4 Aralık 2024 Çarşamba

Deniz Boran yazdı | AB: Stratejik pusula arayışında güncel çatışmalar

Macron'un zorlamasıyla TC'ye yönelik ekonomik yaptırımlar 10 Aralık'ta AB Zirvesinde masaya yatırılacak. Merkel'in 19 Kasım'daki açıklamalarından hemen sonra faşist şef Erdoğan durumun ciddiyetini anlamış olmalı ki, "Kendimizi Avrupa'nın parçası olarak görüyoruz" açıklamalarıyla yanıt verdi. Ne var ki bunu söylerken AB'yi tehdit etmeyi de unutmadı: "Umarız AB yüzümüzü başka yerlere çevirmemizi zorlayacak şeyler yapmaz."

Avrupa Birliği (AB) uzun zamandır bunalımda. Ortak iç ve dış politika belirlemede Almanya ve Fransa arasında giderek derinleşen fikir ayrılıkları, Büyük Krallığın AB'den çıkışı (Brexit), Güney ülkelerinin eşit dağılım talebi, salgın ile ortaya çıkan eşitsizlikler gibi bir dizi güncel gerilim konuları söz konusu siyasal bunalımı derinleştiriyor.

AB'nin siyasal krizinin güncel boyutları farklı yönleriyle tartışılabilir. Biz, 19 Kasım'da video konferans aracılığıyla düzenlenen Liderler Zirvesinden yola çıkarak AB'deki güncel çatışmaların anlık bir tablosunu çıkaracağız.

VİDEO KONFERANSINDA GÖRÜŞÜLMESİ ZOR KARMAŞIK BİR DİZİ KONU
Toplantı gündemleri Merkel'in liderliğinde hızla tüketiliyordu. Pandemide mücadelenin ortaklaştırılması gündeminde, test sonuçlarının karşılıklı tanınması, kısıtlamaların adım adım düzenlenmesi ve aşının dağıtımında genel anlayışlar hızla oluşturuldu. Zirve, bütün AB vatandaşlarına aşının ulaşması gerektiği yönünde karar aldı.

Avusturya ve Fransa'daki politik İslamcı faşist saldırıları kınayan devlet liderleri, "Terörizme" karşı mücadelenin somutlaşmasını ise aralıktaki AB zirvesine bıraktı.[1]

Konferansa, beklendiği gibi damgasını vuran asıl mesele AB'nin uzun vadeli 2021 ve ona bağlı Covid-19 özel yardım bütçeleri gündemi oldu. Zira 2021 bütçesinin görüşmesi başka bir düzenlemeye bağlıydı. "Hukuk Devleti Mekanizması" başlıklı bir uygulama tasarısı üzerine Brüksel'de bir süredir pazarlıklar sürüyor. Bu tasarı, "AB'nin oluşturucu değerlerinden biri olan Hukuk Devletinin korunması" amacıyla, hukuk devleti kurallarını uygulamayan AB bileşeni ülkelerin mali yardımlarını tam veya kısmi olarak kesmeyi içeriyor. Macaristan'ın despotik Orban iktidarı ve gerici PiS'in Polonya'sı sunulan bütçeyi veto ederek AB'nin önünü tıkıyor. Böylece faşistleşme yolunda emin adımlarla ilerlerken kendilerine engel teşkil edecek yasa tasarısının pazarlığında ellerini güçlendiriyor.

AB diplomatları, Zirve Başkanı Merkel'i "böylesi karmaşık bir konuyu görüşmek" için video konferansı formatının doğru olmadığı yönünde uyarmışlardı. Ancak ortam çok gerilmedi. 20 dakikanın altında bir sürede görüşülen söz konusu gündemde zirvenin dönemsel lideri Merkel ve Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel'den sonra karşıt liderler, Macaristan'ın Orban'ı, Polonya'nın Morawiecki'yi ve Slovenya'nın sağcı Başbakanı Janez Janša söz aldı. Janša, mekanizmanın AB sözleşmeleriyle çeliştiğini ve Haziran'da gerçekleşen zirvede görüşülmediğini öne sürerek tasarının geri çekilmesi gerektiğini savundu.

Tabi ki sorun çözülmedi. Ama zaman daralıyor. Ocak'ta önceki dönem bütçenin zamanı doluyor. Macaristan, Polonya ve engeli destekleyen Slovenya ikna olmazlar ise Ocak'tan sonra olağan bütçe yerine "Acil Bütçe" devreye girecek. Söz konusu bütçe ise acil durumlar, aylıklar ve idari ödemeler, dış ve güvenlik politikaları gibi bir dizi sınırlı alan için kullanılabilecek. Yasa, "Hukuk Devleti Mekanizması" yasa tasarısı geçerse şayet, "Acil Bütçe" için de geçerli olur. Bu, AB bütçesinden en fazla yararlanan Polonya için hiç de avantajlı bir durum olmaz. Ne var ki Merkel, ortamı yatıştırmayı, en az zararla çıkmayı esas alacaktır.

Polonya ve Macaristan'a karşı "AB'nin temel değerlerini çiğneme"den açılan davalar devam ediyor. İki ülke birbirine koruduğu için dava sonuca bağlanamıyor. Pazarlık masasında bu davanın düşürülmesi pekala gündeme gelebilir. Ayrıca "Covid-19 Bütçesi" AB'den bağımsız olarak ülkeler arası bir anlaşma olarak tasarlanarak engel aşılabilir. Ne var ki bu yapısal sorunu çözmeyecek, dahası yığınlarca yeni yasa ve özel hukuk yaratacaktır. Başta Almanya gelmek üzere kimse bunu tercih etmeyecektir.

AB'de kapitalizmin varoluş krizinde eğilim olarak ortaya çıkan faşistleşme/otoriterleşme eşitsiz gelişiyor. Bu eşitsiz gelişim, politik krizin bir yansıması olduğu gibi, politik krizi derinleştiren bir faktör de aynı zamanda. Zira, AB salt bir mali entegrasyon değil. Ona aynı zamanda politik bir üstyapı, AB'nin karmaşık politik düzeni de eşlik ediyor. Politik kriz, AB'de en belirgin biçimde bileşen devletlerin doğrudan veya Avrupa Birliği mekanizmaları aracılığıyla ortak politika geliştirememelerinde açığa çıkıyor. Tek tek ülkelerdeki burjuva demokrasinin düzeyini dengelemenin -daha çok sembolik- bir aracı olacak "Hukuk Devleti Mekanizması", AB'nin ortak paydalarda ortaklaşma planının sadece bir parçası. AB'nin mali oligarşisi, özellikle de Alman burjuvazisi, mali-ekonomik sömürge statülerine siyasal olarak karşı çıkan Polonya'nın PiS'inin direncini kırmayı ve Orban'ı yalnızlaştırmayı esas alacak.

Büyük Krallık ile AB'nin üzerine anlaştıkları mutabakat ile Brexit resmi olarak da gerçekleşmiş oldu. Geçiş dönemi dahil bir dizi başlık altında BK'nın AB'den çıkışı düzenlendi.

İÇ GERİLİM KONUSU: FAŞİST ŞEF ERDOĞAN İLE İLİŞKİLER
TC'nin AB ile ilişkileri hiçbir zaman bir dış mesele değildi zaten. Fakat AKP'li Tayyip Erdoğan şefliğindeki faşist rejim ile ilişkiler hiçbir zaman bu kadar gerilimli iç trafiklere yol açmamıştı.

Önce Kuzey-Doğu Suriye'ye işgal saldırısı, TC'nin yabancı gazeteci ve aktivistlere uyguladığı rehine politikası, 15 Temmuz sonrası çıkan demokrasi tartışmaları, Libya'daki iç savaşa müdahalesi, mültecileri bir şantaj unsuru olarak kullanıp sınırları açması, Akdeniz'deki gerilimi tırmandırması ve Kıbrıs sorununu yeniden alevlendirmesi, Kafkasya'daki savaş kışkırtıcılığı ve en son Avrupa'daki politik İslamcı faşist saldırılar sonrası "sahiplenici" tutumu, öncelikli olarak Fransa ve Avusturya ile, ama genel olarak AB ile gerilimleri yeni bir boyuta taşıdı.

Bir mali-ekonomik sömürge olan TC'nin etkin sömürücülerinden Alman mali oligarşisi ve onun Merkel liderliğindeki CDU-SPD Büyük Koalisyonu her daim faşist şef Erdoğan'ın koruma kalkanı olma sorumluluğunu üstlenmiş, sıkça uyarmış, ama mesele yaptırıma gelince, ortalığı yatıştırmıştı. Ne var ki en son Kıbrıs ve Yunanistan ile yaşanan gerilimler ve Fransa ile Viyana'daki saldırılardan sonraki saflaşma, AB'yi "ciddi ekonomik yaptırımların" tartışılmasına götürmüştür.[2]

Macron'un zorlamasıyla TC'ye yönelik ekonomik yaptırımlar 10 Aralık'ta AB Zirvesinde masaya yatırılacak. Merkel'in 19 Kasım'daki açıklamalarından hemen sonra faşist şef Erdoğan durumun ciddiyetini anlamış olmalı ki, "Kendimizi Avrupa'nın parçası olarak görüyoruz" açıklamalarıyla yanıt verdi.[3] Ne var ki bunu söylerken AB'yi tehdit etmeyi de unutmadı: "Umarız AB yüzümüzü başka yerlere çevirmemizi zorlayacak şeyler yapmaz."

Akdeniz'deki doğalgaz krizi kapsamında AB'nin Dışişleri Bakanları yaptırımları masaya yatırmış, Merkel ise Erdoğan'ı da o masaya oturtarak ortamı yatıştırmıştı.

2020 Ocak ayında gerçekleşen Berlin Konferansı'nda mutabakat altına alınan Libya iç savaşına askeri olarak müdahale etme, özellikle de silah ihracatı yasağı[4] TC tarafından sistematik biçimde ihlal ediliyor, fakat Almanya bu duruma göz yumuyordu. Erdoğan'ın AB'yle flörtleştiği o konuşmasından sonra, 22 Kasım'da Türk taşıma gemisi "Rosaline A" Bengasi'nin 200 km kuzeyinde Alman Fırkatası "Hamburg" tarafından durdurulmuştu. Askeri malzeme taşıdığı şüphesiyle durdurulan gemi Türkiye'nin sert tepkisi sonucu Alman askerler tarafından terk edilmişti.[5]

Merkel, yaptırımlarla ilgili yaptığı konuşmada, "Tabi ki geçen süreçte gelişmeleri takip edip bir sonuca varacağız" derken örtülü olarak Türkiye'ye olumlu bir adım atmasını önerdi. Almanya mali oligarşisinin önde gelen isimleri Türkiye ile iplerin koparılmamasına özen gösterilmesi gerektiğini vurgulasalar da, Fransa ve Avusturya'nın baskısıyla 10 Aralık'ta yaptırımlar gelebilir.

AB'in stratejik yönelimi kapsamında TC ile ilişkilerin tanımlanması ve ortak bir politikanın belirlenmesi de Almanya için öncelikli bir sorun.

STRATEJİK PUSULA
Almanya'nın AB Zirvesi dönemsel liderliğinin öncelikli programı "Stratejik Pusula"dır. "Stratejik Pusula"nın oluşturulmasıyla bileşen ülkelerin çelişkili dış ve askeri politik çıkarların ortaklaşması amaçlanıyor. "Stratejik Pusula"nın belirlenmesinin koşulu olan "Tehlike Analizi", bileşen ülkelerin istihbarat örgütlerinin ortak çalışmasıyla hazırlandı. Bundan sonraki adım ortak yönün belirlenmesi.[6]

Alman mali oligarşisinin öncülüğünde AB emperyalizminin yükselen ve ABD'nin gerileyen hegemonyası, AB'nin dünya siyasetindeki rolü Almanya ve Fransa arasındaki en belirgin fikir ayrılığına yol açıyor. Fransa "Stratejik Pusula"nın net bir şekilde "stratejik özerkliğe" yönelmesi gerektiğini vurgularken, yani AB'nin askeri bakımdan ve ekonominin temel alanlarında ABD'den "ayrılmasını" önerirken, Almanya, ABD ile stratejik ortaklığın bir dönem daha devam etmesi gerektiğini savunuyor. Almanya'nın Savunma Bakanı Annegret Kamp-Karrenbauer ABD seçimlerinden hemen önce verdiği bir demeçte Fransa'ya gönderme yaparak, "Stratejik politik özerklik illüzyonları derhal sonlandırılmalı" dedi.

AB, mali-ekonomik bakımdan güçlenirken ona tekabül eden bir siyasal-askeri inşa yaratamadı. AB ordusu, ortak istihbaratın oluşturulması gibi askeri kararlar alınsa da, bunların dünya ölçeğinde bir hegemonya çatışmasında "yetmeyeceğini" ve "kendi kendine yeterliliğe" kavuşturulmasının zaman alacağını biliyor Almanya. NATO askeri gücünün yüzde 75'i ABD'li olduğu göz önünde bulundurulursa, AB bir dönem daha ABD'nin "nükleer şemsiyesi" altında kalması gerektiği sonucuna varmak mümkün. Macron ise "stratejik özerlik" yolunda atılacak hızlı adımların ABD'den bağımsızlaşırken AB'ye daha fazla olanak yaratacağını savunuyor. Macron'un deyimiyle, "ABD, AB'yi sadece hür bir askeri varlıkla ciddiye alacaktır."

ABD'den bağımsızlaşmanın hızı konusundaki fikir ayrılıkları dışında Almanya, "Stratejik Pusula"nın oluşturulması ile AB'de yeni düzeyde ve daha organik bir "Birliğin" oluşmasını, Brexit ve bir dizi iç gerilim sonrası politik krizin bu yolla aşılmasını amaçlamaktadır.

"Gizli" damgası ile saklı tutulan "Tehlike Analizi", hiç kuşku yok ki başta Rusya ve Çin gibi karşıt rekabet güçleri kadar halk ayaklanmaları ve devrimci çarpışmaları da, dünyadaki devrimci odakları da kapsıyordur. AB'nin bileşen ülkelerinin çıkarlarını Almanya ve zayıf da olsa Fransa'nın çıkarları ile ortaklaştıracak bir "Stratejik Pusula" ancak AB sermayesinin yönünü belirleyebilir. Ki yönü belirlemek iç çelişkilerin had safhaya ulaştığı, dünyada çok kutuplu dengesizliğin belirginleştiği bir tarihsel kriz döneminde o kadar da kolay olmadığı bütün taraflarca biliniyor ve deneyimleniyor.

Aralık Zirvesi, hem iç çelişkilerin, hem de Erdoğan şefliğindeki faşist rejim ile ilişkilerin tartışılacağı ve bir "çözüme" bağlanılmaya çalışılacağı bir moment olacak.

21. yüzyılın bir ayaklanmalar çağı olarak gelişmesi ve işçi sınıfı ve ezilenlerin öncülerini şekillendirmesi işçi sınıfı ve ezilenlerin stratejik pusulasının yönünü bir eğilim olarak belirledi: Avrupa Birliği ve emperyalist küreselleşmeden kopuş. Öncülerin elindeki pusula, geniş işçi ve ezilen yığınların coşkulu enerjisiyle birleştiğinde AB'nin "Stratejik Pusulası" bozulur, geriye stratejik kırılma kalır.

[1] Zirve'nin Basın Deklarasyonu: https://www.consilium.europa.eu/en/meetings/european-council/2020/11/19/#
[2] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-55011631
[3] Erdoğan: "Kendimizi Avrupa'da Görüyoruz": http://etha15.com/haberdetay/erdogan-kendimizi-avrupada-goruyoruz-131809
[4] Berlin Konferansı ve Sonuçları ile igili bkz.: http://etha15.com/haberdetay/berlinden-kalici-cozum-cikmaz-109484
[5] https://greekcitytimes.com/2020/11/24/germany-turkish-ship-weapons-libya/
[6] AB'nin Stratejik Pusula projesinin tanıtımı: https://www.eu2020.de/eu2020-en/news/article/eu-defense-strategic-compass-foreign-policy/2377030