4 Aralık 2024 Çarşamba

Aynur Ege Dicle yazdı | Faşist AKP-MHP'nin işgal bölgelerinde cinsiyetçi suçlarıyla mücadele

Yeni işgalci planları bozmak, Suriyeli, Rojavalı kadınların yaşadıkları/yaşayacakları yeni acıları önlemek ancak birleşik kadın mücadelesiyle mümkündür. Seçim sathına girildiği şu günlerde burjuva ittifakların karşısında kadın hareketinin konumlanması önemli olacaktır. Sosyalist, feminist, yurtsever kadın hareketleri erkek egemen burjuva partilerin cinsiyetçi politikalarına karşı cins eşitlikçi-özgürlükçü bir hatta konumlanmalıdır. Cinsiyetçilikle birbirini bütünleyen ırkçılığa, şovenizme karşı mücadeleyi de içermeli ve yeni işgal planlarına karşı aktif mücadeleyi hedeflemelidir.

Beş yıldır işgal altında bulunan Efrîn'de halklara, özelde kadınlara karşı her gün cinsiyetçi saldırı haberleri duyuyoruz. İşgalci Türk burjuva devleti ve ona bağlı işkenceci, tecavüzcü çeteleri 5 yıldır kadınlara her türlü vahşeti uyguluyor. Yaşananlara dair yansıyanlar haberlerin içinde adeta bir ara başlık gibi okunup geçilebiliyor.

Suriye-Efrîn İnsan Hakları Örgütü'nün, işgalin başladığı 2018 yılından günümüze kadar kadınlara dönük işlenen katletme, kaçırma gibi suçlarına ilişkin hazırladığı rapor, işgalcilerin kadın düşmanı yüzünün görünmesi bakımından önemli veriler sunuyor.

Raporda yer alan verilere göre; 2018-2019 yılları arasında 59 kadın katledildi, 200 kadın kaçırıldı. 2020 yılında 9 kadın katledilirken, 92 kadın kaçırıldı. 2021 yılında 14, 2022 yılında 13 kadın katledildi. 2021 yılında kaçırılan kadın 82 iken, 2022'de 49 olduğu rapora yansıyor. 2023 yılının Mart ayına kadar olan sürede 7 kadının kaçırıldığı bilgileri rapora yansıyor. Kaçırılan kadınların akıbeti hala bilinmiyor.

Tüm bunlara, son günlerde Cindirêsê ilçesinde hamile bir kadının öldürülmesini, yine Newroz kutlaması yaptıkları için 4 Kürt'ün çetelerce katledilmesini de eklemeliyiz.

Yerel kaynaklarla oluşan verilere göre; onlarca işkence, tutukevi olarak kullanılan merkez bulunuyor. Buralarda tutulan kadınların akıbetine dair ne yakınları ne de insan hakları kurumlarına yansıyan herhangi bir bilgi yok. Ayrıca zindanlarda tutulan kadınların önemli bir kısmını işgal öncesi Efrîn Özerk Yönetim Kurumlarında çalışan kadınlar oluşturuyor.

Aynı kaynaklardan edinilen bilgilere göre; Efrîn merkezinde işgal öncesi dönemde Özerk Yönetimde Yasama Meclisi olarak kullanılan bina, işgalle birlikte hapishaneye dönüştürülmüş durumda. Burası aynı zamanda kadın hapishanesi olarak da kullanılıyor. Binanın bodrum katlarında yaklaşık 50 kadın rehin tutuluyor. Hapishanede tutulan kadınların, işgalci Türk burjuva devletine bağlı istihbarat ve çete grupları tarafından 'emanet' olarak adlandırıldığı, her çete elebaşına 10 ila 30 kadını öldürme yetkisi verildiği de yine raporlara yansıyan bir başka bilgi.

Raporda, her zindanın ayrı çete grupları tarafından yönetildiğine dikkat çekilmiş.

Eski adliye binası "El Mahkeme" olarak adlandırılan zindana dönüştürülmüş durumda. Efrîn'in ilçelerinden kaçırılan kadınların burada tutulduğu, zindanın Cephe El Şamiye çetelerinin yönetiminde olduğu bilgisi paylaşılmış.

Bir başka zindan ise "El Mehmûdiyê'. El Hamza çeteleri tarafından yönetiliyor. Bu zindanın içinde kadınların tutulduğu iki özel oda bulunuyor.

Özerk Yönetim döneminde, okul olarak kullanılan binalar da işgalci Türk burjuva devleti ve çeteleri tarafından zindana dönüştürülmüş durumda. Efrîn'in en eski okullarından olan "El Keramê" bugün zindan olarak kullanılıyor ve kadınlar için iki özel bölüm bulunuyor.

"Kale zindanı" olarak da adlandırılan Efrîn şehir merkezindeki "Basute" zindanı, El Hamza çeteleri tarafından yönetiliyor. Bu zindan, işgalci Türk devletinin istihbarat birimlerinin doğrudan gözetimi altında. Sayıları kesin olarak bilinmemekle birlikte onlarca kadının burada tutulduğu tahmin ediliyor.

Verilere yansıyanlar, faşist saray rejiminin işgal altında tuttuğu Efrîn, Bab, İdlib, Girê Spî, Serêkaniyê'de işlediği suçların sadece bir bölümünü oluşturuyor. Raporlaştırılamayanlarla birlikte düşünüldüğünde sömürgeci Türk devletinin işlediği savaş suçları Bosna Hersek savaşında, Afganistan-Irak işgallerinde emperyalist ABD'nin işlediği suçlardan daha az kalır yanı yok.

Bunlara bir de göçmen olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da bulunan Suriyelilere yapılan ırkçı, ayrımcı politikaları da eklemek gerekir.

2019 yılında Amed Barosuna adli yardım için başvuran 46 Suriyeli mülteciden 26'sı kadın. 2020 yılında baroya başvuran 18 kişinin 14'ü kadın. Başvuru nedenleri arasında, şiddet, taciz, tecavüz, alıkonma ve boşanma bulunuyor. Kadınlar, saldırılarla sokakta, okulda, işyerinde, yani yaşamın olduğu her yerde karşılaşıyor. Yapılan araştırmalarda Suriyeli kadın mültecilerin çoğu maruz kaldığı baskı ve şiddete rağmen herhangi bir yardım merkezine ve devlet kurumuna başvurmuyor. Nedeni ise çok basit. Kendilerine inanılmayacağını, yardım edilmeyeceğini düşünüyor. Nitekim başvuran kadınların sonraki süreci de bu düşünceyi doğruluyor. Şiddete maruz kalan göçmen/mülteci kadınlar yaşadıklarıyla kalıyor.

Göçmen/mülteci konumdaki Suriyelilerin yaşadığı sadece bunlarla sınırlı değil. Ayrımcı, ırkçı, şoven politikalara henüz okul çağında olan çocuklarda maruz kalıyor. Suriyeliler bir yandan ucuz işgücü olarak görülüp emekleri sömürülürken, diğer yandan da AKP-MHP faşist rejiminin ırkçı, şoven politikalarının sonuçlarını Güzelbahçe'de, Ankara Altındağ'da, yaşandığı gibi bazen yaşamlarıyla ödeyebiliyorlar. İstanbul Küçükçekmece'de, Maraş Elbistan'da olduğu gibi ırkçı linç saldırılarına maruz kalabiliyorlar.

Türkiye seçim sathına girmişken, Suriyeli ve Afgan mülteciler üzerinden ırkçı, milliyetçi politikalar her iki burjuva ittifak tarafından emekçi halklara boca ediliyor. Diğer yandan, faşist şef Erdoğan 14 Mayıs seçimlerinde iktidarını kaybetmemek için Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye topraklarına dönük yeni saldırı planları yapıyor. Yeni işgal planları iç politikada şovenizm-ırkçılığı körükleyerek faşist şefin iktidarının ömrünü uzatmak için başvuracağı güçlü olasılıklardan biridir. Yeni savaş ve işgal saldırıları kadınlar ve çocuklar için daha büyük acı, yıkım anlamına gelecektir. Erkek egemen sömürgeci Türk devleti, kuruluşundan günümüze Kürdistan'ın kadim halkları ve inançlarına; Kürt, Ermeni, Süryani, Asuri, Alevi, Êzidî... sadece ve sadece, katliam, soykırım, yok etme, asimilasyon, tecavüz, cinsel işkenceyi reva görmüştür. Bu politika göçmen/mülteciler üzerinden de sürgit devam ediyor.

Yeni işgalci planları bozmak, Suriyeli, Rojavalı kadınların yaşadıkları/yaşayacakları yeni acıları önlemek anacak birleşik kadın mücadelesiyle mümkündür. Seçim sathına girildiği şu günlerde burjuva ittifakların karşısında kadın hareketinin konumlanması önemli olacaktır.

Sosyalist, feminist, yurtsever kadın hareketleri erkek egemen burjuva partilerin cinsiyetçi, politikalarına karşı cins eşitlikçi-özgürlükçü bir hatta konumlanmalıdır. Cinsiyetçilikle birbirini bütünleyen ırkçılığa, şovenizme karşı mücadeleyi de içermeli ve yeni işgal planlarına karşı aktif mücadeleyi hedeflemelidir.

Faşist şeflik rejiminin erkek egemen saldırganlığını artırma stratejisi karşısında konumlandığını iddia eden restorasyoncu burjuva muhalefet İstanbul Sözleşmesine yeniden imza atacağını dahi söylemiyor. Erkek egemenliği, burjuvazi bakımından tercih değil, varoluşunun temelidir. En gelişkin burjuva demokrasisinde dahi kadın ikincildir ve her daim varlık mücadelesi vermek zorundadır. Kadının bu durumu birde göçmen/mülteci olduğunda iki kat daha fazla artmaktadır. Kadından yana, eşitlikçi, özgürlükçü yaşamın kapıları, antiemperyalist, antifaşist, antisömürgeci ve cins özgürlükçü demokratik yaşam mücadelesiyle aralanacaktır.