4 Aralık 2024 Çarşamba

Figen Yüksekdağ yazdı | Su gibi...

İşte bizim hikayemizin özü bu vazgeçmeme inadı, iradesi. Hapishanelere doldurulan, sayısız zulme, işkenceye uğrayan, ana sütü kadar helal hakları, kazanımları gasp edilen binlerce HDP'li siyasetçi ve milyonlarca seçmen, her şeye rağmen bu iradeyi büyütüyor. Artık bu, siyasetin de ötesinde sosyolojik, toplumsal bir hakikat. Bugüne kadar parti kapatma konusunda tarihten ders almayı becerememiş olanlar, günün sonunda sosyoloji dersi alır. HDP'nin kapatılması, kriminalize edilmesi, tasfiye saldırıları ile devre dışı bırakılmasına çanak tutanlar, seyirci kalanlar da bu dersten payını alır. Türkiye'de kendisini en devlet partisi görenler, en güvence altında sayanlar da dahil kimse ikinci bir dokunulmazlıkların kaldırılması türünden darbeyi kaldıramaz.

Bir taraftan dizginsiz saldırı aygıtı çalışıyor; diğer taraftan da iktidar ve ortakları kendi etraflarındaki militarist, faşist tahkimatı güçlendiriyor. Her tarafta darbe mekaniğinin o meşum tıkırtısı… "Bana karşı darbe hazırlıyor olabilirsiniz" ya da "ima ettiniz", "aklınızdan geçirdiniz" türünden bahanelerle muhalefet edene-etmeyene her gün darbe yapıyorlar. Malum 2016 15 Temmuz'undan beri, iktidar tarafından darbe mekaniğinin ele geçirilmesiyle birlikte, "sürekli darbe" dönemi başladı. Dönemin ana eksenini ise HDP'ye ve Kürtlere karşı darbe saldırıları oluşturuyor.

HDP'nin kapatılması etrafında sürekli gündemde tutulan operasyonlar ve tartışmalar, Erdoğan-Bahçeli iktidarının darbeci niteliğinin en açık görüntüsü. Bilinir ki; parti kapatmak, darbenin, darbeciliğin, vesayet ve faşizmin tescilidir. Aslına bakarsanız sembolik ve algılarla ilgili bir durum. Yoksa, "politik özgürlükleri bu kadar yere çaldıktan sonra, parti kapatmışlar-açmışlar ne olur" diyebilirsiniz. Ama faşist zihniyetler hangi ekolden olurlarsa olsunlar parti kapatma saplantısından, çabasından kopamıyor.

Aylardır bıkmadan, usanmadan HDP'yi konuşup, onunla yatıp onunla kalkıp, nefretlerinden bir yere sığamayanlar "kapatalım da bu kabus bitsin" ayarındalar. Bir taraftan da "Biter mi ki" şüphesiyle beyinleri dağlanıyor. Erdoğan bu şüpheyi kafasından kovabilse, bütün başka kaygıları dakikasında çiğneyip, Bahçeli'nin dolmuşuna biner. Ama gel gör ki "HDP meselesi" epey karışık. Durduğu gibi durmaz; bakarsın, bu zamana kadar olduğu gibi de olmaz.

Bu nedenle iktidar ortakları HDP'ye, Kürtlere karşı düşmanlık konusunda aynı zeminde dursalar da, "kapatma" gibi taktik, yöntemsel noktalarda ayrışabiliyor. Zamana yayılan, yer yer Bahçeli'nin tehdit ve ayar verme hücumlarıyla gündemden hiç düşürülmeyen bir saldırı takvimi işletiliyor. Bahçeli, MHP ve iktidara yanaşık Susurlukçu mafya-terör güçleri, HDP'nin kapatılması için bastırarak bir taşla iki kuş vurma hesabı yapıyor. İktidarın başı ve yargıdan bürokrasiye kadar sistemin tek hakimi Erdoğan ile AKP'nin işini bitirmek için bundan daha iyi yol olamayacağını düşünüyorlar büyük ihtimal. Hem "mezara kadar" yer verdikleri ittifak sözünü de tutmuş olacaklar. Zira bu memlekette parti kapatanların siyasi partiler mezarlığına gömüldüğü çok bilinir bir hikaye. MHP de itina ile AKP ve Erdoğan'ı o mezara götürüyor.

Elbette bu mevzuda asıl hikayeyi yazacaklar bizleriz. Yani halklarımız, kadınlar, gençler; emeği ile değerli direnci ile güçlü olanlar. Yıllardır neler görmüyoruz ki!… En gaddar düşmanlığı, en adaletsiz varlık mücadelesini ortalama insanlık ahlakını, vicdanını paramparça etme şiddetinde saldırganlığı, kumpasçılığı, kirli siyasi saldırganlığı… Bugün HDP'den yana saf tutmak, tam da bu nedenlerle büyük işgal taarruzu altındaki insanlık onurunu müdafaa etmek anlamına geliyor. Ve bunu demokratik siyasette ısrar ederek yapmak… Bir süre önce yeniden tutuklanarak (her halde son dört yılında dördüncü kez) yirmi iki buçuk yıl ceza verilen DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven, tekelci, aynı zamanda yalancı medya organlarının görmediği-duymadığı bir anda bu gerçeği en güçlü hali ile ilan ediyordu. Güven'i "terör davasından ceza aldığı", "milletvekili Semra Güzel' in evinde saklanırken gözaltına alındığı" gibi utanmadan nasibini almamış, sarayın basın masasında yazılıp kapı kullarına okutulan haberler ortalığa salınırken, halkların ve kadınların seçilmiş temsilcisi sade ve onurlu sesiyle yansıyordu tarihe. "Hiçbir yere kaçtığım yok! İstesem on defa kaçardım, ruhunuz duymazdı. İnadına bu ülkede siyaset yapmaya devam edeceğim. İçeride ya da dışarıda vazgeçmeyeceğim."

İşte bizim hikayemizin özü bu vazgeçmeme inadı, iradesi. Hapishanelere doldurulan, sayısız zulme, işkenceye uğrayan, ana sütü kadar helal hakları, kazanımları gasp edilen binlerce HDP'li siyasetçi ve milyonlarca seçmen, her şeye rağmen bu iradeyi büyütüyor. Artık bu, siyasetin de ötesinde sosyolojik, toplumsal bir hakikat. Bugüne kadar parti kapatma konusunda tarihten ders almayı becerememiş olanlar, günün sonunda sosyoloji dersi alır. HDP'nin kapatılması, kriminalize edilmesi, tasfiye saldırıları ile devre dışı bırakılmasına çanak tutanlar, seyirci kalanlar da bu dersten payını alır. Türkiye'de kendisini en devlet partisi görenler, en güvence altında sayanlar da dahil kimse ikinci bir dokunulmazlıkların kaldırılması türünden darbeyi kaldıramaz.

Sonuçta neresinden bakarsak bakalım, esas olan kendimize dayanmak, halklarımızın bilincine ferasetini güvenmektir. HDP üzerine oyun kuranlar kendi varoluşunu büyük bir toplumsal iradenin yok oluşunda görenler, belki de istemeden siyasi mücadelede yeni bir çığırın açılışına vesile olacaklar. Halkımızın ve demokratik siyasetin bilincini, iddiasını "parti kapatma, yardım kesme" ya da başka tür saldırılar düzenleme gibi uğursuz ve kifayetsiz gündemlerle yönetmelerine, işgal etmelerine izin verecek değiliz. HDP son beş yıldır Türkiye siyasetinde bir ana akımdır. Bu gerçeği hazmedemeyen ya da bitirip hakim faşizan-gerici statükonun keyfini süreceğini sananlar asla başaramayacaklar.

Çünkü HDP'nin temsil ettiği demokratik, özgürlükçü, kadın, emek ve doğa odaklı siyasi akım bu memleketin yaşamı ve geleceğidir. Dağ gibi dayanır, su gibi yayılır. Şimdi tarihin bu kesiti, su gibi akanların, yayılıp yol alanların hareketi ile yazılacak. Böyle deyip geçmemek gerek elbet. Su dediğin bazen girdiği kabın şeklini alır. Beklerse çürür. Bazen çağlayıp taşar, nice bentleri yıkıp geçer. Bir bakarsınız nice yeni yollar, yataklar açılır.