4 Aralık 2024 Çarşamba

Figen Yüksekdağ yazdı | Erkek-devlet-beka ya da kadın-yaşam-özgürlük

Öyle bir yerdeyiz ki, ya erkeğin ve devletin bekası için insana, yaşama, masumiyete ait ne varsa yakıp yıkanlar, katledenler kazanacak ya da kadın ve yaşam için özgürlüğü isteyenler…

Önceleri kadına yönelik şiddeti Kasım'ın 25'inden 25'ine gündeme alma diye bir eleştiri vardı. Şimdi her gün 25 Kasım. İçerdiği şiddet kadar taşıdığı mücadele bilinci ve hareketi olarak da öyle. Kadınların öldürülmediği, zulme, işkenceye uğramadığı gün, saat, dakika geçmiyor. Kadın yaşamını ölümcül biçimlerde kuşatan şiddet, siyasi rejimin koruması ve teşvikiyle palazlandırılıyor. Bütün toplumun kanını, ruhunu emen sinsi bir ölüm bu. Kadınların katledilmesini, şiddete uğramasını engellemeyen, adaleti sağlamayan, bunun üstünde bir de kazanılmış hayati haklara göz diken rejim, kendisiyle birlikte toplumu da çürütüyor, ölüme sürüklüyor. Zira kadın mezarlarına basarak yaşayan toplum, aslında ölü bir toplumdur. Türkiye de şu an bir rejim kriziyle birlikte -eğer durdurulamazsa- oraya doğru gidiyor.

ORGANİZE CANAVARLIK!
Korona süreci de hem dünyada hem memlekette kadınlar üzerindeki baskıyı artırdı. Sosyal, siyasal, ekonomik şiddetin iç içe girmesi, çok daha zor koşullarla mücadele etmeyi zorunlu halde getirdi. Evde bakım hizmetinin ağırlaşması, çocukların eğitim ve gelişim ihtiyaçlarının karşılanması, işten çıkarmalar, esnek çalışma, güvencesizlik gibi hak yitimleriyle birlikte düşünüldüğünde, şiddetin beslendiği zemin de tahkim edildi. Tabii şiddetin en önemli güvencesi yasalar ve yasaları uygulayan müesses nizam. Zaten Türkiye yasalar düzleminde bir kadın hakları cenneti değil ama tanınmış yasal bir hak bile İstanbul Sözleşmesi örneğinde olduğu gibi uygulanmıyor. Yasama, yürütme, yargı erklerini tek elde toplayan iktidar, kendi söyleminde de ayan olduğu üzere tek amaca odaklanmış bulunuyor: Beka… Devletin ve erkeğin bekası.

Kadın katillerine uygulanan haksız tahrik indirimleri, iyi hal kanaatleri, siyasilere, hak arayanlara göz açtırmayan polis-jandarma-bekçi ordusunun kadınları 'koruyamayan' kurumsal yapısı, hep aynı anlamla matuftur. Erkek, devletin en küçük şubesi olarak açıktan korunuyor ve onun bekasını tehdit eden kadın tavrı, 'haksız tahrik' yaftasıyla kendi ölümünün sorumlusu ilan ediliyor. Buradan bakılınca ne kadar canavarca değil mi? Organize canavarlık! Sadece kadının canını alan erkeğin değil, davalara bakan yargının, mahkemelerin önüne o yasaları koyan siyasi erkin dahil olduğu bir organizasyon. Kaç kadın böyle ikinci kez öldürüldü? Kadın örgütleri çetelesini tutarken ölüm kendinden utanıyor. Kadın katillerinin 6-7 yıl, bilemedin 10 yıl yatıp çıktığı bir ülke burası. Ve çıkınca yine kadın öldürdüğü… Cinayete teşebbüs edenler, kadınlara işkence yapıp, tarifsiz acı ve kayıplara yol açanlar ise son af yasası kapsamında AKP-MHP iktidarı tarafından sokağa salındı. Çünkü İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyor ve kadına şiddet uygulayan erkeğin eylemi ölümle sonuçlanmamışsa, 'adam yaralamaktan' yargılanıyor. Ondan gelecek cezayı "tek ayak üstünde yatarım" diye düşünen saldırganlar, bazı davalarda tutuklu bile yargılanmıyor.

DEVLETİN SURETİ YARGILANMAZ
Devletin kendisi için oluşturduğu koruma mantığı ve sistematiği, suçlu erkek için de tıkır tıkır işliyor anlayacağınız. 'Devlet'in sureti olarak suç işleyenler de fazla yatmaz, hatta çoğunluğuna dava açılmaz, biliyorsunuz. On binlerce faili meçhul, cinayet, gözaltında kayıp, köy yakma, işkence saldırıları hep devletin bekası amacına bağlandı. Kürtlerin, sosyalistlerin, demokrasi güçlerinin en küçük hak talebi, hatta tek başına varlığı bile 'haksız tahrik' sayıldı. Var olma ve kendi varlığı için itiraz etme, isyan etme suçu işleyen herkes en ağır ve insanlık dışı saldırıların hedefi oldu. Bugün de aynı ideolojik-siyasi çizgi, kara ve yeşil faşizm kulvarlarını birleştirerek, devlet çatısı adı altında tahkim edildi. Devlete ve erkeğe her türlü muhalefet tahrik nedeni sayılıyor ve kadının her türlü şiddete uğraması olağan görülüyor. Erkeğin yargılandığı suçlar için geçerli hükümler ile devletin 'yargılanmaya çalışıldığı' davalardaki koruyucu hükümlerin aynı olması tesadüf değil. Devlet, toplumsal yaşam alanlarında hegemonyasını yitiren erkeği ve onun üzerinden kurduğu otoriteyi korumaya, kanatlarının altına almaya çalışıyor. Katil, cani erkeklere bu kadar cesaret ve rahatlık veren de, devletin bu ideolojik-siyasi yaklaşımı. Düşünün, öyle bir cesaret ki Pınar'ı (Gültekin) öldürüp bedenini parçalayan, sonra benzin döküp yakan, o da yetmeyip üstüne beton döken bir canavar bile, 'haksız tahrik' mazeretinden yararlanmayı düşünebiliyor.

DOLAMBAÇLI CÜMLELERE GEREK YOK
Bugün kadına yönelik şiddet hakkında çok dolambaçlı cümleler kurmaya gerek yok. Aksine sade hatta gerektiğinde dümdüz hakikati savunmak, eylemek gerekiyor. Öyle bir yerdeyiz ki, ya erkeğin ve devletin bekası için insana, yaşama, masumiyete ait ne varsa yakıp yıkanlar, katledenler kazanacak ya da kadın ve yaşam için özgürlüğü isteyenler… Kriz, şiddet, baskı artabilir evet, ama kadın, yaşam ve özgürlük adına çok daha güçlü seçenekler de bu şartlar arasında doğabilir.