4 Aralık 2024 Çarşamba

Ender Çelikel yazdı | Seçim sonuçlarının aynasından burjuva sol ve emekçi sol

Fiilen hayata geçirilen iki partili seçim sistemi sayesinde, irili ufaklı diğer bütün partiler destekçi konumuna düştüler. Erdoğan'a kazandırma veya kaybettirme denklemini bozmayan emekçi sol, CHP'nin peşinden sürüklenmekle kalmadı, fiili-meşru mücadeleyi sandığa feda etti. Sol ve hatta sosyalist hareketin söylemiyle eylemi arasındaki açı giderek açıldı. 

Seçimler Türkiye'de adeta bağımlılık yaptı. AKP'li yıllarda kim bilir kaçıncısı düzenlenen "hayati" seçimlerin biri daha geride bırakıldı. Allah'tan saray rejimi 31 Mart 2024 yerel seçilerinde "tarihi" bir yenilgi aldı, yoksa burjuva düzen muhalefeti ve liberal-reformist sol dört yıl boyunca seçimler olmayacak diye bunalıma girecekti. Şimdi en azından ufukta siyasi kriz, AKP'nin çözülmesi ve "erken seçimler" beliriyor.

Kim ne derse desin, saray rejimi islamcısından laik sekülerine, muhafazakarından modernine, sağcısından solcusuna, Türkünden Kürdüne, Alevisinden Sünnisine toplumun bütün kesimlerini seçimler vasıtasıyla kurulu düzene massetti. Toplumsal muhalefeti sandığa sıkıştırıp tava getirdi. Saray, kurduğu rejimi devletin baskı araçlarından ziyade ideolojik bir aygıt olan seçimler aracılığıyla meşrulaştırdı.

Saray rejimi demokrasiyi salt oy vermeye indirgemeyi, en "barışçıl" gösteri biçiminin bile toplum nezdinde yasadışı algılanmasını başardı. Bunu her şeye rağmen başardı. Kendi anayasasını hiçe saydı. Anayasa Mahkemesi'ni tiye aldı. Demokrasinin sözüm ona olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ilkesini tanımadı. Yasamayı tiyatroya çevirdi. Belediyelere kayyum atadı. Yargıyı ve yürütmeyi kendisine bağladı...

Burjuva demokrasisinin asgari şartları dahi yerine getirilmediği halde, "ana muhalefet partisi" CHP ve diğer muhalefet partileri, düzen içi dahi olsa, seçimler dışında farklı bir politika izlemediler. 31 Mart 2024 tarihli yerel seçimlere kadar bütün seçimleri kaybettiler. Saray rejimi karşısında kümelenen toplumun yüzde 50'si sandıkla bir şeylerin değişeceğine dair inancını yitirmeye başladı, bezdi, yıldı ve yoruldu. Fakat seçim müdavimleri yorulmadılar. Sonunda, kısmen de olsa muratlarına erdiler.

CHP vd. düzen partilerinin toplumsal memnuniyetsizliği, tepkiyi burjuva devletin bekası açısından yeniden sandığa yöneltebilmesindeki başarıda emekçi solun payı inkar edilemez. Emekçi sol seçimler dışında alternatif bir mücadele hattı geliştirmedi.

Fiilen hayata geçirilen iki partili seçim sistemi sayesinde, irili ufaklı diğer bütün partiler destekçi konumuna düştüler. Erdoğan'a kazandırma veya kaybettirme denklemini bozmayan emekçi sol, CHP'nin peşinden sürüklenmekle kalmadı, fiili-meşru mücadeleyi sandığa feda etti. Sol ve hatta sosyalist hareketin söylemiyle eylemi arasındaki açı giderek açıldı. Her seçim öncesi (ne tesadüf!) kurulan ve kamuoyuna "bu sadece bir seçim ittifakı değildir" diye tanıtılan ittifaklar, henüz oyların sayımı sırasında ömürlerini tamamladı. Dahası burjuva düzen partilerine has pazarlıkçılık, popülizm vb. örnekler emekçi sol varyantlı seçim ittifaklarında da görüldü.

Emekçi solun devrimci bileşenleri, boykot taktiğini benimseyeni de seçim taktiğini benimseyeni de, kitlelerin seçimlere ve düzen partilerine artan güvensizliğini; işçi sınıfının ve ezilenlerin umutsuzluğu ve kayıtsızlığı altında fokurdayan öfkeyi devrimci stratejilerine tabi kılamadılar. Doğruyu söylemek gerekirse eğer bunu gerçekleştirebilecek kudretten de yoksundular. Haliyle yoksul halk kitlelerinde (diplerde) biriken enerji yine- sadece sandığa aktı. Başka bir burjuva partisi "dip dalga"yı arkasına aldı.

EZİLENLERE BAHAR DEVRİMLE GELİR
Türkiye gibi tümüyle uluslararası sermayenin birikim modeline eklemlenmiş, ABD ve AB'ye bağımlı, NATO üyesi bir ülkede burjuva hukukunun ve demokrasisinin göstermelik dahi olsa işlemesi önemlidir. Egemen sınıflar sömürü düzenine toplumsal rıza üretebilmek için, işçi sınıfı ve ezilenleri yönetimde söz sahibi olduklarına inandırmak zorundadır. Yönetenler, yönetilenlerin "onayı"nı alarak onları yönetirler.

İç ve dış borçların, enflasyonun yükünü işçi ve emekçilere bindiren, "yerli ve milli" IMF politikalarını tavizsiz uygulayan Erdoğan yerel seçimlerde taktik olarak savunmaya çekilmişti. Cumhur İttifakı'nın genel seçimlerdeki kadar şovlu, saldırgan ve provokatif bir kampanya yürütmemesini, MHP'nin sahada pek görünmemesini bu çerçevede okumak gerekir(di).

Erdoğan ekonomik memnuniyetsizliğin, hayat pahalılığının, deprem bölgesinde verilen sözlerin tutulmamasının Cumhur İttifakı kitlesinde bile katlanılamaz hale geldiğini görmüştü. Ne var ki manevra alanı kalmamıştı. Bu yüzden seçimleri en az zararla atlatmayı, çözülmeyi önlemeyi ve makul bir zaferle ekonomik politikalarını onaylatmayı esas almıştı.

Erdoğan toplumsal tepkinin sandıkla sınırlı kalmasına razıydı. Böylece hem demokrasinin işlediğinin mesajını verecek, hem de seçimleri en az zararla atlatacaktı. Zaman kazanacak ve rahatlayacaktı. Erdoğan kendi cephesinden gerçekçi bir taktik belirlemişti; ne ki dip dalganın şiddetini yanlış hesaplamıştı. 31 Mart akşamı netleşen sonuçlar 1 Nisan şakası değil, kabustu.

Saray için şimdi iki yol var: En iyi savunma saldırıdır veya geri çekilerek toparlanmak.

CHP ve onun yörüngesinden çıkamayan liberal-reformist sol 22 yıldır iktidarda olan AKP'yi ilk defa geride bıraktı. AKP ilk kez ikinci parti durumuna düştü. CHP ve liberal-reformist sol bunu hiç kuşkusuz demokrasinin tarihi zaferi, halkın iradesinin tecellisi diye kutlayacaktır. Oluşan pozitif enerjiyle erken seçim beklentisi ve Erdoğan'ı sandıkla gönderme hedefini besleyecektir. Toplumsal memnuniyetsizliğin maazallah parlamento dışına taşmasının, fiili-meşru mücadeleye evrilmesinin önüne geçmeye çalışacaktır.

31 Mart 2024 yerel seçimlerinin, "topyekun çökertme" konseptine ve legal Kürt siyasi hareketinin hayli edilgen çizgisine rağmen, Kürdistan'da Kürt özgürlük hareketinin ideolojik politik hegemonyasının geriletilememiş olmasının teyit edilmesi dışında, devrimci hareket açısından kayda değer olumlu hiçbir sonucu yoktur. Kitlelerde bir kez daha parlamentarist çözüm inancı galebe çalmıştır. Seçim sonuçları liberal-reformist sola ideolojik-politik hegemonyasını işçi sınıfı ve ezilenler içerisinde daha da büyütebilmesine zemin sunmuştur.

Saray rejiminin seçim fiyaskosu konjonktürel midir yoksa sorunun başlangıcı mıdır, bunu toplumsal muhalefetin mücadelesi, iç ve dış koşullar belirleyecektir. Her halükarda an itibariyle moral üstünlük toplumsal muhalefete geçmiştir. Devrimcilerle liberal-reformistler arasındaki fark kendini tam da burada göstermelidir. Kitlelerde oluşan kendine güven ve moral hangi stratejiye tabi kılınacak? Nasıl şekillendirilecek? Bütün yollar nereye çıkacak? Oy kabinine mi, ayaklanmaya mı?

Tekrar etmek pahasına; seçimler de dahil olmak üzere hiçbir mücadele araç ve biçimini önsel olarak reddetmiyoruz. Mamafih, işçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluşunu devrimde ve sosyalizmde görüyoruz. "(...) genel oy hakkı", der Engels, "işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan bir göstergedir. Bugünkü devlet (burjuva- bn.) içinde bundan daha çok hiçbir şey olamaz ve hiçbir zaman da olmayacaktır." İşçi sınıfı ve ezilenler her dört veya beş yılda bir burjuvazinin hangi fraksiyonunun kendilerini yöneteceğini seçerler. Hükümetler değişir, AKP yerine CHP gelir, fakat kapitalist sömürü, yoksulluk ve baskı sürer.

Seçimlerin toplumda uyandırdığı politik duyarlılığı da inkar etmiyoruz. Politik mücadelenin seçim arifelerine endekslenmesinin meşrulaştırılmasını sorunsallaştırıyoruz. Sınıf mücadelesinin tarihi, halk yığınlarının gündelik-ekonomik vb. taleplerinin, memnuniyetsizliklerinin -seçimlerden bağımsız olarak- politikleşip ayaklanmalara ve hatta devrimlere evrildiği örneklerle doludur.

Seçim taktiği, reformlar için mücadeleler bunların hepsi bütünün bir parçasıdır. Bütün taktikler kapitalist sömürü düzeninin yıkılmasına, devrim ve sosyalizm hedefine tabidir. Çünkü burjuva diktatörlük reformlar değil, sadece ve sadece devrimle yıkılabilir. 

İşçi sınıfı ve ezilenleri kuralları ve koşulları saray tarafından belirlenen sandığa hapsetmek, burjuva partisi CHP'nin seçim zaferiyle "bahar"ın geleceğini sanmak ve havalara girmek ahmaklık değilse zavallılıktır. Ezilenler zavallı değildirler. Sandığa ve CHP'ye mecbur ve mahkum değildirler. Seçim zemini dışında başka mücadele zeminleri de vardır. Seçimleri, legalizmi yegane mücadele zemini diye lanse etmek, kendisini edilgence kendiliğindenliğe uyduran sınırsız oportünizmdir. (Lenin)

Süreç işçi sınıfı ve ezilenlerin öncüsü iddiasındaki devrimin siyasal öznelere varlık nedenlerini gerçekleştirmeyi dayatıyor. Aksi halde varlık haklarını kaybedecekler. Devrimcilerin, en başta da komünistlerin acil ve başat görevi işçi sınıfının ve ezilenlerin çaresizliği altında yatan öfkeyi açığa çıkaracak ve onların savaşçı ruhlarını güçlendirecek mücadele zeminlerini örmektir. Mücadeleyi mekanını, araçlarını ve biçimini liberal-reformist solun belirlediği konforlu sınırların ötesine taşımaktır.

İttifaklar hep seçim öncesi kuruluyor. Asıl şimdi, lafta kalmayacak militan, fiili-meşru mücadele ittifakı kurmanın zamanıdır. Saray rejimi sendeledi, ama henüz yıkılmadı. Saraya toparlanma zamanı ve fırsatı verilmemelidir. Ekonomik ve politik mücadele, nihai hesaplaşma seçimlere havale edilmemelidir.