4 Aralık 2024 Çarşamba

Göç-sürgün, ulus, sınıf ve Kürtler

Kürt emeğine biçilen rol güvencesiz ve esnek üretimin nesnesi olmaktır. Kayıt dışı çalışmaya mahkumiyettir, üretim ilişkileri ulusal kimlik üzerinden yeniden biçimlenir. Devlet tarafından sistematikleştirilen ulusal baskı sermayenin emek sömürüsüyle tamamlanır. Esnek, güvencesiz, kayıt dışı ve ucuzluğa mahkum olan Kürt emek gücü sömürüsü rutinleşerek üretim ilişkileri bu zeminde sistematikleştirilir.

Türkiye'nin yeni sömürgeye dönüştürülerek uluslararası pazara bağlanması kapitalistleşmeye ivme kazandırır. Öncesinde Kürt isyanları sonrası Türkiye kentlerine yapılan sürgünler 20. yy. ın ortalarından itibaren yerini kırdaki feodal çözülmenin yol açtığı göçlere bırakır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, devlet baskısından dolayı Kürt göçü kesintisiz biçimde hep sürmüştür. Sadece Türkiye metropollerine değil, Kürdistanın diğer parçalarına ve batı Avrupa ya da göç-sürgünün sürekliliğinden söz edebiliriz.

GÖÇ, 1965-75 YILLARI ARASINDA
Türkiye tarihinin en yüksek oranına ulaşır. Bu dönem toplam nüfusun beşte biri göç eder. 1975-85 aralığında göç oranında bir düşüş yaşanmakla birlikte sürekliliğini korur. Bakur'da iktisadi ilhak derinleşip sömürgeleştikçe geleneksel feodal yapı çözülmeye başlar. Ancak bunu telafi edebilecek düzeyde bir kapitalist sanayileşme yaşanmaz. 20. yy.'ın ilk yarısında savaşlar ve ayaklanmalara karşı başlatılan saldırıların yol açtığı yıkım, mülksüzleştirme, askeri ve idari harcamaların bölge halkına fatura edilmesi Bakur'u yoksulluk ve sefaletle yüz yüze bırakmıştır. Sömürgeleştirme süreci bu durumu daha da ağırlaştırır.

Bakur'da açığa çıkan Kürt emek gücünü emecek sanayi kentleri olmadığından göç daha çok İstanbul başta olmak üzere Batı'nın sanayi kentlerine doğrudur. Aynı nedenden Bakur'un kent yoksullarından da Batıya belli bir eğilimi vardır. 1980'lerin ortalarından Kürt ulusal atılımıyla birlikte tırmanışa geçen devlet baskısı yeni bir göç-sürgün dalgasına yol açar. 90'larda Kürt köylerinin yakılıp yıkılması ve boşaltılması göç ve sürgüne yeni bir nitelik kazandırır. 1985-2002 arasında yaklaşık on milyon göç ve sürgünün yaklaşık dört, dört buçuk milyonu KUDH'nın olduğu iller başta olmak üzere Kürt'lerin zorla yerinden edilmesinin sonucudur. Göç-sürgünün yeni tırmanışa geçişte iki temel etken belirleyicidir. Birincisi 24 Ocak kararlarının uygulamaya koyduğu neoliberal politikalardan kaynaklanır. Tarım ve hayvancılık sübvansiyonlarının azaltılması özelleştirmeler özellikle Türkiye kırında tasfiyeyi hızlandırdı. Metropol kentlere Türk emek göçünü artırdı. Bakur kırı bu politikalardan belli oranda etkilense de buradan göçün asıl etkeni tırmanışa geçen politik ve askeri baskılar ile köy yakıp, yıkıp boşaltmalardır.

2000'li yıllarda baskı politikalarının göç-sürgün üzerindeki etkisi göreli olarak tavsasa da dünya pazarına yeni düzeyde entegrasyonun ve mali ekonomik sömürgeye dönüşmenin sonucu olarak uluslararası tekellerin ihtiyaçları doğrultusunda kırın önemli düzeyde tasfiyesi ön plana çıkar. 2000'lerin sonunda bu doğrultuda önemli bir mesafe kaydedilip kır nüfusu ciddi bir düşüş yaşarken, sonradan başlayan "çöktürme plan" Kürt Sürgününü yeniden tırmandırdı.

Gelinen aşamada Kürt nüfusun yarısına yakın Bakur'da yaşamıyor. İstanbul, İzmir, Adana ve Mersin'de nüfusun yaklaşık yüzde 20'si Kürttür. Ayrıca Ankara, Konya, Bursa ve Yalova başlıca Kürt göç-sürgün merkezleridir. Doğuya yapılan göç-sürgünün ana gövdesi sözü edilen sanayi merkezlerinde yoğunlaşmaktadır.

Göç-sürgünün tamamı Batı'ya yönelmedi. Bir kısmı iç göç olarak Bakur sınırları içindeki kentlerde yoğunlaştı. 30 yıl önce nüfusu onbinlerle sayılan iller de şimdi yüzbinleri, birkaç yüzbinlik şehirler şimdi bir milyona dayanmış durumda. Bakur'un artık nüfusu bir milyonu aşan çok sayıda ili var. Kır nüfusu artık Bakurda da ağırlığını yitirmiş durumda.

Yeni tipte ekonomik entegrasyon ve mali-ekonomik sömürgeci dönüşüm Bakur'u da etkilemiş, ucuz işgücünü yerinde değerlendirme, bazı kentleri emek yoğun sektörlerin yaygın olduğu sanayi şehirlerine dönüşmüştür. Kürt Kentlerindeki proleterleşme güçlü bir eğilimdir. Şimdi de kentlerde işçi sınıfı onbinlerle ve yüzbinlerle sayılıyor. Yaygın olan yarı-proleter kent yoksullarını da eklediğimizde tablo daha açık hale gelir. Ancak bu yazıda biz kendimizi Batı metropollerindeki Kürt emeğiyle sınırlandıracağız.

ULUSAL VE SINIFSAL EZİLMİŞLİK
Kürtler yüzyılı aşkındır sistematik olarak mülksüzleştirilmektedir. Birinci dünya savaşında ve Türk ulusal mücadelesi sürecinde ülkesinin bir bölümü savaş, işgal ve direniş arenasına dönüşmüştür. 1920'li ve 30'lu yıllarda meydana gelen isyan ve direnişlerde mülklerine el koyma devletin askeri ve idari giderlerini Kürtlerden çıkarma, tarım ve hayvancılık başta olmak üzere iktisadi istikrarsızlaştırma politikalarıyla Kürtler yoksulluk ve sefalete mahkum edildi. Feodal Kürt üst tabakasının mülkiyetini büyütmek yerine küçüldü; varlıkları eridi. Burjuvalaşma ise çok sınırlı kaldı. Karşı karşıya kaldığı ulusal baskı ve ayrımcılık, mülksüzleşerek Batı metropollerine sürülmeyle birleşerek Kürtlerin burjuvalaşmasına ket vurdu. Buralardaki Kürt varlığı yüksek oranda yoksul köylülük ve kent yoksullarından oluşmak üzere emekçi karakterini korudu. Kürt Köylüsü Türkiye'nin herhangi bir yerindeki köylüden kıyas kabul edilemeyecek düzeyde yoksul kaldı.

Sonrasında en yeni sömürgeleşme süreci Kürdistan'ın yeraltı yer üstü zenginliklerinin yağmalanmaya açılması, merkezi pazara bağlanarak sömürülmesi sürecidir. Ekonominin 20. yy.'ın ortalarından itibaren görece canlanmasını takip eden on yıllarda emekçi sınıflara da yansıyan sınırlı bir refah payı Kürdistan'da ve emekçilere çok daha sınırlı yansıdı.

Ulusal baskı ve asimilasyon doludizgin sürerken 24 Ocak kararlarıyla uygulanmaya konulan neoliberal politikalar güvencesiz esnek ve kayıt dışı çalışmaları, Batı metropollerine göçe zorlanmış Kürt İşçi ve emekçilerinin yoksulluk ve sefaletini kalıcılaştırmıştır. Mali-ekonomik sömürgeye dönüşen Türkiye'de özelleştirmeler, iş güvencesinin ortadan kalkması, sosyal hakların budanması, taşeron ve sözleşmeli çalışma, yarım gün çalışma vb. emek sürecinin güvencesizleştirilmesi ve yaşam koşullarının çok daha ağırlaşması sonucunu doğurur. Bunun sonuçlarından en çok etkilenenler Kürtler, Suriyeli göçmenler başta olmak üzere Afrika'dan Ortadoğu ve Kafkasya'ya kadar uzanan ülkelerden savaş, iç savaş ve yoksulluk sebebiyle Batının sanayi kentlerine gelen göçmenlerdir.

Kürt işçi ve emekçiler, diğer göçmenler, kadınlar ve LGBTİ+'larla birlikte emek sürecinin en alt tabakasında yer alırlar. Türk işçi ve emekçilerine göre güvencesiz, esnek ve kayıt dışı çalışmaya daha fazla maruz kalırlar. Yanı sıra ulusal ve cinsel kimliklerinden dolayı ezilen olmanın baskı ve ayrımcılığını yaşarlar. Kürtlerin, durumu Batı Avrupa'daki göçmenlerden, ABD'deki siyahiler ve göçmenlerden ve İsrail vatandaşı Araplardan çok az farkı vardır.

KÜRT PROLETERLEŞMESİNİN ÖZGÜNLÜĞÜ
Batı Metropollerine göç eden Kürtler başlangıçta buraları sürgün yeri olarak gördüklerinden bir gün memleketlerine dönme umutlarını diri tutarlar. Yaşadıkları ayrımcılık ve emek sömürüsünü katlanılması gereken geçici bir olgu olarak görürler. Bu durum işçi sınıfının bir parçası oldukları ve bu doğrultuda kalıcı bir duruş almalarını geciktiren ek bir faktördür.

Ancak memleketlerindeki iktisadi yıkım, politik baskı yıllara ve on yıllara yayıldıkça geri dönüş umutlarını yitirir. Kalıcı bir iktisadi ve toplumsal yaşam kurmaya ve yeni duruma uygun bir pozisyon almaya başlarlar. Görece istikrarlı bir iş ve barınma olanağına kavuştukları -ki belli bir süredir bu olanaklar çok istisnai bir olasılık halini almıştır­  veya memleketine dönüş umudunu yitirdiği oranda sınıfsal mücadeleye ve bu doğrultuda örgütlenmeye daha açık hale gelirler. Diğer yandan sosyal haklardan yoksun, güvencesiz esnek ve kayıt dışı çalışma koşulları giderek daha fazla istikrar, iş ve barınma önünde engel olur. Aralıklarla kent içinde oradan oraya taşınır durur ya da yeni bir umut için başka bir kente göç ederler. Bazen de uzun işsizlik dönemlerinde memleketlerine giderler. Kimi temel gıda ihtiyaçlarını tarım ve hayvancılık yaparak veya bu işler yapan akraba ile tanıdıklarına yardım ederek elde etmeye çalışırlar. Ancak bu durum uzun sürmez. Çoğunlukla bir mevsimle sınırlı kalır.

Güvencesiz, esnek ve kayıt dışı çalışmak, herhangi bir sektörde kalıcılaşma ve herhangi bir işte uzmanlaşmanın Kürt işçileri için karşılığı olmayan bir beklentidir. O yüzden orta ve uzun vadeli iş planları yapmazlar. Bir kaç günlük ya da haftalık iş planları yapabilirler. Ama iş ve çalışma koşulları ne olursa olsun alışabilmek, para kazanmaya devam edebilmektir. Ailelerini memleketlerinde bırakıp Batı metropollerine gelenler maaşlarının yaklaşık yarısını ailelerine göndermek zorundadırlar. Bu da biriktirerek görece daha istikrarlı bir barınma ve yaşam koşulları sağlama önünde engeldir.

Büyük sanayi kentlerinin nüfus bakımından dolup taştığı, ucuz barınma olanaklarının sınırlandığı ve işsizliğin kronikleştiği bir evrede göç eden Kürtlerin metropolde tutunma olanakları sınırlanmıştır. Özellikle 2000 sonrası güvenceli bir iş bulma veya bir meslekte uzmanlaşma olanağı yok denecek oranda daralmıştır.

Konda'nın 2019 anketi Kürtlerin yaşam koşulları, yoksullukları ve emek piyasasındaki yeri konusunda bizi gerçeğe biraz daha yakınlaştırıyor. Her 100  Türk'ün 17'si beyaz yakalıyken, Kürtlerde yüzde 8'i ancak buluyor. Her 100 Türk'ün 23 işçi, çiftçi, küçük esnaf iken, Kürtlerde 6 puan daha yüksek. Her 100 Türk'ün 29'u ev emekçisi kadın iken bu oran Kürtlerde 8 puan daha yüksektir. Her 100 Türk'ün 13'ü alt ekonomik kümedeyken, bu oran Kürtlerde üç katı aşarak yüzde 44'u bulmaktadır. Bu karşılaştırma daha da uzatmak mümkün.  (1)

Sendikaların açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı rakamları Kürt işçi ve emekçilerin çoğu için "lüks"tür. Aynı araştırmanın verilerinden devam edecek olursak; çocuklar hariç 5 buçuk milyon Kürt asgari ücretin altında hane geliriyle yaşıyor. Kürtlerin yüzde 41'i  borç alarak geçinirken, yüzde 4.8'i  kıt kanaat geçinebiliyor. (2)

Tedavisi mümkün hastalıklardan ölmek Kürtler için olağan bir durumdur. 0-2 yaş arası çocuk ölümleri Türkiye ve dünya ortalamasının üzerinde. Öncelikle yoksulluk nedeniyle hastaneye gidememekte. İşsizlik korkusu aylarca, yıllarca sigortasız çalışmaya boyun eğdirir. Yine Konda'nın araştırmasına göre yaklaşık bir buçuk milyon Kürt doktora derdini anlatacak kadar Türkçe bilmiyor.

Okula gitmek Kürtler için inkarcılığı ve asimilasyonu kabullenmek anlamına geldiği için büyük bir sorundur. Kürt yoksulları için ekonomik engeller de devrededir. Aynı araştırmaya göre Kürtlerin yüzde 65'i diplomasız okur yazardır. Yüzde 16'sı okuma yazma bilmiyor. Kürtler için okul, sınıf atlamanın bir aracı olmaktan çıkmıştır.

Dolaysıyla ne sağlık ne eğitim güvencesine sahiptir.

Ülkeleri, sömürgeleştirilmiş, siyasi ve askeri baskı altında, inkar ve imha ile karşı karşıya, çoklu asimilasyoncu politikalarla eritilmeye çalışılan Kürt, sermayenin emek sömürüsünün de nesnesi haline gelmiş durumda. Ulusal ezilmişlik ve sınıfsal sömürü organik bir bütün haline gelmiştir. Uzun bir süredir birbirinden ayrı ele almayı olanaksız kılmaktadır. Bu durum çarpıcı biçimde Batı metropollerinde görülmektedir.

Batı metropollerinde çalışan Kürt işçi ve emekçilerin iş güvencesi yok, sıklıkla iş değiştirmek zorundadırlar. Bu da düzenli ve öngörülebilir bir maaşı veya gelirlerin olmaması demektir. Uzmanlaştıkları bir mesleği olanlar sınırlıdır. Uzun süre işsiz kalmamak için iş tercihi yapamazlar, önüne gelen her fırsattan yararlanmak zorundadırlar. Çocukken selpak mendil, sakız satarlar veya su, limonata vb. satarlar, ayakkabı boyacılığı yaparlar, yoldan giden arabaların camlarını silerler bir dönem kağıt toplayıcılığı, bir başka dönem midyecilik yaparlar. Ayrıca emek yoğun işler olan inşaat, tekstil, deri, tersane, maden ve hizmet sektörlerinden birinde çalışabilirler. Ücretli ev işçiliği yapan kadınları ve evlere dağıtılan işleri yapan kadın ve çocukları da bunlara eklemeliyiz. İşsiz kalındığında işportacılık ve esnaflık yapanlar, birkaç aylığına memleketine gidip köy işleri ile uğraşanlar veya tarım işçiliği yapanlar olur.

Herhangi bir ekonomik sosyal güvenceleri yoktur. "Sağlıklı beslenme" boş bir lakırtıdır. Karın doyurmaya odaklanılmıştır. Günlerce aç ve susuz kalmak seyrek yaşanan bir olgu değildir.

Emperyalist küreselleşme evresinde hem çalışanların geniş bir kesiminin proleterleşmesi, hem proletaryanın dışında ezilen-emekçi tabakaların proletaryaya yakınlaşarak geçişkenliğin artması, bu kesimin çıkarlarıyla proletaryanın çıkarları giderek daha fazla özdeşleşmektedir. Bu durum Kürtler söz konusu olduğunda çok daha çarpıcı hale gelmiştir. Kaldı ki yoksulluk ve işsizlik girdabına kapılmış sürekli aşağı çekilen ezilen bir halk olarak Kürtlerin ulusal kurtuluşu ile işçi sınıfının devrimci güzergahı giderek daha fazla çakışmaktadır.

KÜRTLERİN TOPLUMSAL BİLİNCİNDE GELİŞİM DURAKLARI
Bakur'da kapitalizmin gelişmesi feodal yapıyı ve ilişkileri hızla çözdü. Yoksul köylülerin feodal bağımlılıktan kurtulmasını sağladı. Varlıklı ailelerin olduğu kadar yoksul aile çocuklarının da eğitim görebilme olanağı oluştu, bu da eğitim gören gençlerin bir kesiminin ufkunu genişletti, Kürt üst tabakasından bağımsız ulusal kurtuluş ve sosyalizmi savunan bir aydın tabaka oluştu.

Öncesinde yani 1920'li ve '30'lu yıllardaki Kürt isyanlarında önderlik aşiret reisleri ve şeyhler gibi Kürt üst tabakasında veya bunlarla aydınların ittifakındaydı. '60'ların ortalarından itibaren bu durum tedricen aşılmaya başladı. Emekçi karakterli ulusalcı ve sosyalizmden etkilenmiş yapılar kuruldu. Geleneksel siyaset, örgütlenme ve değer yargılarının bazı etkileri bir süre daha varlığını korusa da esasta aşıldı. Devrimci demokratik ulusal bilinç toplumsallaştı. '80 darbesi bu bilinci kırıp ezse de, Kürt halkındaki kopuşu tersine çeviremedi. Denilebilir ki darbe yıllarında yasanan zulüm ve işkence kopuşu daha da derinleştirdi.

Biriken ulusal tepki ve öfkeyi açığa çıkarmak için KUDH'nin '80'lerin ortasında yaptığı iradi müdahale 4-5 yıl içinde serhıldanlara dönüştü. KUDH kitleselleşerek toplumsal bir karakter kazandı. Buna karşı tırmandırılan Türk şovenizmi de yaygınlaştı. Devletin bu politikaları Türkiye orta sınıfları arasında belli bir karşılık buldu. Toplumu bu zeminde kutuplaştırma çabaları günümüze kadar varlığını hep korudu. KUDH'nin kimi taktik ve kaçınamadığı pratik hatalarından Türk devleti yararlandı.

Türk devletinin  kışkırttığı şovenist saldırganlık Batı metropollerine göçe zorlanmış ve sürgün edilmiş Kürtlerin aleyhine işledi. Buralarda gündelik yaşam bu zemin üzerinden üretildi. Çok daha önce Batı'ya göç ederek ekonomik toplumsal entegrasyona uğramış ve asimilasyonu özümsemiş olanlar da dahil Kürtlerin tamamın hedef alır bu ayrımcılık.

Teninin renginden giyimine, konuşmasından memleketine, değer yargılarından günlük yaşam pratiğine sinmiş kültürel beğenilerine, Kürtçe konuşması ve müzik dinlemesinden kendi kendine Kürtçe şarkı mırıldanmasına kadar birçok şeyden Kürt olduğu anlaşılır. Şu veya bu düzeyde ayrımcılığa uğrar. Ayrımcılığa uğramak için yurtsever Kürt olmak gerekmez, Kürt olmak yeterlidir. Bazı mahallelerde ev tutamaz, Kürtlere evi kiraya vermemek hızla artar. Türklerin yorgunlukta oturduğu bir yerde gezmek, çalışmak, kahveye vb. yere oturmak ötekileştirici bakışlara maruz kalmak için yeterlidir. Kimi durumlarda KUDH'ne ve Kürtlere yüksek sesle küfür edilerek taciz edilir. "Kibarca" gitmesi söylenir, bazen zorla veya linç tehdidiyle kovulur. Kürtçe konuştuğu veya şarkı söylediği için saldırıya uğrayabilir; linç edilebilir veya öldürülebilir. Devlet kurumları, polis ve jandarma nezdinde potansiyel suçludur. Sırf görünüşü veya memleketinden dolayı gözaltına alınabilir ve tutuklanabilir, zor serbest bırakılır.

Ayrımcılık ve nefret karşısında Kürtler içinde birlikte hareket etme, birbirini kollama ve dayanışma kültürü yaratır. Hem sosyal yaşamda hem de üretim sürecinde ulusal kimliğini ifade etme ve bunu kolektif biçimde yansıtma bir varoluş ve fili direniş biçimi alarak, kendiliğinden biçimde yer yer politik biçim aldığı gibi KUDH ve sosyalist yurtsever mücadele ve örgütlülüğe elverişli bir zemin oluşur.

SOSYALİST YURTSEVERLİĞİN GEREKLİLİĞİ
Sermayenin ve emeğin en üst düzeyde toplumsallaştığı bir dönemde bütün ilişkiler toplumsal bir karakter taşır. Kürtler gerek emek piyasasında ve kent yaşamında yaşadığı bütün ilişkiler toplumsal düzeydedir. Günlük yaşamın ayrıntılarına kadar sinmiş ayrımcı pratikler metropolde en zengin biçimiyle yaşanır. Kürt ulusal bilincinin yeniden üretilmesinin kaynağından biri olur. Memleketinde kimi ayrımcılıkla ilk olarak okulda Kürtçe konuştuğu için yediği dayakla kimisi asker ve polisin baskısından tecrübe eder. Ama Batı'da durum farklıdır. Sokakta, okulda, işyerinde, alış-veriş yaparken, herhangi bir kamu kurumunda her gün ve her an Kürt olduğunu anımsatan bir ayrımcılıkla karşılaşması mümkündür.

Kürtlerin karşı karşıya kaldığı ayrımcılık bunlarla sınırlı değil. Gelinen aşamada ulusal kimliğe endeksli bir emek hiyerarşisi oluşmuştur. Kürt işçiler esnek, güvencesiz, kayıt dışı ekonomide çalışmaya mahkumdur. Birçok sektörde ücreti Türk'ten daha düşüktür. Ustabaşı, teknisyen, denetçi Türk'tür. Bazı hizmet sektörlerinde, Kürdün müşteriyle muhatap olması istenmez. İşin "mutfağında" Kürtler "vitrininde" Türkler çalıştırılır. En ağır, en tehlikeli ve angarya olarak görülen kimsenin yapmak istemediği işler çoğunlukla Kürde kalır. Daha da ötesi bazı patronlar Kürt olduğunu anlar anlamaz işe almaktan vazgeçer, daha önce almışsa bir bahaneyle atar.

"Sürgün sürecinin neden olduğu toplumsal ve beşeri travmalar, Kürt toplumunun hafızasında yer alan siyasal alanların tarihsel bir tecrübesi olarak yeniden deneyimlenirken, buna yönelik kolektif muhalefet kentin ve mekanın ürettiği çelişkilerle sarmalanarak ortaya çıktı. Böylelikle kentteki Kürt varlığı yeni bir aşamaya geçmiş oldu". Baskılara ve ayrımcılığa karşı "Kürt Kimliğinin metropol koşulları altında yeniden inşa edilmesine ve kimliğin siyasal bir içerikle yeniden belirlenmesine neden oldu" (3)

Kürtler kendilerini dil, gelenek, kültür, sosyal çevre ve tarihleriyle ayırt ederler. Ancak bu durum Batı metropollerinde sosyokültürel ve yapısal çelişkilere yol açar. Bunun üzerine devlet baskısı ve emek sömürüsü biner. Bu koşullar altında elde ettiği kolektif deneyimler Kürt ulusal kimliğinin içeriğini yeniden üretir. Buna sınıfsal sömürü ve baskı mekanizması eşlik eder. Kendiliğinden biçimde direnme potansiyelini büyütür. Derinleşen çelişkiler kendiliğinden biçimde çatışmaların uç vermesine kaynaklık eder. Bu durum hem sınıfsal hem de ulusal mücadeleye nesnel zemin oluşturur. Eğer her ikisini birleştiren bir politik ve örgütsel strateji oluşturulmazsa; kendiliğinden biçimde ve tek yanlı ele alışlarla birlikte hem birbirini besleyen hem de birbirini dışlayan çelişkili bir mücadele pratiği yaratır.

Kentte tutunmanın temel koşulu emek sürecinin parçası olmaktır. İkinci koşulu kentin birçok imkanından yoksun varoşlarında barınma koşulları açısından kötü bir gecekonduda yoksul bir yaşam sürmektir. Ya kalabalık aile ya da kalabalık erkek işçi arkadaşları olarak aynı evi paylaşmak zorundadırlar. Barınma ve yaşam koşullarının elverişsizliği, kayıt dışı esnek ve güvencesiz, çalışma koşulları sosyopolitik hafızayla bütünleşerek yeni bir toplumsal bilinç biçimi üretir. Bu durumda ulusal kimliğini savunma, ulusal direncini ve emek sürecinde karşılaştığı eşitsizlik ve sömürüye duyduğu sınıfsal tepkiyi aynı anda yaşar.

"Geç uluslaşmanın ürettiği bütün krizleri uhdesinde toplayan modern Kürt kimliğinin inşasına eşlik eden göç ve mekandaki emek süreci ise Kürt kimliğinin sınıfsal sömürü ilişkileri temelinde yeniden restore edilmesini kolaylaştırır." (4)

Ulusal ezilmişlik sınıfsal sömürü mekanizmasının bir parçası olarak algılanmaya başlar. Kürt olmak hem katlanılması zor bir ulusal ezilmişlik, hem en ağır emek sömürüsü ve ayrımcılığın muhatabı olmaktır. Bir yönüyle bir "yük" ve sürekli sızlayan bir "ağrı"dır. Ulusal kimliğine sahip çıkarak direnmek ise onur duygusunu yaratır. Mücadelede özneleştikçe onur duygusu büyür ve güçlenir; mücadeleden uzaklaştıkça onur duygusu zayıflar, kendine saygısı ve özgüveni azalır; ulusal kimliği daha çok bir "yük" ve "ağrı" olduğu hissi ön plana çıkar.

Kürt emeğine biçilen rol güvencesiz ve esnek üretimin nesnesi olmaktır. Kayıt dışı çalışmaya mahkumiyettir, üretim ilişkileri ulusal kimlik üzerinden yeniden biçimlenir. Devlet tarafından sistematikleştirilen ulusal baskı sermayenin emek sömürüsüyle tamamlanır. Esnek, güvencesiz, kayıt dışı ve ucuzluğa mahkum olan Kürt emek gücü sömürüsü rutinleşerek üretim ilişkileri bu zeminde sistematikleştirilir. Dolayısıyla Kürt işçi ve emekçilerinde emek sömürüsü ulusal baskı ve ezilmişliğine yeni bir halka ekleyerek organik bir bütün oluştururlar. Bu yeni bir niteliktir. Artık ulusal baskı ve ezilmişliğin üzerinden atlanarak salt emek sermaye çelişkisi üzerine kurulmuş bir ajitasyon, propaganda ve örgütlenme Kürt işçi ve emekçilerini ne kadar teğet geçiyorsa; tersinden Kürt işçilerinin karşı karşıya kaldığı artık kendine özgü bir karakter kazanan emek sömürüsü ve sürecini yok sayarak salt ulusal baskı üzerine kurulmuş bir çalışma da o kadar sınırlı etkide bulunacaktır.

Bu durum Batı metropollerinde Kürt işçi ve emekçilerini kazanmak ve mücadele içinde seferber edebilmek için bu durumu hesaba katan sosyalist yurtsever bir ajitasyon, propaganda dili ve örgütlenme tarzını geliştirmeyi gerekli kılıyor. Bu engel aşıldığında görülecektir ki, emekçi karakter kazanan Kürt ulusal bilincinin tarihsel birikimi ve taşıdığı devrimci, demokratik kültür ve potansiyel Kürt proletaryasını devrimci işçi sınıfının yaratılmasında özgün bir rol oynayacaktır. Kürt işçi sınıfı Türkiye ve Bakur proletaryasının sürükleyici devrimci dinamiği olacaktır.

Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.

Dipnotlar:
1-2 Bekir Ağırdır – Hikayesini Arayan Gelecek. S=293-4 Doğan kitap – 1. Baskı-2020
3- Polat S. Alpman – Esmer Yakalılar/Kent-Sınıf-Kimlik ve Kürt Emeği) -sayfa:27-28, iletişim yayınları 1. Baskı-2016
4-Polat S. Alpman-age. S: 112