4 Aralık 2024 Çarşamba

Bir Çerkes soykırımı romanı: Kara Kuzgun

Çarın gözünde Çerkesler dağlıydı. Medeniyet karşıtı sayıldıkları için teslim olup düze inmiyorlarsa "deport" edileceklerdi. Ana hikaye birçok yerde aynı. Bugünden bakınca "onlar da düze inselerdi" diyenler çıkacaktır. Vaktiyle Kürtlere de demişlerdir ama iki durumda da teslimiyet öneren yaklaşım yanlıştır.

Sami Özbil'in son romanı "Kara Kuzgun", Ceylan Yayınları tarafından yayınlandı. Roman, kısa süre içinde ikinci baskısını yaptı. 1864'te gerçekleşen ve her 21 Mayıs'ta Çerkes/Adıge topluluklarının andığı Çerkes soykırımı dönemini konu edinen "Kara Kuzgun" romanı ile ilgili olarak tutsak yazar Sami Özbil sorularımızı yanıtladı.

Özbil'in sorularımza verdiği yanıtlar şöyle:

Fonunda Çerkes direnişinin bulunduğu bir roman yazmak nereden geldi aklınıza geldi?
İlk nedeni gayet kişisel: Sütannelerimden biri Çerkes'ti. Çerkesleri mert, dürüst olarak bildik. Çocukluğumda Türk olduklarını sanıyordum. Türkiye'de birkaç milyon Çerkes yaşadığını, sürgünden sonra yerleştirildikleri Osmanlı toprağında zorlu dönemler atlattıklarını, Cumhuriyet'in oluşum ve erken döneminde çeşitli tutumlar aldıklarını, uzun sürmüş sessizliklerini, katmanlı/sınıflı yapılarını zamanla öğrendim. Osmanlı'daki toplumsal sistemi önemsiyorum, imparatorluktaki halkları, kavimleri hep merak ettim, bu arada Çerkesleri de yazmak istedim.

1864 baharında ne oldu? Romanın ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu. Yazım süreci hakkında bilgi verir misin?
21 Mayıs 1864, Rus çarlığının gerçekleştirdiği Çerkes katliamının (katliamı soykırım sayanlar olduğunu da anımsatmalıyım) sembolleşmiş tarihi. Ülkemizde her 21 Mayıs günü Karadeniz sahili boyunca ve Kandıra'da o kırım/soykırım anılır. Büyük bir trajedidir. Berbat teknelerle çıkılan sürgünde binlercesi denize atılmıştır. Bugün bir benzerini Akdeniz'e gömülen mültecilerin dramında görebiliriz. Çarın gözünde Çerkesler dağlıydı. Medeniyet karşıtı sayıldıkları için teslim olup düze inmiyorlarsa "deport" edileceklerdi. Ana hikaye birçok yerde aynı. Bugünden bakınca "onlar da düze inselerdi" diyenler çıkacaktır. Vaktiyle Kürtlere de demişlerdir ama iki durumda da teslimiyet öneren yaklaşım yanlıştır. Hiçbir halka dışarıdan yapılan müdahale meşrulaştırılamaz ki mazur gösteren yaklaşımlar Amerika kıtasından Afrika'ya hemen her yerde sömürgeciliği beslemiştir.

Şehir uygarlık, dağ vahşilik değildir. Yazık ki bu kabullerin sonucu, halkların çektiği acıyı çoğaltmak oldu. Adıge/Çerkes toplulukları anayurtlarında gayet meşru, gayet destansı bir direniş yürüttü. Kürtler gibi Çerkesler de güçlü aşiret/soylar bağları olduğu için bir yerdeki direnişin kırılması diğer bölgeleri pek etkilemedi. Mesela Hakuçlar 1864'ten sonra da dağlarda kültürlerini, yaşamlarını korumak için Çarlığa karşı kahramanca savaştılar. Diğer yandan eşitler arasında bir hukukla direniş merkezinin inşa edilememesi orada da mücadelenin aleyhine oldu. Bu gibi süreç ve olayların bilgisiyle etkileşim içinde bir hikaye kurdum. Ana olaylar gerçek. Çarlığa karşı savaşımda pek bilinmeyen Çerkes-Kürt dayanışması ve Kafkasya'da iki bin yıla yakın geçmişi olan Kürt toplulukların bulunması bu gerçekliklerden biri. Unutmayalım, Ebruz dağlarıyla İran sınırı içinde kalan Kürt dağları birbirine çok yakındır. O dağ yolları kültürel etkileşimin olanaklarını arttırmıştır. Ancak bir roman tarih kitabı değildir. Çerkes/Kafkas tarihini öğrenmek isteyenler için Kafkas/Çerkes derneklerinin tarih çalışmalarına müracaat edilmeli. Kara Kuzgun beş yılda yazıldı. Kafkasya'yı çalışmak kaçınılmaz olarak Rusya, İran, Kürt ve Türk tarihiyle ilgili yan okumaları gerektirdi. Konu karmaşıktı, Türkiye'nin hapishane şartları daha hızlı yol almaya olanak tanımadı. Nihayet bitince yeni çalışmalara başladım.

Romanın girişinde Çestav Paris'ten geliyor. O karakteri oluştururken ne vardı aklınızda?
Paris modernizmin sembol kentlerinden. İlerlemeci pozitivizmin yataklarından biri. Geçmişinden, tarihinden utanma, kulp takma ve köksüzleşme eğilimlerinin baskın olduğu bir dönemdir. Oraya okul bahanesiyle gönderilen Çetsav o bakıştan etkilenen, direnişi küçümseyen, bütün amacı ailesini kurtarıp Paris'e yerleşmek olan biri. Aslında 23 yaşına kadar dağlarda kalmış, Çarın subaylarından birini öldürmüş, Çarlık istihbaratından korunması için Paris'e gönderiliyor ama orada beş yıl içinden "aslından" kopuyor, özgürlük mücadelesini modernist fikirlerle küçümsüyor. Kopma-küçümseme ve batıya hayran olma lümpenliğine başka pek çok örnekte rastlamak mümkün. Çetsav'ın kişisel cüzi iradesi ile direnişin genel iradesi çarpışınca yenilen bireysel özentiler oluyor. Kafkasya'ya mağrur biri olarak çıkan batı hayranı Çetsav romanın ikinci yarısında İstanbul'a geldiğinde kekeme, yarı sağır ve topaldır. Karnını doyurmak için hırsızlık falan yapar. Arada kalmış ikircimli bir karakterdir aslında ve olaylar içinde bir kez daha şekillenir.

Romanın geçtiği zaman diliminde Marx ve Engels yoğun siyasal faaliyetler içinde. Onlar haberli miydi direnişten, haberliyseler direnişe nasıl yaklaştılar?
Marx ve Engels Çerkes özgürlük mücadelesinden haberdar. Marx, "onurlu dağların" özgürlük mücadelesinden bahseder. 1860'larda Marx asıl olarak Kapital çalışmasıyla biliniyor. İlginçtir, Kapital'e tutunanların bir bölümü modernizmin en fenasına kapılarak bu gibi direnişleri küçümsemeyi seçmiştir. Genel geçer teorilerin, kalıpların esiri olmayan Marx, elbette Çerkes/Adıge toplulukların özgürlük direnişini de savundu.

Son iki romanınızda gerçeküstü öğeler var. Köpeklerle konuşan kadınlar, 160 yıl yaşayan büyücüler, ruh göçü ve diğerleri. Latin Amerika romanındaki bir damarı mı takip ediyorsunuz?
Doğrusu annemin anlattığı masallardan daha "gerçeküstü" bir Latin Amerika romanına rastlamadım. Ülkemizin tarih ve kültür birikimi özellikle anneler-nineler üzerinden sonraki kuşaklara aktarıldığı için kulağımız böylesi hikayelere yatkın. Kendi adıma "kamusal-kolektif" ürün saydığım için bu gibi masal ve hikayeleri edebiyatta kullanmadım, kullanmaya hakkımız olduğunu da sanmıyorum. "Kara Kuzgun"daki gerçeküstü öğeler de maksatlı değil, hikaye öyle gerektirdiği içindi. Şu anda elimde olan roman çalışmasında hiçbir gerçek üstü olay ya da motif -en azından şimdilik- bulunmuyor.

Kimleri okudunuz, kimlerden etkilendiniz, kimleri beğeniyorsunuz, kimlerin okunmasını önerirsiniz?
Önceleri bulabildiğim ne varsa, kimin kitabını gördüysem okumaya çalıştım. Zamanla daha sistematik okumalara geçtim. Tarih, edebiyat, hermenetik, kültür tarihi etrafındaki tartışmalar hep ilgimi çekti. Edebiyat dışı alanda Doğan Özlem'in mutlaka okunmasını öneririm; anlatımı duru, aktardığı düşünceler tartışılmaya değer. Yine felsefe alanına Ahmet Arslan'ın kitaplarını öneririm. Walter Benjamin iyi bir seçim. Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir'i bir arada okumak, ortaya koydukları düşüncelerle tartışmak bana kalırsa verimli. Edebiyat sahasında okuma zevkimi oluşturanla Bilge Karası, Tomris Uyar, Firuzan, Leyla Erbil, Saramago gibi isimler. Hapiste olduğum için kim ne yazıyor eş zamanlı takip etme, haberdar olma imkanım yok. Ayfer Tunç'un "Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi", "Yeşil Peri Gecesi" ve "Osman"ını okudum, beğendim. Birer kitaplarını okuduğum Melisa Kesmez, Aylin Bilboa, Eyüp Taşgir gibi kimi isimlerin yazdıklarını beğendim. Murat Gülsoy'ın "Büyübozumu"nu, Joseph Cambel'in "Kahramanın Sonsuz Yolculuğu"nu ve Lajos Egri'nin "Piyes Yazma Sanatı"nı ise edebiyatla ilgilenen herkese önerebilirim.

Şimdi ne çalışıyorsunuz?
Adı şimdilik "Yaz Cinayetleri" olan 2023 Türkiye'sinde geçen, bir ucu 1990'lardaki özel savaş dönemine dokunan polisiye temaları olan bir hesaplaşma romanı var. Yanı sıra henüz isim kazanmamış bir şiir kitabı. Nasip!

Okurlarla iletişiminiz var mı?
Hapishane şartlarından dolayı gayet kısıtlı bir iletişim. İyi tarafı yazan insanı bir parça özgürleştirmesi. Okur-piyasa kaygısı olmadan yazmak nimet. Siyasette alabildiğine kalabalık ilişki dinamiği, edebiyatta ise tenhalık iyidir.

Hapishanede yazmanın zorlukları ve hapishane koşulları hakkında ne söylemek istersiniz?
Hapiste yazmak, en azından benim için bir mekan olarak hapiste yazmak anlamına geliyor. Onun dışında bir politik tutuklu olarak hapiste kalmanın manası ve kısıtları üzerine, şartlar iki binli yılların başına doğru iradi biçimde daralırken, yeniden söz almaya gerek var mı bilmem; her şey gayet açık.

Tarihsel romanlarında anlaşılması eski zor kelimeler için kitaba sözlük eklemeyi düşünür müsünüz?
Hayır! Edebiyat okurluğu birikim ve metne ilgi ister. Romanlara açıklamalar veya sözcükler eklemek savunduğum edebiyat anlayışına uzak. Kaldı ki metni dikkatle okuyanlar, yabancı sayılan kelimelerin yaklaşık anlamlarını paragraftan çıkarabilir. Sözlüğe ulaşım da gayet kolay. Aklımda son bir tarihi roman var. Anadolu'da bir Türk Alevi obasının hikayesi. Gerekirse bugünkü Türkçeyle yazarım ama orada da sözlük olamayacak.