeşlerinin ve de onların sopalı bekçisi iktidarın şimdilerde propagandasını yaptığı, amiyane tabirle "elektriksiz kalmamak için" bölgedeki termik santrallerin mutlak olarak işletilmesi, bunun için de ne pahasına olursa olsun Akbelen'deki kömür rezervlerinin kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak sunulmasının arkasında bu gerçeklik yatıyor. Keza, böylesi sözüm ona toplumsal ve "ulvi" bir misyonun daha kömürün termik santral için kazana atılmasından önce yaratacağı pazar ise varoluşları için soluyacakları havadan, içecekleri sudan çok daha önce gelen; bir noktada giderilecek değil, sürekli olarak artarak devam ettiği ölçüde karşılanacak kar iştahları açısından onların esas varlık nedenini oluşturuyor. Dolayısıyla şu anda Akbelen'de olanı, gözüyle gördüğü ormanı potansiyel servetinin üstünde yatan bir yığın olarak görenlerin "doğal" hamlesine karşı onu yaşamın hem maddi hem de toplumsal etik kaynağı olarak görenlerin hamlesi olarak tarif edebiliriz. İşte bu tablo içinde devlet, hem bir sermayedar olarak hem de sürecin sermaye lehine işlemesinin garantörü; karşısına dikilecek engelleri ortadan kaldıracak zor gücü olarak yer alıyor.

'REJİMİN FAŞİST KARAKTERİ SÜREÇ İÇİNDE BELİRLEYİCİ'

Limak yetkililerinin "Seçimleri AKP kazanırsa Akbelen'e gireceğiz" şeklindeki tehditleri ve seçimlerin hemen ardından sonra alana dönük başlayan tacizlerin bu şekilde gelişmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Akbelen ormanlarına yönelik saldırıyı her ne kadar genel düzeyde bir sermaye eğilimi içinde ele almış olsak da, meselenin projeyi yürüten şirket ve onu halka karşı var gücüyle savunan iktidar bakımından özgün bir yanı mevcut. Çünkü gelişim eğilimi bakımından tek olan sermaye, sınıf içi çelişki ve çıkar çatışmaları bakımından yekpare değil. Bilindiği üzere AKP, bir tarafta mali ve sanayi sermayesinin büyük kısmını elinde tutan TÜSİAD, diğer tarafta ise "inşaat sermayesi" olarak büyüyen MÜSİAD olarak 2 blok şeklinde ayrılan Türkiye burjuvazisi içinde LİMAK'ın da bel kemiğini oluşturduğu bu ikinci bloğun doğrudan temsilcisi, onun iktidarı. Emek sömürüsü, ekolojik ve toplumsal yıkım bağlamında doğa ve halklar için fark etmeyen, ancak bu yıkımın kaymağını kimin yiyeceği noktasında devletin belirleyici bir yerde durduğu düzen içinde LİMAK açısından AKP iktidarının devamı elbette ki çok elzem bir yerde duruyordu. Ancak bu olguyu, yalnızca iktidarın tercihinden, ihaleleri hangi şirket, tekel veya bloğa sunacağından ibaret göremeyiz. Daha yapısal olarak rejimin faşist karakterinin de süreç içinde belirleyici olduğunu, işte şimdi tıpkı Akbelen'deki direnişi bastırmak için devlet gücünün ne ölçüde seferber edildiğinde somut olarak görüyoruz.

Faşizm programsız, çıplak ve yoğun bir zor gücü olmaktan öte, sermaye birikim sürecinin en azgın sürdürücüsü; bu uğurda tıpkı işçi sınıfının grev hakkının yasal ve fiili olarak yasaklanmasında  olduğu gibi, mevcut burjuva hukuk normlarını askıya alan, buna karşı gelişen direniş pratiklerini en azgın biçimde bastıran bir devlet rejimi.

Bu anlamda, özellikle son 2 yıldır alanda bilfiil nöbetle devam ederek bu zamana kadar yalnızca direnişle durdurulan proje; seçimlerin olası bir iktidar değişimi veya rejimin faşist karakterini sallantıya sokacak bir toplumsal çarpışma yaşanmadan geçmesiyle, diğer bir deyişle, projenin sürdürülebilir olmasının iktidar bakımından garantiye alınmasıyla birlikte hızlıca yürürlüğe sokuldu. LİMAK tarafından İkizköylülere tehdit olarak belirtilen bu öngörü, toplumsal mücadele öncü ve dinamiklerinin; seçim sonrası içe kapanan, mücadele iradesini yeniden yükseltmekte zorlanan ve maalesef ki daha uzun vadede bir umutsuzluk potasına girme riski taşıyan durumundan cesaret alarak pratiğe geçti. Özetle kesimlerin seçimler sonrası adeta yangından mal kaçırır gibi başlaması, mevcut politik atmosferin toplumsal mücadele lehine tersine dönme eğilimi henüz gelişmeden yakalanmasını değerlendirmek olarak görebiliriz. Nitekim, ağaç kesiminin, hukuksal itiraz süreci sonuçlanmadan fiili olarak devam ettirilmesi de bu fırsatın değerlendirilme telaşının bir yansımasıydı. Ancak saldırıya karşılık Akbelen direnişinin başka bir düzeyde karşılık koyması, hem projenin geleceği hem de bu atmosferin değişimi bakımından elbette ki yeni bir durum açığa çıkarmış oldu.

'AKBELEN DİRENİŞİ FİİLİ ÖZSAVUNMANIN MEŞRUİYETİNİ PRATİĞE DÖKTÜ'

Akbelen ormanına ve ormanı savunan bölge halkına dönük bu denli yoğun bir saldırının amacı sizce nedir? Polis vekillere, Akbelen ormanına ve ormanı savunan bölge halkına dönük yoğun bir saldırı yapıyor. Bu kapsamda size de Milas'a giriş yasağı verdi mahkeme. Tüm bunların amacı sizce nedir?
Bahsettiğimiz saikler uğruna kendi hukukunu kendisi çizen, yeri geldiğinde o hukuku yok sayan bir devlet gücüne karşı fiili özsavunma ve direnişin meşruiyeti, son 2 yılında alanda nöbet şeklinde sürdürülen 4 yıllık Akbelen direnişiyle bir kez daha pratiğe dökülmüş ve belli çerçevede toplumsallaşmıştı. Bu anlamda aslında projeyi durduracak tek güç, bu direnişin öncelikle alanda fiili olarak geri püskürtülmesi, bununla birlikte direnişin çok daha toplumsal bir düzeyde yayılmasından geçiyordu. Nihayetinde, bu projeden ekonomik ve siyasi çıkar elde eden bir avuç dışında toplumun çok ezici bir çoğunluğu açısından meşru olmayan bu girişim, elbette ki hem Akbelen maden projesine hem de iktidara karşı büyük bir toplumsal direniş potansiyeli barındırıyor. Bu potansiyelin yaslandığı en önemli deneyim ise Gezi direnişi. İşte, Gezi parkındaki ağaçlar böyle bir seyir içinde kurtarıldı; direniş ve mücadele mevcut iktidara, rejime ve sisteme karşı topyekun bir mücadele bilincine evrilerek büyüdü ve bu topraklardaki toplumsal mücadele ve sınıf savaşımı bakımından yepyeni bir kırılma ve miras bıraktı.

'BÜYÜK BİR JANDARMA YIĞINAĞIYLA GÖZDAĞI VERİLMEK İSTENDİ'
Bu nedenle şirket, 24 Temmuz'da başlayan kesim sürecini, büyük bir jandarma yığınağıyla ve daha ilk elden bir saldırıyla başlatmayı seçti. İlk günden itibaren İkizköylülerle birlikte Akbelen'i savunanların kesimleri durdurmak için sergilediği teşhir, protesto, fiili durdurma girişimlerinin büyük bir kolluk kuşatması ve şiddetle en sert biçimde bastırılmaya çalışılması, hem öncelikle alandakilerin iradesini kırma hem de bu katliama fikirsel düzeyde karşı olanların her ne biçimde olursa olsun harekete geçmesini büyük bir gözdağıyla engelleme amacı taşıyor. Şunu kabul etmek gerekir ki; faşist AKP iktidarının özellikle 2015 sonrasında daha fazla yoğunlaştırdığı faşist zorun caydırıcılığı, henüz geniş kesimler nezdinde fikirsel düzeyde geri püskürtülmüş değil. Bu anlamda faşist şef açısından her alan bakımından geçer akçe olan bir yönetme politikası olarak yerleşmiş durumdadır diyebiliriz. İkizköy Çevre Komitesi üyesi ve direnişin teorik ve pratik öncülerinden Deniz Gümüşel başta olmak üzere, hem imza, yurt dışı hem de Milas'a giriş yasaklarının da bu kapsamda ele almak gerekiyor.

Yani kesim sürecinin başlamasıyla birlikte yeni oluşan direniş dinamiklerini gören; salt bir fikir beyanı, protesto biçiminin ötesinde alanı örgütleyen, kesimleri fiili olarak engelleme bilincini eylemle geliştirme ve yaymaya çalışan pratikleri öncelikle alandan uzak tutmak için verilen bir karardır. Ancak bununla birlikte, hiçbir şekilde hukuksal karşılığı olmayan bu kararın esas amacı, ilk günden itibaren giderek büyüme eğilimi kazanan direnişin niceliksel ve niteliksel olarak gelişmesini engellemeye yöneliktir.

'CUDİ ORMANLARINDAKİ YANGIN SÖMÜRGECİ SAVAŞIN SONUCU'

Sadece Akbelen'de değil pek çok yerde orman kıyımları devam ediyor. Son olarak Cudi'de askerlerin ormanı yaktığını, yangının söndürülmesine izin verilmediğini gördük. Türkiye ve Kürdistan'da süregelen doğa talanına karşı mücadeleleri nasıl birleştirebiliriz?
Yaz dönemiyle birlikte Kürdistan ormanlarının devlet güçleri tarafından yakılmasının son örneği Cudi ormanlarında cereyan ediyor. Başlı başına bir ekolojik katliam olması, bu katliamın askerler tarafından "kontrol" altında sürmesi bakımından Akbelen'deki kıyımla eşdeğer. Ancak görüntülerle sabit olduğu üzere, Cudi ormanlarının resmi devlet güçleri tarafından kundaklanması ve söndürme çalışmalarına seferber olan halkın engellenmesi, Akbelen ormanları gibi doğrudan bir sermaye girişiminin hizmetine sunulmasından ziyade, bölgede yürütülen inkarcı sömürgeci savaş politikalarının bir sonucu. Tıpkı 90'lardaki köy yakmalarda olduğu gibi, bölgeyi insansızlaştırmak, Kürt halkını yaşam alanlarından koparma amacı taşıyor. Ne yazık ki, Akbelen ormanları savunmasında bir şekliyle açığa çıkan karşı duruş Cudi için henüz gelişmiş değil. Çünkü aslında ekolojik mücadeleye içkin olan doğa savunuculuğunun kapsayıcılığı, sömürgeci faşist rejimin tarihsel dayanağı olan şovenizm zehrini ne yazık ki toplumsal olarak bertaraf edecek düzeyde değil.

'BİRLEŞİK MÜCADELENİN TEMELİ SALDIRILARIN KARAKTERİNİ ÇÖZÜMLEMEKTEN GEÇİYOR'
Oysa ki Akbelen ve Cudi'de yaşanan eş zamanlı kıyım, iki mücadeleyi birleştirmek adına muazzam bir potansiyele sahip. İşte, yıllardır kendi yaşam alanlarını, doğasını, kültürünü savunmaya çalışan Kürt halkının karşısına dikilen devlet; şimdi ordusuyla, yargısıyla, şiddetiyle Akbelen ormanlarına ve İkizköy halkına dikilmiş durumda. Basit bir empati dahi, bu mücadelelerin birleşmesini koşullar nitelikte. Ancak Akbelen ve Cudi örneğinde olduğu gibi, Türkiye ve Kürdistan'da yaşanan doğa ve toplumsal katliamlara karşı birleşik bir mücadelenin örülmesi ve sürekliliğinin temeli; öncelikle bu saldırıların öznesini, onun karakterini iyi çözümlemekten geçiyor. Halklar bakımından her iki coğrafyayı da cehenneme çevirmeye yazgılı bir kapitalist sistem ve onun bu yönde gelişimini ne pahasına olursa olsun garanti altına almaya, savunmaya yeminli bir faşist rejim altında yaşıyoruz. Dolayısıyla şimdi parçalı olan tüm bu doğa ve yaşam alanı savunma mücadelelerinin mızrak ucunu bir an için bile olsa bu saldırıların öznesinden alan her girişim, kendi sınırları içinde boğulmaya yazgılı olacaktır.

'CUDİ'YE KAYITSIZ KALMAK AKBELEN'DEKİ KIYIMA MAZOT TAŞIMAK ANLAMINA GELİR'
Bilinçli olsun olmasın, Cudi ormanlarınının "güvenlik politikaları" adı altında yakılmasına meşruiyet kazandıran, söndürmek için seferber olan halkın engellenmesine karşı kayıtsız kalan her yaklaşım, nesnel olarak Akbelen ormanlarını kesen hızarlara mazot koymak, İkizköy halkına saldıran jandarmaya biber gazı taşımak anlamı taşıyacaktır. Ancak henüz yeterli düzeyde olmasa dahi her direniş, faşizme karşı bir mücadele okulu görme görevi sürdürmeye devam ediyor. Tıpkı İkizköy halkının Cudi halkına gönderdiği destekte olduğu gibi, bu eş zamanlı ekolojik kıyıma karşı eyleme geçen her örnek, bu şovenizm zehrini de pratikte söküp atacak, ortak düşmana karşı ortak mücadele deneyimini geliştirecektir.

'TOPLUMSAL ÖRGÜTLÜLÜK DIŞINDA SEÇENEĞİMİZ YOK'

Eklemek istedikleriniz?
Son olarak, belki de teşhir amacıyla sarf edilen devletin uyguladığı şiddeti "orantısız güç" tanımına dair bir şey söylemek istiyorum. Akbelen'deki devlet şiddetini, aslında sermaye ve iktidarın amaç ve karakteriyle tutarlı ve bu kapsamda orantılı olduğunu görmek gerekiyor. Bu gerçekliği görmek, direnişin nasıl gelişmesi, hangi araç ve biçimlerle sürdürülmesi gerektiğine dair berraklığı da beraberinde getirmeye vesile olacaktır.

Karşımızda Akbelen gibi girişimlerin doğa, toplum ve yaşam açısından nasıl bir katliam olduğuna dair ikna edeceğimiz değil, aynı oranda geri püskürtmekten başka durmayacak bir güç var. Bu hedefe bağlı bir toplumsal örgütlülük geliştirmek dışında seçeneğimiz yok.

Evet, tüm çabalara rağmen Akbelen'in kızılçamlarını LİMAK ve devletin kanlı elleri karşısında koruyamaya nefemiz yetmedi. Ancak direniş bitmiş değil. Ağaçlar kesilir ancak yerine fidanlar dikilir, ormanımız ve ekosistem yeniden canlanır. Bu aşamada, Akbelen'in toprak örtüsünün kazınarak maden sahasına döndürülmesini engellemeye odaklanmalıyız. Bu zamana kadar dört bir kola dağılarak hızlıca kesimlerin yapıldığı alan, şimdi kepçe dozer gibi büyük araçlarla bir şantiye alanına çevrilmeye hazırlanıyor. Bu uzun bir süreç. Bu anlamda bu araçların çalışmasını fiili olarak durdurmak için öncelikle direniş alanının çok daha kitlesel olması çok önemli. Böylesi bir seferberlik, başta Muğla ve çevre iller olmak üzere, her yerden direniş alanına nöbetleşe gidişlerin örgütlenmesiyle mümkün olacaktır.

Aynı zamanda, Akbelen direnişini şu anda içine kapanmış toplumsal mücadelenin yükseltilmesi açısından da bir kaldıraç olarak görmeliyiz. Toplumun ezici çoğunluğunun fikirsel olarak da olsa bu kıyım karşısında olduğu gerçeğini bulunduğumuz her yerde pratikle buluşturmak adına; Akbelen direnişini Cudî'nin çığlığına bağlayan kitlesel mitingler örgütleyebilir, burada açığa çıkan toplumsal basıncı maden alanının oluşmasına karşı fiili direnişe kazandırabiliriz. Yeter ki bir an önce harekete geçelim.