4 Aralık 2024 Çarşamba

Bora Poyraz yazdı: 'Çağ dışı' olmak nasıl bir şeydir?

Dil ile bilinç ilişkisi malum. Bilincin el aracılığıyla dile gelmesi bunun biraz daha maharet isteyen biçimi. Ancak sadece bu kadar değil. Dilin katmaları var. Hayatın da.

Ayrı yazıldığında 'zaman' bildiriyor ve eleştiri nesnesinin geride kaldığını belirtiyor. Birleşik yazıldığında ve bilhassa politik tartışmalarda dile getirildiğinde kuvvetli bir yargı içeriyor. İçinde küçümseme, hakir görme de var. Aynı zamanda konum bildiriyor. Misal, Kemalistlerimiz pek sever 'çağdışı' demeyi ve bu yolla çoğu zaman 'İslam'ı kast ederler.

'Çağdışı' eleştirisini yapan, haliyle eleştirdiğinin aksine 'çağdaş'tır, diğer ifadeyle 'uygar.' İki kelime de 1930'larda imal edilmiştir ve ofansif mizaha dahi muhatap edilemeyecek kadar kötü ünlü 'dil teorisi' dönemine aittir. Uygar, her nedense 'Uygurlardan' üretilmiştir. Neden öyle olmuştur? Arada semantik bağ yoktur; imalata anlam/mana uydurulmuştur.

Kimdir çağdaş? En genel anlamda 'modernite' ile iltisaklı birey ve anlayışlar mı? O halde Marksizm çağdaştır. Faşizm? O da öyledir.

Diğer taraftan Hallac-ı Mansur, İbn-i Rüşd, İbn-i Haldun, Şeyh Bedreddin çağ dışı isimler oluyor. Demek biz, bu ifadeyi kullanırken 'zamana' odaklanmıyoruz.

Dil ile bilinç ilişkisi malum. Bilincin el aracılığıyla dile gelmesi bunun biraz daha maharet isteyen biçimi. Ancak sadece bu kadar değil. Dilin katmaları var. Hayatın da.

Bazen dert anlatmak için tırnaklayarak bu kelimeleri kullanırız. Tıpkı "Galat-ı Meşhur" ifadeler kullandığımız gibi. Burada amaç derdimizi en kısa-doğrudan anlatmaktır.

Üstelik tartışmayı-konuşmayı hangi düzlemde sürdürdüğümüze bağlı olarak ifadelerimizi seçeriz. Söz gelimi 'adalet' ve 'eşitlik'. Engels, iki kelime ve kavramın teorik eleştirisini yapmış, yerden yere vurmuştur. Nihayet son analizde mutlak adalet ve eşitlik yoktur. Hatta 'mutlak'sız ama teorik-felsefi düzlemde ne adaletten söz edebiliriz ne eşitlikten.

Fakat bugün merkezi kavramlardandır adalet ve eşitlik. Çünkü felsefi-teorik zemin değişir ve pratik politik düzlem başlarsa "bağlam" değişir ve bu iki kelime devrimin dahi anahtarına dönüşebilir. Benzer bir tartışmayı, kılıksız bir kelime olan "muhalefet" üzerinden de sürdürebiliriz. Bütün mesele hangi bağlam-konteks üzerinden o dili kurduğunuzdur.

İlerici-gerici, çağdaş-çağdışı gibi ifadeler bize Kemalist dünya görüşü olan ve 'aydınlanmacı despotizm' biçiminde ifade edilebilecek siyasal yönelimin üretildiği okullar, eğitim sistemi üzerinden devredildi.

Türkiye sosyalist hareketi TKP'den bu yana, Kemalizm'le iltisaklı olduğu, hatta Kemalizm'e karşıt pozisyon aldığında dahi onun düşünsel kodlarını aşamadığı için onun merkezi-kanon oluşturan ifadeleriyle iş görmekten kurtulamadı.

Dar, sekter, dogmatik, kendini "anti"ciliğe kilitlemiş, ne söyleyeceğe ve eyleyeceği kestirilebilir sinik-küskün bir kendini var edişi buna yeğlemiyoruz, hayır. Yanlışlardan yanlış beğenmek zorunda değiliz. Sadece şu; devrim ve sosyalizm mücadelesinin doldurulmayı, onarılmayı ve sıfırdan inşa edilmeyi bekleyen çok sayıda başlığı var ve elimizi nereye atsak üzerine çalışılacak yeni bir konuya çarpıyor. Bunların her biri pratik politik mücadelenin tamamlayıcısıdır, basit genellemelerle temel-tali, öncelik-sonralık sıralamalarına sıkıştırılarak tembelliğin teorisine dönüştürülemez.

Başa dönelim. 'Çağdışı' ifadesi genellikle Kemalistlerle İslami kesimler arasındaki tartışmalarda duyulur. Üstelik öyle bir çınlar ki, mütedeyyin Müslüman bir birey bu ifadeyi işittiği anda inancının ve haliyle kendisinin aşağılandığını hisseder. "Terörist" yaftası bir devrimci için ne denli rencide ediciyse, 'çağdışı' ifadesi de dindarı öyle rahatsız eder.

Dahası var. Bunu duyan kişi, söyleyeni kendi zihinsel kodlarıyla CHP'ye, burjuva sol'a kilitler. Tıpkı başörtüsüne "türban" denilmesinin yaratabileceği rahatsızlık gibi. Hemen hiçbir başörtülü kendisini 'türbanlı' diye ifade etmezken, onun kendisini ifade biçimine olan saygısızlık bir yana hükümran, norm koyucu, üstelik aydınlanmacı despotluğun dili ile aynı frekansta yayılan dili üretmiş olur.

Üstelik "muhalefet" ifadesi bu düzlemde değilse de diğerinde iş gören içeriğinden bağımsız olarak "değer" içeren yargılar yaralayıcıdır.

Elbette halisane duygularla ve dert anlatmak için "çanına ot tıkamak" gibi kalıp ifadeler kullanıldığında da aynı sorunla yüz yüze geliriz. O kalıpta Hristiyan yurttaşlara Osmanlı'dan Cumhuriyete pek çok zaman yapılan zulüm ayaklanır çünkü.

Dildeki milliyetçi-cinsiyetçi-türcü ifadelerden kurtuluyoruz. Kürt mücadelesi dolayımıyla milliyetçilik ve kadın özgürlük mücadelesi dolayımıyla cinsiyetçi dile (ve dolayısıyla kültürel) karşı bir dikkat gelişiyor. Bazen tırnak içinde kullanarak bazen elverişli başka kelimelere müracaat ederek gelişen dikkat, düşünceyi de rafine ediyor.

İnsan dışı canlıları yok sayan ve insanı merkeze alarak düşünmeyi-konuşmayı ifade eden "türcülük" hâlâ bir sorun alanı olarak önümüzde. Dinle, dindarlarla iletişim-ilişki-anlama çabasında 'Aydınlanmacı despotizmin' dil dünyasının dışına çıkmak da bir o kadar gerekli.

Bizim "et" dediğimizin, insan dışı bir canlının "cesedi" olduğunu, hiç değilse birilerinin öyle gördüğünü düşündüğümüzde kendimizi toparlar, dikkat geliştirir, bir de oradan bakmayı düşünürüz. Bizim "türban", "çağdışı" gibi ifadelerimizin de bir başkasının 'onuru' olan yaşam biçimine kast eden ifade olabileceğini sırf bu nedenle dahi iletişim kanallarının daha baştan kesilebileceğini düşünmek böyle bir dikkate vesile olacaktır.