4 Aralık 2024 Çarşamba

Aydın ve sanatçılar ezilenlerin safında olmalıdırlar

Mahkeme kürsüsünden faşist şeflik rejimini yargılayan Şebnem Korur Fincancı, zulmün katmerleştiği hapishanelere şenliğe gider gibi giden Sırrı Süreyya Önder, "Buradayım, göçmenlik yerine hapisliği tercih ediyorum" diyen Ayşe Düzkan, aydın ve sanatçıların onurunu yüreklerinde taşıdıklarını göstererek 2019 için örülen özgürlük barikatında yerlerini aldılar. Faşizme karşı mücadele cephesine moral destek ve direnme ruhu taşıdılar.
20 Temmuz 2015 faşist darbesiyle başlatılan faşist terör kampanyası, başta ulusal demokratik ve devrimci hareket olmak üzere, emekçi sol parti ve örgütleri fiziken ezip dağıtmayı, kitleleri örgütsüzleştirmeyi, köleliği kabul etme düzeyinde bir teslimiyete yöneltmeyi hedefliyordu. Faşist şeflik rejimi, bu amacı doğrultusunda, faşist terörü ve yalana dayalı faşist psikolojik savaşı birbirini bütünleyecek tarzda kullandı. Yeni egemenler, kendilerinden önceki cuntaların ve 90'lı yılların tüm deneylerinden yararlandılar. Ne var ki, kitle hareketi geri çekilse, devrimci mücadele daralsa ve etki kaybı yaşasa da, faşizme ve sömürgeciliğe karşı savaşım, tüm cephelerde, tüm araç ve biçimlerle sürdü. Büyük kahramanlık destanları yazıldı. Onur yükseklerde tutuldu. 8 Martlar, Newrozlar, 1 Mayıslar, seçim muharebeleri başta olmak üzere değişik anlar, kitleler tarafından, tıpkı Seyit Rıza gibi, "Sana boyun eğmedim, bu da sana dert olsun" demek için fırsata çevrildi.
 
Aynı dönemde, faşizmin, her onurlu insana bedel ödetme, işçileri ve ezilenleri nefes alamaz hale getirme yolundan, umutsuzluğu ve irade kırılmasını egemenleştirme saldırılarından, bunların gün geçtikçe yaygınlaşıp yoğunlaşmasından korkuya kapılanlar, "kendini kurtarma" girdabına sürüklenenler de oldu elbette. Böylesi içerik ve düzey olarak, politik parti ve gruplardan sendikalara, değişik meslek örgütlerinden tek tek kişilere değişik görünümler aldı.
 
Bu, "kendini" kurtarma akıntısı, sanatçılar ve aydınlar arasında da belirli bir etki yarattı. Bunun 24 Haziran sonrası dikkat çekici hale gelmesi, korku ve umutsuzluğun birleşerek, belirli kesimleri girdabına aldığını gösteriyor. Faşist şeflik rejimi, gazeteci görünümündeki emirerleri aracılığıyla bu etkiyi canlı tutmaya, örgütlemeye yöneldi. "Röportaj" teklifi bunun en kestirme yolu oldu.
 
Asla işçilerin, ezilenlerin saflarında yer almamışlar da dahil, içlerinde "solcu" olarak tanınıp bilinenler veya faşizme ve yaşamın dinselleştirilmesine hayır diyenlerin de olduğu bir grup sanatçı ve aydın, saray soytarılığını, faşist şefin maskotluğunu tercih etti. Özgürlüğün karşısında, faşizmin safında konumlandı. Onurunu satıp, karşılığında himaye ve mali, ekonomik imkanlar aldı.
 
Bir kısım sanatçı ve aydın ise işi saray soytarılığına, faşist şefin maskotluğuna vardırmasa da, diktatörün başarılarına övgüler içeren ve o iğrenç yalanı, "Aynı gemideyiz" nakaratını yineleyen gazete röportajlarıyla teslim olduğunu, boyun eğdiğini ilan etti. Kitleler önünde onurunu çiğnedi. Karşılığında, hedefler arasından çıkma, sanat düşmanı kimi uygulamalardan kişisel zarar görmekten kurtulma ihtimalini satın aldı.
 
Her onurlu insan, en aşağılık görünümü saray soytarısı sanatçılarda gövdelenen bu düşkünleşmeye karşı onurlu bir tutum almalıdır. "Aslında iyi insandır" gibi sözlerle onların suçlarına, düşkünlüklerine ortak olmamalıdır. Bu, insan kalabilmenin gereğidir.
 
İş cinayetleri karşısında, "Ölüm bu işin fıtratında var" diyebilmiş, kentleri ve dağları kan içinde, bölgesel savaş kışkırtıcısı bir devletin faşist şefinin "başsağlığı mesajı"nın içtenliğine inanmak, onu konserine davet etmek gibi acı, pişmanlık ve utançtan başka bir şey üretmeyecek vahim yanılgı ve tutumlardan sakınılmalıdır. Fazıl Say gibi belirli değerlerle var olmuş sanatçılar, hiçbir şeyin buna değmeyeceğini bilmek zorundadırlar. Faşist şef ve emirerleri karşısında alınacak tutum net olmalıdır. Söylediği gibi Nazım'ın, "KARDEŞLER!/ Onlara sokakta rastlarsanız eğer/ölümü görmüş gibi çevirin başınızı./ Kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken/arkadan sırtınıza bir/bıçak girebilir..." "KARDEŞLER!/ Onlara elleriniz dokunmuşsa eğer/yedi tas su dökün ellerinize./Yırtarak bayramlık gömleğimi ben/peşkir yaparım size..." "KARDEŞLER!/ Onların adına benziyorsa adınız eğer/adınızı değiştirin./Vebanın girdiği kapıdan girin/onların evine atmayın ayak..." Fazıl Say'dan ve özgür, onurlu bir yaşam safında yer almış sanatçılardan, aydınlardan, bilim insanlarından, faşist şef ve diktatörlüğü karşısında böyle bir netlik, berraklık beklemek işçilerin, ezilenlerin ilerici bölüklerinin hakkıdır.
 
Faşist şeflik rejiminin terör, şantaj ve rüşvetle, aydın ve sanatçılar içinde alabildiği yol yine de sınırlıdır. Direniş ve onur o cenahta da baskındır. Mahkeme kürsüsünden faşist şeflik rejimini yargılayan Şebnem Korur Fincancı, zulmün katmerleştiği hapishanelere şenliğe gider gibi giden Sırrı Süreyya Önder, "Buradayım, göçmenlik yerine hapisliği tercih ediyorum" diyen Ayşe Düzkan, aydın ve sanatçıların onurunu yüreklerinde taşıdıklarını göstererek 2019 için örülen özgürlük barikatında yerlerini aldılar. Faşizme karşı mücadele cephesine moral destek ve direnme ruhu taşıdılar.
 
Edip Cansever gibi "Gülemiyorsun ya, gülmek/Bir halk gülebiliyorsa gülmektir" duygusu, düşüncesi, inancı içindeki her sanatçı, her aydın, faşist şef ve suç ortaklarının ikiyüzlü sosyal iletişim maskaralıklarını öfkeyle reddetmeli, faşist şeflik rejimine karşı direnenlerin, özgürlüğün, adaletin ve umudun safında yer almalı, sanatsal üretimleriyle büyüyecek mücadeleye omuz vermelidir. Günümüz koşullarında, sanatsal üretkenliğe vurulmak istenen zinciri kırmanın, sanatsal etkinlikleri en dar alana hapsetme saldırısını püskürtmenin ve sanatçı onurunu yüksekte tutmanın temel koşulu budur.