4 Aralık 2024 Çarşamba

Bütün kitapları okumak arzusu ile yanmak!

Başka hayatlara ve insanlara dokunmak, keşif duygumuzu canlı tutmakla kalmaz, büyük insanlık ailesinin bir parçası olduğumuzu da hatırlatır. Farklı ve ayrıksı olanla bizimle paralel akan hayatları da görürüz. İlla ki, edebiyatın zihin ve ufuk açan haritası önümüze serildikçe dünyayı mahallemiz gibi hissetmeye başlarız.
"Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var/Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi" mısralarını bilmeyenimiz yoktur. Yabancılaşmaya itirazın, yüzeysellikten kaçış ihtiyacının, insani ve sosyal olana sarılmanın en yalın anlatımlarından birisidir Ataol Behramoğlu'nun şiirindeki bu dizeler. Ne zaman sıkılsam ya da duygularımı yenileme gereksinimi duysam ezberimdeki mısraları tekrarlarım içimden: "Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar/Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın."
 
Başka hayatlara ve insanlara dokunmak, keşif duygumuzu canlı tutmakla kalmaz, büyük insanlık ailesinin bir parçası olduğumuzu da hatırlatır. Farklı ve ayrıksı olanla bizimle paralel akan hayatları da görürüz. İlla ki, edebiyatın zihin ve ufuk açan haritası önümüze serildikçe dünyayı mahallemiz gibi hissetmeye başlarız.
 
Yasmina Khadra romanları ne tam olarak içinde ne de dışında olabildiğimiz bir coğrafyanın hikayelerine ortak ediyor bizi. Bağdat'ın, Tel Aviv'in ve Kabil'in sokak larında gezdiriyor. Öyle bir yolculuğa başlamadan önce Yasmina Khadra'nın hikayesi ne kısaca göz atmak, edebiyatının kaynaklarını görmek bakımından çarpıcı olacaktır.
 
Muhammed Moulessehoul 1951'de Kenadsa'da doğdu. Cezayir kurtuluş savaşında Ulusal Kurtuluş Cephesi subayı olan babası tarafından 1964'te askeri okula gönderildi. O da, bir nevi babasının vasiyeti gereği, uzun yıllar Cezayir ordusunda subay olarak görev yaptı. Asker olsa da edebiyata ilgilidir. 1973'te ilk hikaye kitabı "Houria"yı tamamladı. Ancak kitabı yayınlayabilmesi için 11 yıl beklemesi gerekti. Kendi adıyla altı kitap yazdı. Ordu yazılarını sansürleme yetkisi de olan bir kurula gönderme zorunluluğu getirdi. Bunun üzerine yazmayı bıraktı. 2000 yılında 36 yıllık askeri yaşamına son verdi. Orduyu binbaşı rütbesi ile terk etti ve çocukluğundan beri ilgili olduğu edebiyata kendisini adadı. Bir süre Cezayir'de sosyolojik çalışmalar yaptıktan sonra Fransa'ya yerleşti.
 
Kuzey Afrika edebiyatının en önemli kalemlerinde biri olan Muhammed Moulessehoul askeri kariyeri ve köktendinciliğe karşı keskin muhalefetinden dolayı eserlerinde gerçek adını kullanmadı. "Yeşil Yasemin" anlamına gelen Yasmina Khadra mahlası ile yazdı. Gerçek ismini ancak Fransa'da açıklayabildi. Kâbil'in Kırlangıçları, Afrika Denklemi, Bağdat'ın Sirenleri, Saldırı, Ölümün Payı, Kelimelerin İkiyüzlülüğü, Yazar, Kurdun Düşlediği, Tanrı'nın Kuzuları, Morituri ve Günün Geceye Borcu isimli eserleri kırkı aşkın dile çevrildi. Ancak çoğu kitabı Arap coğrafyasında geçmesine rağmen eserleri Arapçaya çevrilmedi.
 
Birçok kitabı Türkçeye de çevrilen Khadra Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Asya hattında sömürge ülkelerin atmosferine odaklanıyor. Psikolojik ve kültürel çatışmaları, dizginsiz öfkelerin yıkıcı dışavurumunu ve çaresizlik ile özgürlük arayışı arasında ki gerilimi çözümlemeye çalışıyor. Nietzsche ve Nazım ile birlikte en çok etkilendiği yazarlardan olan Albert Camus'un sözlerini örnek alıyor belki de; "Yazarlık sanatı korunması güç olan şu iki ödeve bağlı kalacaktır; bile bile yalan söylememek ve insanın insanı ezmesine karşı koymak."
 
"Saldırı" romanında Tel Aviv'in en işlek caddesinde bir restoranda kendini patlatan canlı bomba eylemcisi ile ölü ve yaralıların taşındığı hastanenin doktoru arasındaki aşk üzerinden İsrail-Filistin sorunu tüm çelişkilerini tartışmamız mümkün. Aralarında 15 yıllık bir evlilik olmasına rağmen farklı ulusal bilinçler iki farklı hayat pratiği açığa çıkartır. Doktor Emin Caferi İsrail toplumuna entegre olmayı tercih ederken, Sihem "normal" bir yaşam görüntüsü altında ulusal öfkesini biriktirmiştir. Ardında bıraktığı dört satırlık mektupta biz de buna tanık oluruz: "Mutluluk paylaşılmadıkça neye yarar Emin aşkım? Senin sevinçlerinin olmadığı yerde benim sevinçlerim sönüyordu. Sen çocuklarımız olsun istiyordun, bense onları hak etmek. Vatanı olmayan hiçbir çocuk güvende değildir. Bana darılma." Emin, eşinin beyninin yıkandığını düşünerek posta kutusuna gelen iletişim mektuplarının peşine düşse de, Sihem'in yurtsever bilincinin evrimi ve kendi içinde bastırdığı yurtsever duygular ile karşılaşır.
 
"Bağdatın Sirenleri" romanı ise Irak'ın bir çöl köyü olan Kafr Karam'da geçiyor. ABD'nin Irak işgali dönemleridir. Akıl hastası olan Süleyman'ın bir kazada parmakları kopmuş, hastaneye yetiştirilmek istenirken bir kontrol noktasında ABD askerleri tarafından katledilir. Süleyman'ın ölümü herkes gibi Kadem'i de derinden etkiler. Cenaze dönüşü eline lavtasını alır ve doğaçlama bir beste yapar: "Bağdat'ın Sirenleri." Diğer gün yakınlarında bir yere füze düşer. Yardıma koşarlar düğün yerin de çoğu çocuk 17 kişinin cesediyle karşılaşırlar. Haberlerden aşina olduğumuz benzer sayısız savaş gerçeği gözlerimizin önüne serilir. Herkes ama özellikle gençler intikam duygusu ile dolar. Tarihin en büyük saldırısının planı yapılır. Ama hayat çelişkilerle doludur. Bir yandan intikam duygusu diğer yandan sivillerin zarar görecek olması Beyrut'tan Londra'ya doğru uçmak üzere olan "kahraman"ın da beynini kemirmektedir.
 
"Kabil'in Kırlangıçları" romanı da işgalciler tarafından savaş alanına çevrilen Afgan toprakları için sıradan, "olağan dünya" için sıra dışı karakterleri taşır. Kabil'de gardiyan olan Atik Şevket'in iç çelişkilerini, vicdani redci olan Muhsin'in recme katılmasının iç sorgulamalarını, Züneyra'nın çadora sığmayan özgürlük arayışını, evli olan Muhsin ve Züneyra'nın Taliban rejimi altında yaşamalarını ve cinsiyet çelişkisini deneyimleme biçimlerini, Züneyra'nın özsavunma tutsağı olarak hapishaneye götürülmesini, Atik Şevket ve eşi Müserret ile Züneyra'nın kesişen hayatlarını görüyoruz.
 
Yasmina Khadra'nın toplumsal gerçekçi bir edebiyat yaptığına kuşku yok. Oryantalizme ve sömürge halkların sosyolojisine dair edebi çözümlemeleri çarpıcı olduğu kadar tartışılmayı da hak ediyor. Frantz Fanon'un "Sömürge halkının öğrendiği ilk şey, kendi yerini bilmesi ve sınırlarını aşmamasıdır" sözünü de hatırladığımızda *Yasmina Khadra'nın romanlarında sömürgeciliğe karşı boyun eğiş ve çaresizliği de; yine Fanon'un "Şiddet arındırıcı bir güçtür" sözündeki gibi isyan arayışını da görmek mümkün.
 
"Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanma…"mız dileğiyle… İyi okumalar…
 
* Muhammed Moulessehoul'un kadın mahlası ile yazmasının ne kadar meşru olduğu, Fransa'ya yerleştikten ve Cezayir sansüründen kurtulduktan sonra da bu adı kullanmayı tercih etmesi ayrı bir yazının ve incelemenin konusudur.