4 Aralık 2024 Çarşamba

Arzu Demir yazdı | Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ve bir neslin inşası

"Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli"ni, iktidarın bu toplam stratejik planı içinde "bir nesil inşası" olarak önemsemek gerekiyor. Söz konusu stratejik saldırıya karşı sonuç alabilmek için, emekçi sol hareketin daha etkin, sürükleyici ve öncü bir pratik rol üstlenmesine ihtiyaç olduğu ortada.

AKP, 22 yıllık iktidarı boyunca eğitimin dinselleştirilmesi için 4+4+4 kesintili eğitim yasasından ÇEDES projesine kadar eğitim sisteminde sayısız değişiklik yaptı, protokollerle eğitimi tarikatlara teslim etti. Bu kez, tüm itirazlara rağmen daha da kapsamlı olan "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli"ni uygulamaya soktu. Adıyla, sanıyla iktidarın ideolojik ve politik yönelimini özetleyen bu müfredatın amacı, faşist şef Erdoğan'ın daha önce de sıkça dile getirdiği gibi "dindar ve kindar" bir nesil yetiştirmek. Özetle bu eğitim modeli; asimilasyoncu, dinci, faşist ve cinsiyetçi.

Eğitimin dinselleştirilmesi yönünde yapılacak en küçük bir değişiklik bile son derece önemli olmakla birlikte, bu son adımı, iktidarın "Türkiye yüzyılı" diye tarif ettiği, toplumu dinsel temelde "islamcı-Türkçü" ilkelerle yeniden örgütleme planının bir aracı olarak görmek gerekiyor. Kadınların aile içindeki "anne" ve "eş" rolünü daha da güçlendirmeye, kadınların dünyasını "aile" ile sınırlandırmaya yönelik yapılan yasal düzenleme ve planlardan son müfredata, kentlerin hafızası niteliğindeki önemli tarihi meydan ve binaların yok edilmesine kadar çok yönlü olarak işleyen stratejik bir plan bu.

En genel haliyle Almanya'da "Kızıl Orkestra" olarak da bilinen antifaşist direniş örgütünün anlatıldığı "Harro ile Libertas" kitabında, Norman Ohler "Bir zamanlar normal olan insanlar, Hitler ile beş buçuk yıldan sonra böyleler" diye yazar. "Böyle" dediği, Yahudi halkına karşı uygulanan soykırım karşısında Alman toplumunun ezici çoğunluğunun önce susarak, görmezden gelerek, ardından tüm yapılanları izah edip makul bularak suç ortaklığı yapmasıdır. Bu kabul, tamamen korkuyla mı olmuştur? Hayır! Nazi faşizmi, soykırım suçu ile iş birliğine meyledebilecek bu toplumu, ilmek ilmek inşa etmiştir, dönüştürmüştür. Erdoğan rejimi de "bekası" için sadece ihtiyacı olan kadrosunu yaratmakla yetinemezdi, toplumu, "Hanefi islamcı, Türkçü" temelde kökten değiştirirken, bu toplumun hafızasını da yeniden inşa etmek zorundaydı.

Taksim Meydanı, Haydarpaşa Tren İstasyonu, Amed Suriçi gibi kentsel mekanlar, sadece bugün hayatın sürdüğü mekanlar değildir "bugünde" yaşayan geçmiştir, toplumsal hafızanın canlandığı yerlerdir. Taksim Meydanı, 34 işçinin, devrimcinin katledildiği 1977 1 Mayıs'ına ve o katliamın faili devlete işaret eder. Haydarpaşa Garı, Nazım Hikmet'in "Memleketimden İnsan Manzaraları"nda anlattığı gibi 1908'den 1945'e uzanan tarih diliminde savaşı, yıkımı, Anadolu insanının yoksulluğunu, yoksunluğunu, çaresizliğini, umudunu, umutsuzluğunu hatırlatır. Suriçi'deki Mıgırdıç Margosyan'ın Hançepek'i, Ermeni halkını anımsatır. Hep birlikte tanıklık ettik, Taksim Meydanı, "yayalaştırma projesi" ile değiştirildi. Tümden yok edilmesini, Gezi direnişi engellemişti. Haydarpaşa Garı binasının üst katları yakılarak, mimari dokusu bozuldu, ardından da "soylulaştırma" projesine tabi tutuldu. 2012'den bu yana kapalı olan ve bu yıl açılacağı duyurulan Haydarpaşa'nın ne hale getirildiğini göreceğiz. Özyönetim direnişleri gerekçesiyle iktidar Suriçi'de de taş üstünde taş bırakmadı. Ardından "Toledo yapacağız" diyerek, bölgeyi TOKİ'ye, inşaat tekellerine teslim etti.

Tüm bunlar, ekonomik olarak kentlerin, iktidar yandaşı şirketlerin talanına açılması, müteahhitlerin ihya edilmesi anlamına gelirken, ideolojik hedefin de geçmiş ile gelecek arasındaki köprüyü yok etmek olduğu unutulmamalıdır.

İstanbul'da, yıllarca devrimcilere her türlü işkencenin yapıldığı, onlarca devrimcinin katledildiği ya da kaybedildiği Gayrettepe'deki polis binası da yıkıldı. Onun yıkılmasındaki amaç da devletin o mekandaki işkenceci tarihini unutturmaktır.

"Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli"ni, iktidarın bu toplam stratejik planı içinde "bir nesil inşası" olarak önemsemek gerekiyor. Müfredat ile ilgili olarak konuştuğum, KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Hüseyin Tosu da müfredatı iktidarın "toplumsal projesi" olarak tanımladı. Aynı zamanda kendisi de eğitimci olan Tosu, müfredat için "İktidarın hedeflediği bir insan tipi var; itaatkâr, muhafazakâr. Aile kurumunda, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini esas alan bir toplumsal yapı. Farklı kimliklere tekçi yaklaşan bir toplumsal yapı. Tahayyül edilen bu ve müfredat da bu amaca hizmet etmektedir" dedi. Halkın iradesini gasp eden kayyum darbesini hatırlatarak şunları söyledi: "Kayyum ile halkın iradesini yok sayarak kendini dayatan iktidar, bu eğitim modeli ile de kendi ideolojisini dayatıyor. Bizlere hiçbir yaşam alanı bırakmak istemiyor."

Eğitim emekçileri, veliler ve sendikalar, demokratik kitle örgütleri, 11 Haziran'da çok sayıda kentte eylemler yaparak, müfredatın ağır olumsuz sonuçlarına dair toplumu uyardı ve geri çekilmesini istedi. Hüseyin Tosu, bu eylemle başlangıç yaptıklarını, müfredatı geri çektirmek için eylemlere devam edeceklerini söyledi.

Söz konusu stratejik saldırıya karşı sonuç alabilmek için emekçi sol hareketin daha etkin, sürükleyici ve öncü bir pratik rol üstlenmesine ihtiyaç olduğu ortada.