4 Aralık 2024 Çarşamba

Cemil Aksu yazdı | Çernobil

Fotoğraf sanatçısı Emin Altan'ın yayına hazırladığı, editörlüğünü Cemil Aksu'nun yaptığı Ceylan Yayınları Polen Ekoloji Kitaplığı'ndan çıkan Çernobil kitabı, yaşananları hem fotoğraflar hem de yazılarla ele alıyor, sorguluyor, nükleer felaketin güncelliği konusunda bizi uyarıyor, göreve çağırıyor.

Ünlü fizikçi Albert Einstein'ın, "3. Dünya savaşında hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya savaşında taş ve sopalar olacağını biliyorum" dediği rivayet edilir. Bir büyük bilim insanına bu sözleri söyleten gerçekliğin, dünyayı birkaç kez yok edecek güçte silahların -"atom bombası"- üretilmeye başlanması olduğunu tahmin edebiliriz.

Yeryüzünün tarihinde son iki yüzyıl, insan türünün faaliyetlerinden kaynaklanan sayısız felakete sahne oldu. Sömürgeleştirme kırımları, iki "dünya savaşı" ve soykırımlar, "atom bombası"nın icadı ve Hiroşima, Nagazaki'de "denenmesi", sonrasında "nükleer güc"ün "barış için" kullanılmasına karar verilerek "nükleer enerji santralleri"nin açılması, ozon tabakasının delinmesi, okyanuslarda 7. kıta olarak adlandırılacak büyüklükte bir Çöp Kıtası'nın oluşumu, ormansızlaşma, yeni kimyasalların her yere sirayet etmesi ve nihayetinde, artık kesin gözüyle bakılan, iklim krizinde kritik eşik olan küresel iklim değişikliğinin 1,5 derecelik ısınmanın gerçekleşmesi…

Her gün milyonlarca insana ve başka canlı türlerine kıyameti yaşatan bütün bu felaketler silsilesinde bir halka olan Çernobil nükleer felaketi, nükleer gücün "barış" için kullanılmasının bile mümkün olmadığını gösterdi. Radyasyon bulutları, en başta kapladığı Belarus, Polonya ve Almanya'dan sonra birkaç gün içinde Kuzey Yarımküre'yi etkisi altına alarak Avusturya, İsviçre, İtalya, Fransa, Belçika, Büyük Britanya, Yunanistan, İsrail, Kuveyt ve Türkiye'ye hatta ABD, Çin, Hindistan, Japonya ve Kanada'ya bile ulaşmıştı.

Emperyalist (ve) kapitalist ülkelerde Çernobil, komünizm karşıtı propagandanın başat konularından biri olarak işlenmesine karşın, yeni nükleer santrallerin açılması, daha güçlü nükleer bombaların yapılması hız kesmeden sürdürüldü. Bu süreçte birçok yeni nükleer felaket gerçekleşti. En sonuncusu da Fukişima'da oldu.

Olay anında ölenlerin sayısından çok felaket sonucu yayılan radyasyonun uzun vadede kanser vakalarında yarattığı artış, bu santrallerin atıklarının hiçbir şekilde güvenlikli olarak bertaraf edilememesi, hem inşalarının hem de sökümlerinin olağanüstü maliyetleri gibi birçok olumsuzluğun ortaya çıkmış olmasına rağmen "nükleer balayı" devam ediyor. 2. Dünya Savaşı sonrası "barışçıl amaçlar" için kullanılacağı vaadiyle başlanan nükleer güç santralleri şimdi de iklim krizine çözüm olarak inşa edilmeye devam ediliyor.

Çernobil Felaketi karşısında Türkiye'deki hükümet sözcüleri "birazcık radyasyonlu çay iyidir" diyerek televizyonlarda halkın karşısına çıkıp çay içerken, yolsuzluklarla, ekolojik suçlarla damgalı AKP iktidarı, "Evdeki mutfak tüpü de riskli" diyerek Akkuyu ve diğer nükleer güç santrali projelerini savunmaya devam ediyor, kamuoyu muhalefetine rağmen bu santrallerin inşasını bitirmeye çalışıyor.

Editörlüğünü Cemil Aksu'nun yaptığı Ceylan Yayınları Polen Ekoloji Kitaplığı “Çernobil” kitabı bütün bu olan biteni hem fotoğraflar hem de yazılar ile ele alıyor, sorguluyor, nükleer felaketin güncelliği konusunda bizi uyarıyor, göreve çağırıyor.

Fotoğrafçı Emin Altan'ın defalarca ziyaret ettiği Çernobil'de çektiği fotoğraflarda, felaketin büyüklüğünden çok, kırık camlar gibi öylece duran, insanların hayalleri, idealleri elimize, yüreğimize ve aklımıza batıyor. Artık bir "turistik bölge" olarak metalaştırılan Pripyat kentinde "zaman sanki donmuştu. Vahşi doğa insanlara ödünç verdiğini yavaş yavaş geri alıyor, orman kenti sarmalıyordu. Binaların içinde ağaçlar boy atıyordu. Üzerindeki meyvelerin ağırlığıyla yerlere sarkmış dallar esen rüzgarla salınıyor, yılkı atları davetsiz misafirlerini uzaktan izliyordu..."

SAVAŞ BAŞKA ARAÇLARLA SÜRÜYOR
Aslında hiçbir söze gerek bırakmayan bu fotoğraflara eklenen Günther Anders, Slovaj Zizek, Michael Löwy ve Martin Cohen, Emin Altan, Öner Kurt ve Gülçin Yapıcı, Mehmet Özdağ, Eda Sezgin, Foti Benlisoy, Pınar Demircan, Osman Özarslan, Özgür Gürbüz ve Cemil Aksu'nun yazıları felaketin sadece Çernobil'den ibaret olmadığını, sürekli felaketler yaratarak ilerleyen bir sistemin değişik boyutlarına işaret ediyor.

1967'de ABD'nin Vietnam'da işlediği suçlarla ilgili kurulan Russell Mahkemesi'nde görev alan Günther Anders, yaşadıkları karşısında duyduğu derin hayal kırıklığı ile "son insanların ilk kuşağı" olduğuna inanıyordu. Anders, Çernobil Üzerine 10 Tez'de "barışçıl nükleer santraller askeri tehdidin başka araçların müdahalesi yoluyla devam ettirilmesinden başka bir şey değildir yada daha basit bir ifadeyle: Bugünün barışı, savaşın başka araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir" diyor ve şu çağrıyı yapıyor: "Nihayetinde gerçekleştirmemiz gereken devrim, nükleer gelişmeyi geçmişte bırakmaktan ibarettir."

Zamanımızın en etkili filozoflarından biri olan Slovaj Zizek, Freud'un ünlü “Kültür ve Hoşnutsuzlukları” metnine gönderme yapan “Doğa ve Hoşnutsuzlukları” başlıklı yazısında bilim ve teknolojinin yarattığı "ikinci doğa" konusunda bizi uyarıyor: "Bilimsel-teknolojik çabayı ayakta tutan rüya, geri dönüşü olmayan bir süreci, kendi kendine katlanarak, yeniden üreterek kendi başına devam edecek bir süreci tetiklemektir" ve "süreç, artık sadece ekonomik ve siyasi gelişmenin toplumsal süreci değil, öngörülemeyen nükleer felaketten küresel ısınmaya ve biyogenetik manipülasyonların öngörülemeyen sonuçlarına kadar doğal süreçlerin yeni biçimlerini yaratır."

YA ÖLÜ YILDIZLARA HAYAT GÖTÜRECEĞİZ YADA DÜNYAMIZA ÖLÜM İNECEK
Nükleer felaketler ve bilhassa Fukuşima Nükleer Felaketi üzerine akademik araştırmalar yapan ve Yeşil Gazete sitesinin editörlerinden Pınar Demircan, "Apokaliptik Tarihin Yeniden Üretimi: Nükleer Felaketler"de her birimiz için nükleer santrallerin anlamının "Hibakuşa" olmak ya da olmamak olduğunu savunuyor. "Metabolizması bozulan yaşamın devam edebilmesi ve sanayileşmeye dayanma gücünü kaybeden ekosistem için iklim krizine karşı doğal çözümlere ihtiyaç var" diyen Demircan, Nazım Hikmet'in "Ya ölü yıldızlara hayat götüreceğiz yada dünyamıza ölüm inecek" dizeleriyle çağrısını yapıyor.

Türkiye'de nükleer santral projelerine karşı mücadelenin çatı örgütü olan Nükleer Karşıtı Platformun Dönem Sekreteri ve Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Özdağ, "Türkiye'nin Nükleer Enerji Hikayesinde Bilinmesi Gerekenler" başlıklı yazıda, Akkuyu nükleer güç santralinin proje aşamasından bugüne kadar yapılan "enerji ihtiyacımız var", "yerli ve milli enerjimizi geliştirelim" propagandaları ile nükleer santraller için toplumsal "rıza üretimi"ne karşı gerçekleri işe koşuyor. "Şimdi bize düşen propagandayı sorgulamaktır" diyor.

Akkuyu Nükleer Güç Santrali için Türk Tabipleri Birliği adına "Sağlık Etki Değerlendirme" raporunu hazırlayan ekipten olan halk sağlığı uzmanı A. Öner Kurt ve Gülçin Yapıcı, "Nükleer Santrallerin Halk Sağlığına Etkileri" başlıklı yazılarında, nükleer santrallerin halk ve çevre sağlığı üzerinde etkilerini inceliyorlar. Kurt ve Yapıcı, 12-15 Nisan 1996'da Viyana'da Çernobil Nükleer Santrali kazasının çevre, sağlık ve insan hakları açısından sonuçlarını değerlendirmek için toplanmış bir örgüt olan Daimi Halk Mahkemesi'nin "nükleer sanayinin sivil ve askeri amaçlarla yasaklanması" ve "Uluslararası Çevre Mahkemesi kurulması" kararlarını hatırlatıyor.

"Nükleer, Ekomodernizm ve Kapitalist İmhacılık" çalışmasında araştırmacı yazar Foti Benlisoy, biliminsanlarınca kritik eşik olarak belirlenen küresel iklim değişikliğinin 1,5 dereceyi geçişine ramak kaldığı şu zamanda iklim krizine çözüm olarak nükleer güç santralleri gibi yeni teknomühendislik projelerini savunan ekomodernist paradigmayı sorguluyor. Benlisoy, "teknolojinin fetişleştirilmesi, adeta seküler bir dine dönüşmesi sonucunda insan toplumunun doğal sınırları teknolojik inovasyonlarla aşabileceğine ilişkin iyimserliği" paylaşan ekomodernizmin "iklim krizinin müsebbibi olan toplumsal üretim ve mülkiyet ilişkilerini bütünüyle göz ardı et[tiğini]" ortaya koyuyor.

Biyokapitalizm üzerine çalışmalar yapan sosyolog Osman Özarslan, Çernobil Felaketi ve Biyo-Vatandaşlığın Doğuşu çalışmasında Çernobil'deki nükleer patlamanın Fransız Devrimi ile birlikte başlayan ve sosyal devlet uygulamaları tarafından berkitilmiş anayasal "eşit" vatandaşlık mahfuzunun da "patlamış" olduğunu savunuyor. Felaket sonrasında oluşturulan tasnif ve kategorilerin bir insan hakkı olarak sağlık hakkını aşındırdığını savunan Özarslan, bunun sonraki yıllardaki neoliberal sağlık ve iş güvenliği politikaları için bir model oluşturduğunu ileri sürüyor.

Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği üyesi Eda Sezgin, "Nükleerin Yorgun İmgesi 'Yasak Bölge' Ve Ötesi" çalışmasında, nükleerin sadece enerji alanına indirgenemeyeceğini savunuyor. Kitle kültürünün sabit, durağan temsillerinin ötesinde radyasyon gibi "yüzeyde ama görünmez" olarak felaketin yaşanmaya devam ettiğine işaret eden Sezgin'e göre; nükleer "tereddütsüz ve kaçınılmaz biçimde estetik-politik bir sorundur."

AŞIRI BÜYÜME, ÜRETİM VE ENERJİ, AŞIRI YIKIMA DÖNÜŞÜYOR
Marksist politik ekoloji çalışmaları yapan Polen Ekoloji Kolektifi'nin kurucularından Cemil Aksu, "Ne İçin, Kim İçin Enerji" çalışmasında "eğer iktisat 'bilim'inin bize öğrettiği gibi, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli sayısız ıvır zıvırları üretmek için daha çok enerji harcandığı halde dünya üzerinde hala ihtiyaçlarını karşılayamayan milyarlarca insan varsa, bu durumda üretim için harcanan bunca bedelin ne anlamı var" diye soruyor. Ve ekliyor: "Aşırı büyüme için, aşırı üretim için aşırı enerji biçimindeki döngü, aşırı yıkıma dönüşüyor."

Uzun yıllardır enerji, iklim, çevre ve iletişim alanlarında yazan Özgür Gürbüz, "İklim Krizinde Nükleer Fırsatçılık" çalışmasında, nükleer enerjiyi savunanların, bizi, bir enerji kaynağının doğa dostu olup olmadığını sadece emisyon değerlerine bakarak belirleneceğine ikna etmeye çalıştığına dikkat çekiyor. Gürbüz, alternatifleri olmasına rağmen, "iklim krizinin çözümünde ciddi bir rol üstlenmesi mümkün olmayan nükleer enerji ayrıca maliyet, kaza, terör saldırıları ve savaşlarda hedef olma riski gibi birçok nedenden dolayı gözden düşmüş eski bir teknoloji olmasına rağmen bugün ona kendini yeniden pazarlama şansı verilmiş durumda" olduğuna derin bir iç çekiyor.

Felsefe, bilim felsefesi ve siyaset felsefesi alanlarında çalışmalar yapan ve birçok çalışması Türkçeye de çevrilen "Kıyamet Makinesi -Dünyanın En Pahalı Yakıtı Nükleer Enerjinin Ağır Bedeli" kitabının eş-yazarı Martin Cohen, nükleer enerjinin "insanların enerji üretimi için geliştirdiği yöntemler arasında bir gün gezegendeki tüm insan yaşamını yok etmek gibi çok gerçek bir riski beraberinde getiren yegane yöntem" olduğunu vurguluyor.

İlk "Ekososyalist Manifesto"nun yazarlarından düşünür Michael Löwy, "İlerlemenin Ötesinde" çalışmasında bugün karşı karşıya olduğumuz gerçekliği şöyle tarifliyor: "Ekonomik genişleme, teknik modernleşme, üretim merkeziyetçiliği (productivism) ve tüketim kültürü biçimindeki kapitalist "ilerleme", insanlığı bu gezegendeki insan yaşamının geleceğini tehdit eden, yıkıcı bir iklim değişikliğine doğru sürüklüyor." Löwy, "Gezegenin ekolojik dengesinin ve dolayısıyla biz de dahil olmak üzere tüm canlı türlerine elverişli bir çevrenin korunması, kapitalist sistemin genişleyen ve yıkıcı mantığıyla" bağdaşmayacağını anlatıyor, üretim biçiminin kendisine meydan okumamız gerektiğini savunuyor.

*Ceylan Yayınları Polen Ekoloji Kitaplığı'ndan çıkan ve tasarımını Esen Karol'un yaptığı "Çernobil" kitabının İngilizce versiyonu da Manifold Yayınları tarafından yayımlandı.