5 Şubat 2025 Çarşamba

Barış için sömürgeciliğin yenilgisini istemek

Faşist şeflik rejimi, mutlak tecridin kaldırılması gibi kimi ödünlerle ilerletmek istediği bu sürecin herhangi bir biçimde kontrolünün dışına çıkmasını istememektedir. Bu amaçla "devlet katında" ürettiği bu politikanın amaca ulaşması için devrimci, demokratik, yurtsever güçlere dönük saldırılarını tırmandıracağı, yanı sıra tüm burjuva partileri dahi gerektiğinde rejimin yasal zoruyla baskılamakta tereddüt etmeyeceği açıktır.

Faşist şeflik rejiminin sözcülerinden Bahçeli'nin Ekim 2024'ten bu yana yaptığı çağrılarla, politik gelişmelerin merkezine yeniden Kürt sorununa çözüm ve barış gündemi girdi. Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecritte gedik açıldı ve DEM Parti heyetiyle Öcalan arasında dolaysız görüşmeler başladı. Bu satırlar yazıldığı sırada heyet ikinci görüşmesini tamamladı.

Bir yanda faşist Bahçeli'nin ağzından Kürt sorunu eksenli yapılan 'radikal' çağrılar, başlayan İmralı görüşmeleri ve belirli kesimlerde oluşan çözüm süreci beklentisi...
Diğer yanda faşist şef Erdoğan'ın başta Kürt halkı ve örgütlü güçleri olmak üzere ezilenlere dönük tehdit dolu açıklamaları, faşist saldırı politikalarındaki artış ve beklentiyle yaşananlar arasındaki gerilimli hayal kırıklığı...

Son birkaç haftada yaşanan gelişmeleri ezilenler cephesinden sıralayalım. DEM Partili çok sayıda belediyeye kayyum atanması... Kayyum protestolarına katılan yurtsever ve devrimci sosyalist gençlerin tutuklanması... Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in Rojava'da SİHA saldırısıyla katledilmesi... Bu iki özgür basın şehidini anmak isteyen sol, sosyalist ve Kürt yurtsever gazeteci ve basın emekçisinin tutuklanması... Kürt basın alanında çalışan gazetecilere dönük tutuklama saldırısı... TSK destekli ÖSO çetelerinin Tişrîn Barajındaki direnişini savunan sivil halkın uçaklardan atılan bombalarla katledilmesi... ESP ve SGDF üye ve yöneticilerine dönük kapsamlı faşist gözaltı terörü... Gözaltılara dönük protesto gösterilerinin yasaklanması ve polis işkencesiyle onlarca sosyalistin gözaltına alınması...

Bunların yanına burjuva muhalefet cephesinden CHP'nin Beşiktaş Belediye Başkanının ve ırkçı-faşist Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ'ın tutuklanmasını da not düşelim.
Peki, bu tablo neyi anlatıyor? Bir yandan iç barıştan, Kürt sorunu gibi kadim bir sorunu "çözmek"ten bahseden rejim sözcüleri, diğer tarafta aynı ağızların talimatıyla gemi azıya alan faşist devlet terörü... Bu bir paradoks mu? Rejimin söylemi ile eylemi arasında bir çelişki yok mu?

Ancak olguya devrimci bakmayanlar ile niyetlerini gerçek politikanın önüne koyanlar bunun bir paradoks olabileceğini, çelişik bir durum olduğunu ileri sürebilirler.
Oysa durum son derece açık ve herhangi bir çelişki taşımıyor. Faşist şeflik rejimi, yaygın analizlerin konusu olan kimi bölgesel ve iç politik nedenlerle "Kürt sorununu çözme" adı altında Kürt halk önderi Öcalan'ı yeniden muhatap alarak yeni tasfiyeci bir dönemi başlatıyor. Öcalan'ın kendi durduğu pozisyondan süreci ele alarak demokratik bir çözüm sürecine evriltme perspektifi, kendi ifadesiyle "çatışmalı süreci hukuki ve siyasi çözüm zeminine çekme" yöneliminden hareketle diyalog kanalını kullanması, Kürt özgürlük hareketi açısından anlaşılır olduğu kadar meşrudur da. 

Konumuz, rejimin politikasının bir çözüm sürecine evrilip evrilmeyeceği, PKK'nin silah bırakıp bırakmayacağı ya da şoven zihniyetin ürünü olan "Öcalan devletle/AKP'yle anlaşacak mı?" sığlığındaki sorulara yanıt bulmak değil. Asıl mesele şu ya da bu koşullar içinde Kürt özgürlük hareketi ile devlet arasındaki bu muharebede kimin nerede durduğu, neyi savunduğudur. Soruyu daha da özelleştirerek şöyle soralım: Kürt sorununun adil, demokratik ve onurlu barış temelinde çözümünü isteyenler bu koşullarda ne yapmalı?

Tablonun bir yanında faşist şeflik rejimi durmaktadır. Faşist Bahçeli'nin sözcülüğünde başlayan "yeni süreç" gerçekte demokratik bir içeriğe sahip olmadığı gibi düpedüz karşıdevrimcidir. Rejimin amacı, tüm mevzileriyle birlikte Kürt özgürlük hareketini ve dört parça Kürdistan'daki kazanımlarını tasfiye etmek, batıda ise mezar sessizliği yaratmaktır. "Radikal" ve hatta yer yer "ezber bozan" temeldeki söylemlerin amacı, başta milyonlarca Kürt yurtseveri olmak üzere tüm ilerici-devrimci muhalefeti süreçte hareketsiz bırakmaktır. Zira bilinç bulanıklığı eylemsizliği koşullar. 

Tam da burada yanıltıcı olan, algının bozulmasına sebep olan durum özellikle 2015'ten bu yana şiddet araçlarıyla karakterize olan tasfiyeci "çöktürme planının" siyaset ve diplomasi araçlarıyla takviye edilmesidir. Yapılan şey tasfiyeci politikanın siyasal araçlarla tahkimatıdır. Rejimin karakteri sömürgeci faşizmdir ve bu Türk burjuva devleti için yapısal bir durumdur. Haliyle, Kürt sorununda çözümsüzlük politikasının sürdürülmesi, yalnızca askeri güçle değil, siyaseten de yeniden üretilmek durumundadır ve bugün de yapılan budur. Ne dedikleri değil, neyi istedikleri önemlidir ve onlar gerçek bir çözümü, demokratik bir barışı değil, Kürdistan ve Türkiye devriminin tüm öznelerinin tasfiyesini istemektedirler.

Faşist şeflik rejimi mutlak tecridin kaldırılması gibi kimi ödünlerle ilerletmek istediği bu sürecin herhangi bir biçimde kontrolü dışına çıkmasını istememektedir. Bu amaçla "devlet katında" ürettiği bu politikanın amaca ulaşması için devrimci, demokratik, yurtsever güçlere dönük saldırılarını tırmandıracağı, yanı sıra tüm burjuva partileri dahi gerektiğinde rejimin yasal zoruyla baskılamakta tereddüt etmeyeceği açıktır. En nihayetinde kitlelerin ve onların devrimci-demokratik öncülerinin rejimin amacından bağımsız olarak sürecin öznesi olması, halkın dahil olduğu bir politik sürecin gelişme ihtimali rejimin elindeki inisiyatifi alabilir, onu hiç istemediği bir süreçle karşı karşıya bırakabilir. Tasfiyeciler tasfiye olmakla karşı karşıya kalabilir.

Kritik nokta tam da burasıdır. Yani tablonun diğer yanındaki güçler ve onların bu süreçte ne yapması gerektiğidir. Kürt özgürlük hareketi, emekçi sol hareketle en genel anlamda Kürt sorununa adil, demokratik barış yoluyla çözüm isteyenler siyasal tablonun bu yanını oluşturuyor. Ne var ki, bu cephenin henüz kararlı bir bütüne ve eylemli bir düzeye ulaştığını söyleyemeyiz. Buradaki birinci temel sorun bilinçlerdeki karmaşadır. Süreç şu yalınlıkta ele alınmalıdır: Sömürgecilik Kürt halkının örgütlü gücünü ve kazanımlarını tasfiye etmek için diplomasiyi enstrüman olarak devreye koyuyor. Kürt özgürlük hareketi ise rejimi politik savaşımın bu imkanlarını da kullanarak çözüm lehinde yeni bir denklem kurmak istiyor. O halde, bu cepheye düşen görev savaşın bu anında Kürt halkının elini güçlendirmek, rejimin inisiyatifini kırmak, adil, onurlu, demokratik barış talebi etrafında politik bir hareket örgütleyerek faşist şeflik rejiminin yıkımını örgütlemektir.

Rejimin bir yanda Kürdistan'da Kürt halkının kazanımlarını gasp etmeye yönelmesi ve sivil katliamlara kadar saldırıları ilerletmesi, öte yandan adil, demokratik barış mücadelesinin batıdaki en kararlı ve tutarlı gücü olarak devrimci sosyalistlere, ESP ve SGDF'lilere kapsamlı gözaltı-tutuklama saldırılarına girişmesi bu görüş açısından ele alınmalıdır.

Faşist şeflik rejimi son derece kırılgan bir zeminde durmakta, kitle tabanı farklı türden siyasal çelişkiler ve ağır iktisadi sorunlar içinde erimekte, bölgesel düzeydeki gelişmeler onun için büyük riskler oluşturmaktadır. Rejim, bölgesel düzeyde stratejik kazanımlar için "stratejik düşmanlarını" tasfiye etmek istemektedir. En kararlı ve potansiyel güçleri açığa çıkarma yeteneğine sahip güçlere dönük saldırganlığın politik arka planında bu ajanda vardır.

Rejimin hedefleri ne olursa olsun, nesnel olgu Kürt sorununun varlığının yeniden gündemleşmesi ve çözüm tartışmalarının yapılmasıdır. Sorunun gerçek çözümü ise adil, onurlu, demokratik barış talebini milyonlarca emekçiyle buluşturmak ve barış için sömürgeci faşist rejimin yenilgisini örgütlemektir. Barış istemek, sömürgeci rejimin yenilgisini istemektir.

Devrimci sosyalistler maruz kaldıkları faşist devlet terörüne rağmen bu stratejik perspektiflerinden vazgeçmeyecek, düşmanın saldırılarını politik mücadeleyi yükselterek boşa çıkaracaklardır. Her bir komünist, örgütlü gücünün varlığını bu şekilde anlamlandırmalı, bu tarihsel kesitte rolünü daha fazla bilince çıkarmalıdır. Bize güçleri yetmeyecek, sömürgecilik yenilecek, barış, adalet, özgürlük ve sosyalizm kazanacaktır. 

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 24 Ocak tarihli 203. sayısında yayımlanan başyazısı.