10 Kasım 2024 Pazar

ÇEVİRİ | Batı Afrika, sistematik olarak Fransa'nın arka bahçesi olmaya indirgendi

Devrimci hareketlerin başarısızlığı ve Mali'de demokrasi ve dayanışma umudu hakkında Komünist Parti temsilcisi Oumar Mariko ile bir söyleşi.

Oumar Mariko (1959'da Bafoulabé'de doğdu) Malili doktor ve siyasetçi, Afrika Demokrasi ve Bağımsızlık Birliği (SADI) partisinin kurucularından ve mevcut genel sekreteri. Oumar Mariko başkanlık için üç kez aday oldu (2002, 2007 ve 2013). Aralık 2021'de geçici başbakan Choguel Maïga'ya karşı "hakaret" iddiasıyla tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra Mariko daha fazla baskıya maruz kaldı ve yeraltına geçti.

Siz SADI adını alan Komünist Parti'nin kurucularındansınız. 80'lerde Mali'de politikleştiğiniz sürece dair anılarınızı paylaşır mısınız? Moussa Traoré rejiminin çöküşüne nasıl dahil oldunuz?
80'lerin ortalarında her yerde değişim yaşanıyordu. Ancak umut doğmadan önce öldü: SSCB'nin parti nomenklaturası tarafından başlatılan perestroika, onun bürokrasisinin sorgulanması değil, marksizmden ayrılma anlamına geliyordu. Gerçekten de, SSCB'nin çöküşü ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde kapitalizmin restorasyonu, Afrika için zor zamanların habercisiydi, çünkü SSCB'nin varlığı sömürgeciliğin restorasyonunu engelliyordu.

Okula gittiğim dönemde profesyonel bir diktatör rejimi olarak gördüğümüz Moussa Traoré (1968'den 1991'e kadar Mali başkanı) hükümeti ile mücadele ediyorduk. Dört yoldaş olarak yeraltında bir komünist parti kurduk. Bolşevikleri örnek aldık, gerçek argümanlar ve tartışmalar arayışındaydık. Halkı yan yana getirmek için muhalefette yer alarak nihayetinde sosyalist değişim için kampanya yürüten ve hükümetin neoliberal hattını eleştiren Kayira radyo kanalını kurduk. Yayın istasyonu, 1996'da "Solidarité Pour La Démocratie et L'Dépence" partisinin kuruluşuna yol açan mücadelemizin bir devamı oldu.

Yeni parti kuruluş sırasında döneme dair analizleriniz ne yönde değişti?
İlerici bir yol izliyorduk ancak sosyalizm henüz gündemde değildi. Her şeyden önce, emperyalizm yanlısı yeni sömürgeci modelden farklı bir demokrasi modeli için Afrika dayanışmasının temelini oluşturmalıyız. Mevcut bağımsızlığımızın biçimsel olduğunu düşünüyoruz. Ne yazık ki, bugün ülkemde bu tür tartışmalar yürütmek zor.

Tarihsel gelişime bakarsanız, devrimcilerimizin ilk kuşağında belirgin bir bağımsızlık bilinci vardı, ekonomik anlamda sömürgecilikten kurtulma ihtiyacını anladılar. Bunun üzerinde duranlar öncelikle Başkan Modibo Keïta (1960-1966), Cezayir Başkanı Ahmed Ben Bella (1962-1965) ve Kwame Nkrumah (1957-1966 Gana'nın ilk Başkanı) idi. Emperyalizm ile gerçek bir kopuş yaratmaya çalıştılar. 1996'da Ben Bella ile tanıştım ve onunla biraz zaman geçirdim. Bana Keïta, Julius Nyerere (1964-1985 Tanzanya Başkanı), Gamal Abdel Nassır (1954-1970 Mısır Başkanı) ve kendisinin Afrika kıtası için ortak bir havayolu ve deniz taşımacılığı şirketi planladığını söyledi. Ancak ekonomik bağımsızlık eksikti. O zamanlarda Moussa Traoré zaten Modibo Keïta'ya karşı bir devlet darbesi hazırlıyordu. Batı Afrika ülkeleri arasında dayanışma fikri Traoré ile düşüşe geçti. Artık komşularla sürekli bir çatışma arzusu vardı, bu da Fransız emperyalistlerinin tüm bölgeyi küçük ve ayrık tutmasını kolaylaştırdı.

Mali ordusu karşıdevrimci bir rol oynadı mı?
Mali ordusu çok kötü tasarlanmıştı. Keïta'nın danışmanları arasında bu konuda ciddi bir tartışma olduğunu biliyorum. Bazıları siyasetten uzak ve bir kast gibi hareket eden profesyonel bir orduyu savunurken, diğerleri ordu ve halkın bu şekilde ayrılmasına karşıydı. Çünkü bir ordu paralı askerler çetesi olarak eğitilemez, nüfusun geri kalanıyla bağlantılı ve açık denetime tabi olmalıdır. Fransa en başından beri Malililere kendi profesyonel ordu vizyonunu dayatmıştı.

Keïta'nın mantığına göre, Fransız askeri varlığına karşı isyan eden ve bağımsızlık isteyen herkes iyiydi. Ancak, bunu dışarıya çok göstermeseler de birlikte çalışmayı reddeden bir astsubaylar kastı vardı. Mali ordusunun, Fransa'nın bıraktığı sömürge ordusu yapısını korumasını sağlamak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Fransızlar ne yaptıklarını biliyorlardı. Bu, Fransızların ellerinden neredeyse kayıp gitmiş olan Afrika'da yeniden güç kazanma, Afrika ülkelerinin ekonomik ve siyasi bağımsızlık yolunu tıkama ve Doğu bloğundan yayılan proleter enternasyonalizmini zayıflatma yönündeki büyük stratejisinin bir parçasıydı.

Sosyalist devletlerle ilişkiler nasıl gelişti?
Yeni müttefiklerimiz eski sömürgeci efendilerimizin başına bela oldu. Mali'nin bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri Doğu Almanya'ydı ve Çekoslovakya, Mali parasını basan ilk ülke oldu. Ancak Sovyetler Birliği, Çin ve Vietnam da fabrikalar kurmamıza yardım etti, bize tavsiyelerde bulundu ve kalifiye işçiler gönderdi. Keïta, gerilla savaşında deneyimli bir askeri stratejist olan Ho Chi Minh'i görmek için Vietnam'a gitti. Ho Chi Minh de ona ordusunu nasıl kurduğunu sormuştu ve Keïta'nın sözlerine cevaben, "Sayın Başkan, ordunuz bu kuruluş biçimiyle devrim yapmayacak, devrimi sizinle birlikte yapmayacak" dedi. Bu doğru çıktı: Mali ordusu, ülkedeki üretim tarzına meydan okur okumaz Keïta'nın devrilmesi için hazırlıklara başladı. İki mücbir sebepten dolayı başkan artık yalnız kaldı: Fransızların eski sömürgeleri yeniden ele geçirmesi ve 1960'ların ortalarından itibaren Sovyetler Birliği'ni artık tamamen etkisi altına alan revizyonizm. Kısa bir süre sonra da devrildi.

Arkasında gelen Traoré'nin misyonu, 1960'ların tüm ekonomik kazanımlarını baltaladığı ve ilerlemesini engellediği için bu anlamda karşıdevrimciydi. Sonuç olarak, çok çeşitli sektörlerde büyüme güçlükleri, yapısal zorluklar ve dengesizlikler ortaya çıktı. Traoré döneminde Keïta'nın reformları sorgulanmaya başlandı. Ortak okul sistemi, kamulaştırmalar, tarım politikası... Bu nedenle 1970'lerin ortalarından itibaren gerginlikler ortaya çıktı. Öğrenci hareketi güç kazandı. Traoré, 1979 yılında öğrenciler ve öğretmenler tarafından desteklenen sendikal harekete karşı zafer kazandığında (Birlik Partisi ve zorunlu kitle örgütlerinin kurulmasıyla,), Mali toplumu üzerinde mutlak bir güce sahip oldu. Ancak bu bir Pirus zaferinden başka bir şey değildi, çünkü sadece birkaç yıl sonra durdurulamayan yeni bir direniş hareketi oluştu. 1990'larda toplumsal hareketler zirveye ulaştığında ise Fransa'nın her yerde parmağı olduğu ve durumdan faydalandığı anlaşıldı.

Peki Traoré'nin düşüşü Paris'in işine yaradı mı?
Tüm dünyanın Mali'deki gelişimi övdüğü dönemde aslında bu, Fransız finans dünyasının başarılı bir reklam kampanyasından başka bir şey değildi. İktidarı ele geçirmek üzere olan Benin Komünist Partisi, Mali'deki direniş hareketiyle eş zamanlı olarak tasfiye edildi. Traoré rejimini ortadan kaldırmak için başarıyla yürüttüğümüz siyasi mücadelemiz Fransa tarafından alaya alındı. Ve gelişmeler tam tersi yönde oldu: Mali, özerkliğinin kalıntılarını da kaybetti. Mücadelemiz Paris'in buradaki etkisini güçlendirmesine yol açtı. Fransa ordumuzu ve siyasetçilerimizi kontrol altına aldı. Bu özerklik kaybının bir sonucu olarak, Traoré döneminde az çok geliştirilmiş olan eğitim ve sağlık sistemleri çöktü. Ordu tekrar iktidara geldi ve Alpha Konaré (1992-2002) başkanlığında açıkça neoliberal ve yeni sömürgeci çıkarları dayatarak Traoré rejiminin "sıradan insanlar" söylemini ortadan kaldırdı. Fransa ve Dünya Bankası, ulusal ekonomiyi sekteye uğratan ve idari sistemin çökmesine yol açan bu yeni güç dengesini destekledi: Piyasayı düzenleyen yasaların yokluğunda, vahşi ve acımasız bir sermaye birikimi gerçekleşti.

Yani Mali'nin kuzeyindeki çatışmanın kökleri 1990'lardaki ekonominin kötü yönetimine mi dayanıyor?
Mali'nin en zayıf halkası coğrafi, siyasi ve etnik olarak her zaman kuzey olmuştur. Coğrafi olarak kopuk ve tarihsel olarak az gelişmiş olan kuzey halkına neredeyse silahlanmaktan başka çare bırakılmamıştı. Askeri müdahalenin çok zayıf, siyasi müdahalenin ise sıfır olduğu 1990'larda eski çatışma yeniden alevlendi. Ancak bu etnik bir çatışma olarak değil, halk ve devlet arasındaki bir çatışma olarak başladı. Yine aynı dönemde, örneğin Suriye'deki "İslam Devleti" gibi, başka yerlerde de benzer gelişmeler yaşandı. Mali bir bakıma Afrika'daki bu gelişmelerin laboratuvarı haline geldi, ki bu da bizim talihsizliğimiz.

Peki mevcut çatışma Arap Baharı'nın bir sonucu mu?
Her şeyden önce Mali halkı tarafından Libya'daki savaşa karşı gösteriler düzenlendi. Aynı durum Irak için de geçerliydi: Malililer uluslararası hukukun uygulanmasını savunuyordu. Bununla birlikte, ekonomik adem-i merkeziyetçilik ve devletin etkisinin ortadan kaldırılmasından kaynaklanan iç çelişkilerin bir sonucu olarak ülkenin kuzeyinde ayrılıkçılık gelişmişti. Dahası, yönetimin çöküşüne ek olarak laikliğin belirli bir biçiminin de çöküşünü akılda tutmak gerekir. Öncesinde, kendisi de inançlı bir kişi olan ancak din özgürlüğünü, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını savunan Keïta sayesinde Mali bundan fayda sağlamıştı. Bu da arkaik kimliklerin ve cemaatçiliğin tekrar yerleşmesine yol açtı. Bu vizyon, sınıf dayanışmasının yerine geçti. İşte bu nedenle Aralık 2019'da yeni bir demokratik halk hareketi başlattık. Toplumumuzu evrensel cumhuriyet ilkeleri temelinde birleştirebilecek yeni bir demokrasi tarzını savunuyoruz. 1967'de ayrıldığımız Keïta'nın yolunda ilerlemeye devam etmeliyiz.

Keïta, Batı Afrika'nın "Balkanlaşmasını" büyük bir tehlike olarak mı görüyordu? Oradaki devletleri, bu kaynak zengini bölgenin refahını garanti edebilecek -Çin gibi- bir konfederasyon kurmaktan alıkoyan neydi?
Keïta bir vizyonerdi, ancak onun ya da Nkrumah'ın Gana'daki girişimleri siyasi bağlam ve dönemin siyasi gelişmeleri tarafından engellendi. Birleşik sosyalist bir Afrika istedikleri doğrudur. Tüm ilerici Pan-Afrikan ve sömürge karşıtı güçlerin birleşmesini istediler. Ülkelerde cumhuriyetçi bir modelin ve birleşik anayasal bir devletin kurulması, çetin bir mücadelenin sonucuydu. Çin'in bakış açısına gelince, biz o kadar şanslı değiliz. Çin'in politikalarını kopyalayamayacağımıza inanıyorum, çünkü tarihsel gelişim farklılıkları, yaygın yolsuzluk ve halk arasında genel bir kafa karışıklığı söz konusu.

Bugün tüm siyasi partilere karşı bir güvensizlik söz konusu. Ve Afrika'da, güvencesiz toplumsal koşullar, kölelik ve Çin'in asla bu şekilde deneyimlemek zorunda kalmadığı olguların bir sonucu olarak her zaman nüfusun apolitik katmanları sorununu yaşadık. Elbette Çin de o dönemde aşağılandı ve kısmen sömürgeleştirildi, ancak Batı Afrika sistematik olarak Fransa'nın arka bahçesi haline getirilmişti.

Bugün Mali'deki sınıf mücadelesinin gelişimiyle ilgili beklentiler nelerdir?
Daha önceki tüm devrimci çabalar burada başarısız oldu çünkü uzun vadede toplumun ezilen kesimlerinin umutlarını taşıyabilecek bir güç yoktu. Afrika'daki sosyo-politik güçler Dünya Bankası'nın politikaları, borç ve mali talepleri altında ezildi. Kapitalizm o kadar zekidir ki, halk katmanlarının kendiliğinden dayanışmasına hem saldırır hem de bunların altını oyar ve nifak tohumları ekmek için dini ve etnik unsurları birbirine düşürür. Ancak tüm bunlar, emek hareketinin bu gelişmeye modern yanıtlar bulması gereken diyalektiğin bir parçası.

Bugünkü durumumuza uygun yeni ittifaklar kurmamız gerekiyor. Aynı zamanda, Marx'ın hümanist felsefesine ve diyalektik yöntemine sadık kalmalı ve şeylerin gelişimini kendi çelişkileri içinde analiz etmeliyiz. Biz "dindar komünistler" değiliz. Birçok Malili umutlarını orduya bağlamış durumda ancak bu dar görüşlü bir yaklaşım. Ben buna karşıyım ve kendimce geçerli sebeplerim var. Aynı şey "cihatçılar" için de geçerli: Bunlar müzakere yapmamız gereken insanlar, onları ikna etmeye çalışmalıyız. Dini liderleri değil, fakat cihatçılar tarafından devşirilen köylüleri. Cihatçılık toplumsal durumun bir sonucudur.

Bu depolitizasyon koşulları altında bir parti kurmak çok karmaşık bir iş. Ancak bugün partimizin önerilerinin bazı askerlerimiz tarafından olduğu kadar, diğer kesimler tarafından da fiilen desteklendiğinin farkında olmak gerekir. Partimizin 1991 yılında Traoré'nin askeri rejiminin devrilmesiyle ortaya çıktığını ve şahsen orduyu halka katılmaya çağırdığını, ancak orduyu iktidarı ele almamaya çağırdığını unutmamak gerekir. Buna rağmen ordu, halkın taleplerine olumlu bir yanıt vermek yerine Mali'de iktidarı ele geçirdi. Bu da kapana kısıldığımız anlamına geliyor çünkü subaylar ordunun başındaki askeri aristokrasiyi oluşturuyor.

Mali'nin bir bakıma Fransa ile "evli" olduğu doğrudur. Malililer bugün boşanmak istiyorlar ama benim için bu bir evlilik değil, ülkemin boyunduruk altına alınması ve egemenliğimizin inkarıdır. Dolayısıyla, eğer bu bir kopuşsa, bu kopuş burjuvazimiz ya da ordumuz tarafından gerçekleştirilemez, ancak nedenler ve sonuçlar arasındaki bağlantıları anlayan marksistler tarafından gerçekleştirilebilir. Bugün din görüntüsü altında gizlenen bir sınıf çatışması var. Bu nedenle, ülkemizin kuzeyinin ayrılmasını istemeyen Cezayir'i de dikkate alarak Mali'nin kuzeyindeki durumun analiz edilmesi çağrısında bulunuyorum. Mali çökerse, sırada Cezayir var...

Bunu önlemek için ne olması gerekiyor?
Tüm ilerici güçlerden oluşan geniş bir hareket inşa etmek bizim elimizde. Bu, özellikle de hiçbir geniş desteğimiz olmadığı için son derece zor bir görev. Mali ordusu toplumsal güçlerin değil, rejimin hizmetindedir. Çıkış yollarından biri, birbirimizi desteklemek için Afrika temelli bir enternasyonalizmi yeniden başlatmak olabilir, ancak tek tek ülkelerdeki sol güçler kendi ulusal sorunlarıyla meşgul ve dayanışma eksikliği var. Fransız komünistlerle ilişkiler de bugün oldukça zayıf. Bu dayanışmadan yoksunuz. Mali ile ilgilenecek bir barış hareketi ileriye doğru atılmış büyük bir adım olacaktır.

Buradaki insanların Gorbaçov ve sonraki Rus politikaları nedeniyle, Putin'in bunun tam tersi olduğunu düşündüklerinden dolayı Putin'e karşı bir sevgi besledikleri doğru. Rusya, Hitler faşizminin ezilmesinde ve dekolonizasyonda oynadığı rol nedeniyle büyük saygı görmektedir. Ancak Mali hükümetinin bugünkü Rusya ile işbirliğinin çok hesaplı anlaşmalara dayanan geçici bir pazarlıktan başka bir şey olmadığına inanıyorum.

Peki komünistleri, demokratları ve ilericileri içeren bir barış hareketini nasıl inşa edebiliriz? Eğer cevabımız olsaydı, 2012'den beri parti olarak iktidarda olurduk. Mali'deki toplumsal güçleri birleştirebilmeliyiz. Birkaç yıl önce Yalta'ya barış üzerine bir konuşma yapmak üzere gittiğimde, Rusya tarafından anlaşılmadığımı hissettim. Dahası, Fransız aşırı sağının temsilcileri bile oradaydı. İlerici Afrika zor durumda bırakıldı.

*Andrei Doultsev'in Komünist Parti temsilcisi Oumar Mariko ile yaptığı ve Junge Welt sitesinde yayınlanan röportaj İvana Benario tarafından ETHA için Türkçe çevrilmiştir. Röportajın aslına buradan ulaşabilirsiniz