4 Aralık 2024 Çarşamba

Aynur Ege Dicle yazdı | Cinsiyetçi, ırkçı politika ve devlet geleneği

Erdoğan'ın "PKK'nin 5, 10, 15 tane çocuğu var" sözleri, Kürt düşmanı yüzünü bir kere daha teyit etmiş oldu. Kadınlar faşist şef ve onun temsil ettiği saray rejiminin kadın düşmanlığını İstanbul Sözleşmesi'nin iptalinden biliyor. "Bir kereden bir şey olmaz" diyerek çocuk istismarını meşrulaştıran düşkünlükleri, vakıflarda çocuk bedenine dönük istismarların ardından tecavüzcülerin sırtının sıvazlamasından biliyor. Kaybedilen Gülistan Doku'nun, cinsel saldırıya maruz kalan ve öldürülen Nadira Kadirova'nın, intihara sürüklenen İpek Er'in katillerinin korunmasından biliyor. Faşist şef Erdoğan'ın Mehmet Ali ve Kezban Merey Çelebi'ye sarf ettiği sözler, faşist Türk devletinin cinsiyetçi ve ırkçı kodlarının tezahürüdür.

Faşist şef Erdoğan, cinsiyetçi, ırkçı yüzünü her durumda gösteriyor. Erdoğan AKP'ye iltihak eden Mehmet Ali Çelebi'ye rozeti takarken Çelebi ve evli olduğu Kezban Merey Çelebi'ye çocuk doğurmanın önemine (!) dair söylev verdi, kadının esas kariyerinin bu olduğunu söyledi. Söylemleri bu cinsiyetçi yaklaşımla sınırlı kalmadı. Kürt nüfus üzerinde hesap yaparak Kürt halkının mevcut nüfusunu aşmak gerektiğini büyük bir düşmanlıkla höykürdü.

Yirmi yıllık iktidarında faşist rejimin üzerinde yükseldiği kodlar cinsiyetçilik, ırkçılık gibi temel argümanlar oldu. Bu argümanlar dolayımıyla toplumsal kutuplaştırma derinleştirilerek, faşist şeflik rejimi ve erkek egemen kapitalist sistemin reorganizasyonu amaçlanıyor. Bunca yıllık iktidarının her evresinde izlediği sosyal, politik, hukuki, ekonomik, ideolojik politikalarda bu amaca bağlı uygulandı. Toplumsal bilinç, söz konusu kodlara göre yeniden şekillendirildi. Faşist şef Erdoğan, cinsiyet eşitliğini savunan kadın özgürlük hareketi karşısında 'fıtratına aykırı' diyerek kadın düşmanlığını gösterdi. Erkek egemen sistemin devamlılığı esasıyla kadın, aile kurumsal yapısı içinde nesneleştirildi. Kadına, doğurmasını buyurarak 'kutsal ailenin' devamlılığının güvencelenmesi amaçlandı. Zira, böylece erkek egemen sistemin varlığı da güvencelenmiş olacaktı. Bırakın kadının, mevcut sistem içinde toplumsal, siyasal yaşamda karar verici pozisyonda 'kariyer' sahibi olması için teşvik edilmesini; kendi geleceğiyle, yaşamıyla ilgili karar verme iradesi yok sayıldı. Kadının aile kurumuna ait 'kuluçka makinesi' rolü, burjuva Türk devletinin tüm imkan ve olanaklarıyla teşvik edildi. İdeolojik, politik propaganda mekanizmaları böyle çalıştı. Dini örgütlenmeler, eğitim müfredatı bunu propaganda etti. Hukuk aile içinde birey olarak kadının haklarını değil 'kutsal aile'nin çıkarlarını gözeten kararlar verdi. Kuşkusuz bunlar yalnızca faşist şefin kişisel politik, ideolojik duruşuyla ilgili değil. Temsil ettiği sınıfın ve siyasal rejimin temel karakteri, dayandığı ideolojik çizgiyle alakalıdır.

KÜRT ULUSUNA DÜŞMANLIK
Propaganda edilen cinsiyetçilik, Kürt halkı söz konusu olduğunda ırkçılıkla birleştiğinde daha mide bulandırıcı bir hal alıyor. Faşist Türk burjuva devleti, Kürtler söz konusu olduğunda nüfus oranını her dönem bir sorun olarak görmüştür. 1936 yılında Kürt sorunuyla ilgili Abidin Özmen'in hazırladığı sayısız rapordan biri, 8 Aralık 1936 tarihinde İçişleri Bakanı ve CHP Genel Sekreteri Şükrü Kaya'nın başkanlığında Ankara'da umumi müfettişlerin toplantısına sunulan 'Siyah Rapor'dur. Rapor, tartışmalı nüfus iddialarına ve nüfus istatistiklerine yer vererek, Kürt nüfusunun, Türklerden 12 kat daha hızlı arttığını iddia etmiştir. Bu raporların devamında 'Kürtlerin bu önlenemez üremelerini durdurmak için' ırkçı nüfus planlaması için aylarca plan ve program yapılmıştır. Benzer bir 'nüfus planlaması'nı öngören rapor, faşist İsmet İnönü tarafından hazırlanan 21 Ağustos 1935 tarihli 'Kürt Raporu'dur (Şark Seyahati Raporu). Özmen'in 'Siyah Rapor'u ile büyük benzerlik gösterir. İnönü, M. Kemal'e sunduğu bu raporu bölgelerde görevli umum müfettişlikleri ile yaptığı 1935 temmuz ayındaki toplantılardan sonra kaleme almıştır. 'Kürtlerdeki nüfus artışının tehlikeli hale gelmesi' belirlemesiyle 1960'lı yıllarda esasta Kürt kadınlarına dönük doğum kontrol politikası resmi olarak hayata geçirilmiştir. Böylece kadınların, esasta Kürt kadınlarının doğurganlığı devlet politikasının konusu haline getirilmiş Kürdistan'da 'doğum kontrol' politikası yürürlüğe girmiştir. Aslında 'Kürtlerin nüfus artışıyla Türkleri Kürtleştirdiği' demagojik ırkçı tezi 1900'lü yılların başında, ırkçı Türk Yurdu dergisi ve Ziya Gökalp ağırlıklı olarak, 'Kürtlerin Türkleri asimile ettiği tezi'ne dayandığını geçerken söyleyelim.

Faşist devletin aynı ırkçı yaklaşımlarını yakın tarih bakımından MGK toplantısında görüyoruz: 20 Kasım 1996 tarihli MGK toplantısında, Kürt nüfusunun artışı bir tehlike ve tehdit gibi ele alınmış rapora şöyle yansıtılmıştı: "Kürtlerin oturduğu bölgelerde nüfus artışı diğer bölgelerden yüksektir. Kürt nüfusu 2025'te toplam nüfusun yüzde 50'sinin üzerine çıkma eğilimindedir". Söz konusu rapor, 1997 yılında Bakanlar Kurulu'na sunulan MGK tavsiye kararında, böyle giderse 2025 yılında Kürt nüfusunun Türkiye'nin yüzde 50'sine yaklaşacağına dikkat çekilerek, 3'ten fazla çocuk yapan Kürt'e ceza verilmesi gündeme gelmişti. 2005 yılında yapılan MGK toplantısının sonuç raporunda, "Kürt nüfusunun artış hızı, bölgenin doğurganlık oranı ve Kürt illerinden göç ve göç alan illerin nüfus artışlarına yönelik tedbirler alınması artık zorunluluk olmaktadır" belirlemeleri de devlet geleneğinde ırkçı ve cinsiyetçi politikanın sürdüğünü gösteriyor. Hükümetler değişse de Kürt halkına dönük ırkçı, cinsiyetçi politikalar, asimilasyon, imha, yok etme politikaları devlette esastır.

Erdoğan'ın "PKK'nin 5 tane, 10 tane, 15 tane çocuğu var" sözleri, Kürt halkının bildiği, Kürt düşmanı yüzünü bir kere daha teyit etmiş oldu. Kadınlar, faşist şefin ve onun temsil ettiği saray rejiminin kadın düşmanlığını on yıllardır sürdürdüğü politikalardan çok iyi biliyor. Kadınlar, faşist saray rejiminin kadın düşmanlığını İstanbul Sözleşmesi'nin iptalinden çok iyi biliyor. "Bir kereden bir şey olmaz" diyerek çocuk istismarını meşrulaştıran düşkünlükleri, din istismarının yapıldığı vakıflarda çocuk bedenine dönük cinsiyetçi saldırı, istismarların ardından tecavüzcülerin sırtını sıvazlamasından da biliyor. Kürdistan'da kaybedilen Gülistan Doku'nun, cinsel saldırıya maruz kalan ve öldürülen Nadira Kadirova'nın ve intihara sürüklenen İpek Er'in katillerinin korunmasından, kollanmasından biliyor. O nedenle faşist şef Erdoğan'ın Mehmet Ali ve Kezban Merey Çelebi'ye sarf ettiği sözler, faşist Türk devletinin cinsiyetçi ve ırkçı kodlarının tezahürüdür.

Yıl 2022... Bu kez faşist şef Erdoğan, Kürt halkının nüfus durumundan yola çıkarak kadın bedeni üzerinden cinsiyetçiliği ve ırkçı sözlerini höykürüyor. Faşist şef Erdoğan'a bu sözleri kısa bir süre sonra Azerbaycan'dan dönerken gazeteciler tarafından hatırlatılıyor. Erdoğan, "Ben her zaman açık açık üç çocuk diyorum zaten. Bu benim gizli bir politikam değil ki" diye yanıtlıyor. Evet faşist şefin söylediği gibi, o cinsiyetçi politikasını, kadın düşmanlığını hiç gizlemedi. Tıpkı Kürt halkına dönük düşmanlığını, ırkçılığını gizlemediği gibi. Onu en iyi kadınlar ve Kürt halkı biliyor.