4 Aralık 2024 Çarşamba

Ebru Yiğit yazdı | Kavramların politikası: Eril ve erkek

Eril olmak biyolojik bir durumu tarif etse de birçok yazıda, ajitasyon ve propaganda faaliyetinde 'eril zihniyet', 'eril iktidar' gibi tanımlamalar kullanılıyor. Ancak kullananın niyetinden bağımsız yanlış bir kullanım ortaya çıkıyor. Çünkü erkek cinsinin egemenliğine dayanan bu sistem gücünü onların biyolojik cinsiyetinden değil erkeklerin üretim araçlarını elinde tutmasından alıyor. Dilimize, kalemimize yansıyan bu kavram hatası; kadının özel mülkiyetle başlayan ezilmişlik tarihini flulaştırarak erkeğin niyetine, doğasına ve davranışlarına indirgemiş olur.

Politika yaparken hangi kesime seslendiğimiz, ne mesaj vermek istediğimiz, kim olduğumuz kullandığımız kavramlarda, tanımlamalarda ve sözcüklerde gizlidir. Bazen kavramları ve tanımlamaları yanlış kullanmak sadece anlatım bozukluğuna veya dil bilgisi yanlışlığına neden olmaz. Aynı zamanda eksik/çarpık teorik ve politik çıkarsamalara yol açar. Bu da politik ve teorik eksen kaymasına, daralmaya ve mücadelenin hedeflerinin belirsizleşmesine neden olur.

Biyolojik cinsiyeti tarif eden eril ile toplumsal cinsiyeti anlatan erkek; kavramlarının birbiri yerine kullanılması benzer yanılsamalara neden oluyor. Biyolojik olarak eril ve dişi olmanın esas alındığı bu heteroseksist düzende, erkek ve kadın olmanın toplumsal nedenleri (yanı) yok sayılıyor. İnsanların doğumu itibari ile davranışlarının biyolojik cinsiyet tarafından belirlendiğini dayatarak toplumsal cinsiyet rollerini fıtrata ve insan doğasına indirgiyor.

Kadın özgürlük teorisi kadın olmanın, ezilmişliğimizin ve özgürlüğümüzün geçtiği yolun toplumsal analizini yapalı çok oldu. Ancak meselenin eril-erkek olmakla ilgili yanı giderek ikinci planda kaldı. Ve eril olmak ile erkek olmak aynılaştırıldı.

Eril olmak biyolojik bir durumu tarif etse de birçok yazıda, ajitasyon ve propaganda faaliyetinde 'eril zihniyet', 'eril iktidar' gibi tanımlamalar kullanılıyor. Kuşkusuz burada erkek egemen sistem veya siyasi iktidarın erkek egemen karakteri ifade ediliyor. Ancak her iki durumda da kullananın niyetinden bağımsız yanlış bir kullanım ortaya çıkıyor. Çünkü erkek cinsinin egemenliğine dayanan bu sistem gücünü onların biyolojik cinsiyetinden değil erkeklerin üretim araçlarını elinde tutmasından alıyor.

Soyun yeniden üretiminin güvence altına alınması ile kadının kölelik tarihi başlamıştır. Çünkü erkek cinsi kendi egemenliği için kadının cinselliğini ve bedenini denetime almıştır. Bunu yaparken biyolojik cinsiyetlerinin erkeklere sağladığı herhangi bir avantaj söz konusu değildir. Toplumsal ve iktisadi yaşamı sadece tek bir cinsiyetin (erkek cinsinin) ayrıcalıklarına göre düzenlenmesi nedeniyle bu sistem erkek egemendir. Bu yüzden biyolojik cinsiyetleri nedeniyle insanlar arasında uyum varken toplumsal cinsiyetleri nedeniyle eşitsizlik vardır. Dilimize, kalemimize yansıyan bu kavram hatası; kadının özel mülkiyetle başlayan ezilmişlik tarihini flulaştırarak erkeğin niyetine, doğasına ve davranışlarına indirgemiş olur.

Aynı biçimde güç-yönetme-yönetim anlamındaki 'erk' kelimesinin de yanlış kullandığını söyleyebiliriz. Dilimize yerleşen 'erk sistem' tanımlaması giderek yaygınlaşıyor. Bu tanımlama hem kelime anlamı hem de yönetme-güç (erk) işini erkek cinsi ile özdeştirdiği için sorunlu. Bu tanımlama veya özdeşleştirme kadın özgürlük mücadelesini iktidar perspektifinden uzaklaştırıyor. Hiyerarşik ve iktidarı hedefleyen her türlü örgütsel yapının erkek egemenliğine dayandığı yanılgısı ortaya çıkıyor. Oysa yönetme işine cinsiyetçi bir öz kazandıran şey, yönetenin biyolojik cinsiyeti değildir. Öyle olsaydı eğer yönetici olan kadınların olduğu hiçbir yerde ezme-ezilme ilişkisi olmazdı. Ancak bunun doğru olmadığını yaşam içinde erkeklerin ayrıcalıklarını (sınıfsal-ulusal-inançsal-cinse vb.) koruyan hemcinslerimize şahit oluyoruz maalesef. Dolayısıyla kadının sömürüsünün devam etmesinin nedeni yönetenin cinsiyeti değil kimin toplumsal ve sınıfsal çıkarını gözettiğidir. Bu yüzden kadın özgürlük mücadelesi kadınların sahip olduklarını koruma veya genişletme amacı ile (yegane amacı olmamalı) değil nihai cins ayrımsız ve sınıfsız bir dünya için iktidarı hedefleme perspektifi ile politika üretmelidir.

Her bir erkeğin bu sistemin ayrıcalıkları ile donatıldığı, toplumsal cinsiyet rolleri ile yetiştirildiği ve ister bilinçli ister bilinçsizce erkek egemen sistemin işbirlikçisi olarak insanlıktan uzaklaştığı bir gerçektir. Bu yüzden her bir erkeğin işlediği bütün suçlar hem bireysel hem de toplumsaldır. Kadın cinayetleri, erkek şiddeti, taciz, tecavüz, kadına yönelik her türlü şiddet vb. Bundan dolayı biz kadınlar hem erkeklerin bireysel suçlarına, hem de o suçların toplumsal nedenine yani erkek egemen sisteme karşı mücadele ederiz. Eril ve erkek olmayı eşitlediğimizde erkeklerin bireysel suçlarının toplumsal boyutu silikleşir. Bu suçların nedeni erkeklerin doğasına veya biyolojik cinsiyetine indirgenir. Aynı zamanda bu durum hem erkeklerin kendi erkeklik halleri ile mücadele etmesini, öz denetim kurmasını engeller hem de sınıfsal konumu, politik aidiyetinden bağımsız onu burjuva erkeğin durumuyla eşitler. Oysa erkeklerin hepsi burjuva erkeğin çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş, bireysel egemenlik alanlarının büyüsü ile kandırılmış olarak küçük işbirlikçilerdir. Toplumsal cinsiyet rollerini reddedip bireysel ayrıcalıklarından vazgeçmediği sürece de ister işçi, emekçi, küçükburjuva olsun isterse de devrimci-demokrat-sosyalist olsun öyle kalacaktır. Dolayısıyla kendi yol arkadaşına, sınıf ortağına ihanet etmeye devam edecektir.

İşte bu yüzden erkek egemen kapitalist sistemin yıkılmasından çıkarı olan işçi sınıfının erkekleri ve kadınları olarak ittifak yapmalı ve bu sistemi tarihin çöplüğüne göndermeliyiz. Bunu yaparken de biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki farkı sadece kadınlar açısından değil erkekler açısından da ele almalıyız. Erkekler de biyolojik cinsiyetlerinin ne bir avantaj ne de dezavantaj olduğunu anlamalı, toplumsal cinsiyetin onları nasıl bir tuzağa ve sınıf düşmanlığına çektiğini görmelidir. İşte o zaman cins ayrımsız bir dünya kurmanın kapısını kolayca açarız ve toplumsal cinsiyet rollerini ortadan kaldırabiliriz. Biyolojik cinsiyet ise anatomik bir terim olarak kalır, önemini yitirir.