Ebru Yiğit yazdı | Bir garip olaylar: Ordu, EŞİK, KÖM
Eroğlu, yaşanan bir kadın katliamına karşı ses çıkardığı ya da kadın hareketinin şu veya bu gündemine destek verdiği için ihraç edilmek istenmiyor. Üstelik kendisinin kadın cinsine dair söylediği tek bir söz bile yokken sadece "ordudaki Atatürkçü kadın" imajı yaratılarak buradan bir mağduriyet, kadın olmaktan kaynaklı ezilme, sahiplenme görevi çıkarmak doğru değildir. Bu, toplumda siyasi bilinç bulanıklığı yaratmaktan başka bir amaca hizmet etmez.
Kara Harp Okulu mezuniyet töreninin resmi bölümünde teğmen Ebru Eroğlu ve İzzet Talip Akarsu öncülüğünde yaklaşık 400 teğmenin kılıçlarını çekerek, "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganı eşliğinde subaylık yeminini okuması, Eroğlu ve Akarsu hakkında ordudan ihraç talebi ile soruşturma başlatılmasıyla yeniden gündem oldu. AKP iktidarıyla birlikte ordudaki güç dengesi değişti. Başta Gülen cemaati olmak üzere dini tarikat ve cemaatler orduda ağırlık kazandı.
Ergenekon, Balyoz davaları ve 15 Temmuz darbe girişimi ile orduda yaşanan ihraçlar ve elbetteki Erdoğan'ın intikamcı politikaları, Kürt özgürlük mücadelesinin tasfiyesi için yapılan dönemsel ittifaklar; orduda yeni ittifak bileşenlerini, güç gösterilerini, sembolik gün ve tarihler üzerinden mesaj gönderme ve alma gibi birçok gelişmeyi ortaya çıkardı.
İşte tam da böyle bir dönemde 2024 YAŞ kararları orduda siyasallaşma, liyakatsızlık ve Atatürkçü subayların tasfiye edilmesi gibi başlıklar etrafında epeyce tartışıldı. Daha bu tartışmalar soğumadan teğmen Ebru Eroğlu elinde kılıçla Erdoğan'ın katıldığı törende resmi geçidin dışına çıkarak siyasal islama karşı ordu içindeki saflarını belli eden bir çıkış yaptı. 2016 yılında resmi tören prosedüründen çıkarılan kılıçlı subaylık yemini seremonisi neden 8 yıl sonra yapıldı sorusu akla geliyor. Eroğlu'nun kişisel inisiyatif ile 400'e yakın arkadaşını örgütleyerek tören anında kendiliğinden böyle bir eylemi gerçekleştirmediği kesin, hatta herkesin ortaklaştığı bir noktadır.
Ebru Eroğlu'nun etrafına topladığı 400'e yakın subayla kılıçlarını çekerek ettiği yemin üzerinden siyasal islamcı faşist şefe bir mesaj verilmek istendi, o da mesajı aldı. Bu mesajın verildiği zaman ve biçim kadar, kim aracılığıyla verildiği de bir o kadar önemli. Kadın hareketinin toplumsal saflaşmayı derinleştirdiği, kadın dayanışmasının yükseldiği böylesi bir siyasi zeminde siyasal islama "buradayız" mesajı bir kadın subay üzerinden iletildi. Elbette o yeminin yankılarının olacağı biliniyordu. İşte tam da o yankıların arasında siyasi hesaplaşmada bazı çevreleri yedekleme ve toplumu ordudaki bu güç savaşına dahil etme planının bir parçası olarak Eroğlu'nun kadın kimliği okulu birincilikle bitiren başarılı kadın imajı ile bütünleştirildi. Nitekim ordudan ihraç istemi ile Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk edildiği bu günlerde o imaj epey kafa karıştırdı.
Eşitlik için Kadın Platformu (EŞİK), "Biat etmeyen, itaat etmeyen, kamusal alanda yükselen kadınlara alışacaksınız" diyen bir paylaşımıyla Ebru Eroğlu'nu, "itaat etmeyen" kadın ilan etti. EŞİK, "Kadınların aile içindeki özel alandan kamusal alana çıkmasını sağlayan, eşit vatandaşlığın güvencesi olan cumhuriyet rejimi ve laiklik ilkesi kadınlar için hayati öneme sahiptir" sözleriyle, kemalistler ve siyasal islamcı rejim arasında çekilen kılıçları, kadın özgürlük hareketinin bir parçası gibi göstererek kemalizm safında yer aldı.
25 Kasım öncesi kadına yönelik şiddet, kadının ikincil konumu, kadın bedeninin ve cinselliğinin sömürüsüne karşı yoğunlaştırılmış siyasi çalışmalar yapılırken, Eroğlu'nun ordudan ihraç istemini "başarılı bir kadına" tahammülsüzlüğe yormak, AKP'nin siyasal islamcı kadın düşmanı karakterini de kadınların yaşadığı sorunları da anlamamaktır. Eroğlu, kadın olduğu için değil, ordudaki klikleşmede bir taraf olduğu için ihraç edilmek isteniyor. Elbette EŞİK bu duruma da söz söylemek ve kendi tarafını belirtmek isteyebilir ama bunu kadınların mücadele ile yarattığı değerler ve kazanımlar üzerinden yapmamalıdır. Zira her iki tarafın da, kadınların yaşadığı sömürü, şiddet, ezilmişlik, aile değil kadın olma isteğine karşıt politika üretmekte nüanslar var. Eroğlu, yaşanan bir kadın katliamına karşı ses çıkardığı ya da kadın hareketinin şu veya bu gündemine destek verdiği için ihraç edilmek istenmiyor. Üstelik kendisinin kadın cinsine dair söylediği tek bir söz bile yokken sadece "ordudaki Atatürkçü kadın" imajı yaratılarak buradan bir mağduriyet, kadın olmaktan kaynaklı ezilme, sahiplenme görevi çıkarmak doğru değildir. Bu, toplumda siyasi bilinç bulanıklığı yaratmaktan başka bir amaca hizmet etmez.
Ancak Eroğlu ile ilgili haberlerin altına yapılan cinsiyetçi yorumlar, tecavüz tehditleri, kadın cinsini aşağılama gibi erkek egemen pratikler kadın hareketini ilgilendirir ki; bunlar Eroğlu'nun kendisinden bağımsız olarak zaten yıllardır kadın özgürlük mücadelesi yürütenlerin gündemindedir. Eroğlu'nun maruz kaldığı cinsiyetçi söylem ve cinsel şiddet tehditleri karşısında yargıya yaptığı başvurunun önce reddedilip, kamuoyu baskısıyla kabul edilmesi de kadın hareketinin yıllardır yürüttüğü mücadelenin kazanımlarındandır. Şunu da söylemeden geçmeyelim, kadın özgürlük mücadelesi yürütenlerin, cinsel suçlar söz konusu olduğunda mücadele ettiği devlet kurumları listesinin başındadır Eroğlu'nun mensubu olduğu TSK.
Kadın olduğumuz için yaşadığımız sorunlarla kadınların yaşadığı sorunların ayrımını yapmak önemlidir. Sınıfsal, ulusal, etnik ve inanç kimliğimiz nedeniyle bu toplulukların erkek toplamı ile benzer sorunlar yaşarız, bu topluluklara mensup kadınlar olarak ise aynı sorunları daha farklı yaşamamamıza neden olur. Bu sorunlar kaynağını kapitalizmden, siyasal rejimden ve toplumsal çürümeden alır. Bunlar kadın özgürlük mücadelesinin toplumsal mücadele ile kesişim noktalarıdır. Aynı zamanda da toplumsal ve sınıfsal mücadele içinde özerk kadın örgütlenmesinin zeminini ortaya çıkarır.
Ancak bir de kadın olarak yaşadığımız kimi sorunlar vardır ki, bunların kaynağı düpedüz erkek egemen sistem ve onun işbirlikçisi olan erkeklerdir. Burada çoğu zaman aynı siyasal görüşe, dini inanca, sınıfa, ulusa mensup olduğumuz erkekler tarafından o sorunlara maruz bırakılırız. İşte o sorunlar karşısında mensup olduğumuz sınıfın, ulusun, inancın erkeklerine karşı diğer tarafın kadın toplamı ile hareket ederiz. Ortak kurtuluşumuzun birleşik kadın özgürlük mücadelesinde olduğunu bilen ve yaşadığımız sorunların çözümünü erkek egemen sistemin yok edilmesinde görenler olarak birlikte mücadele edebiliriz. Mensubu olduğu rejimle, TSK ile, patronlarla, siyasal islamcılarla kendinden olmayan kadını ezen, yok sayan, ona karşı işlenmiş cinsel suçlara ortak olan ya da sessiz kalan; aynı erkek egemen dil, politika, cinsiyetçilik kendine dönünce bir anda "kadın olduğu için eziliyormuş" gibi yapan, kendi cinsine düşman olanlarla birlikte mücadele de yürütülmez, kadın özgürlük mücadelesinin kazanımları da korunmaz. Böyle bir kafa karışıklığı politik yön kaybına sebep olduğu gibi kadın özgürlük mücadelesinin bileşenlerinin, ittifaklarının kimler olduğunun, olması gerektiğinin ve bu öznelerin birleşerek veya tek tek kimlerin karşısında konumlanacağının da flulaşmasına neden olur.
Bu nedenle 25 Kasım'a sayılı günler kala kadın cinsinin politik özneleri olarak Eroğlu ile dayanışmadan önce Eroğlu'nun mensubu olduğu TSK'nin kadınlara karşı işlediği suçlarla mücadele yürüten başta Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, İpek Er'in ailesi olmak üzere adalet mücadelesi yürüten kadınlarla dayanışma gösterelim ki; ordu cinsiyetçi savaş politikalarına son versin.