4 Aralık 2024 Çarşamba

Göksu Çağan yazdı | Tarafsızlık nereye kadar?

Filistin ve Lübnan halklarının direnişinin yanında durmama ve desteklememe politikası, Kürt özgürlük hareketinin bölgedeki varlığı, misyonu, rolü ve önerdiği paradigmayla açıkça çelişiyor. Ezilen bir halkın stratejik müttefiklerinden biri diğer ezilen halklardır. Filistin ve Kürt ulusu bölgenin iki devrimci ulusal direniş gücüdür. Bugün bölgede ihtiyaç olan halkların birleşik direniş cephesini örgütlemektir.

Irkçı sömürgeci siyonist terör devleti işgal savaşını Lübnan'a taşıdı. Aksa Tufanı hamlesinin yıl dönümüne yaklaşılırken siyonist savaş makinası beklenen Lübnan işgal savaşını peş peşe gelen savaş saldırılarıyla başlattı. Lübnan'ın güneyindeki yerleşim yerlerine tıpkı Gazze'de olduğu gibi soykırımcı kitle imha silahlarıyla saldırdı. Filistin direnişinin Lübnan cephesini omuzlayan Hizbullah'ı özel olarak hedefledi. Soykırımcı işgal savaşının giriş etabında içinde Hizbullah hareketinin Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın da olduğu çok sayıda liderini alçakça katletti.

Filistin davası ve direnişinin dünya ezilenlerinin, halklarının, ilerici ve devrimci güçlerinin güçlü desteğini alarak haklı ve meşru mücadelesini yükselttiği biliniyor. On yıllar boyu Filistin ulusal davası dünya haklarının ortak davası olageldi. Tam da bu tarihsel dersi çalışan soykırımcı emperyalist-siyonist savaş bloku yeni yeni işgal savaşlarında yeni bir konsept devreye sokuyor. Lübnan'daki yeni sömürgeci işgal savaşında da emperyalist-siyonist savaş bloku daha önce Filistin'de kullandığı savaşı meşrulaştırma yordamı işletiyor.

Filistin'de Hamas, Lübnan'da Hizbullah hedefleştirmesi ve şeytanlaştırması spesifik bir psikolojik ve ideolojik işlev görüyor. Bu özel psikolojik ve ideolojik savaş aynı zamanda dünyada ve bölgede politik saflaşmaları etkiliyor. Nitekim bu emperyalist-siyonist şeytanlaştırmayla dünya ezilenlerinin bilinçleri bulandırılıyor, doğru politik saflaşması zayıflatılıyor. Soykırımcı işgal savaşını durduracak dünya halklarının eylem gücünün oluşması önleniyor. Emperyalist-siyonist katiller koalisyonu dünyadaki ana akım medyayı kullanarak düpedüz tüm dünya halklarını soykırıma seyirci ve suç ortağı haline getiriyor. Bu gerçeklik, Filistin davası ve direnişinin yanında saf tutan tüm ilerici, sol ve devrimci güçlere çok özel ve tarihsel bir görev yüklüyor. Bu, Filistin'de olduğu gibi Lübnan'da da ezilen halkların yanında durmayı, ezilenleri emperyalist-siyonist savaş blokuna karşı saflaştırmayı, haklı ve meşru olan ulusal özgürlük mücadelelerini desteklemeyi gerektiriyor.

Bu bağlamda bölge ilerici ve devrimci güçlerinin durumuna bakıldığında hala doğru ve güçlü saflaşmaların açığa çıkmadığını görüyoruz. Ortadoğu'da başat bir bölgesel devrimci güç olarak varlık hakkını kazanan Kürt özgürlük hareketinin süregiden işgalci savaşlar serisinde aldığı tutum biliniyor ve bu siyasal pozisyon Lübnan işgal savaşı şahsında da bir suskunluk kumkuması olarak kendini tekrarlıyor ne yazık ki. Ortadoğu'ya alternatif paradigma önerisi olan Kürt özgürlük hareketinin tam da bu uğraklarda değişik açılardan sınandığını söyleyebiliriz.

Bilindiği gibi Kürt özgürlük hareketi, 7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin hemen akabinde verili durumu Hamas ve İsrail arasında bir gerici savaş olarak değerlendirdi. Buradan yaklaşıp ilerleyerek saflaşmada hayırhah tarafsız bir siyasal konum aldı. KCK Yürütme Konseyi eşbaşkanları 13 Ekim 2023'de yaptıkları açıklamayla, Filistin ulusal direnişini "Hamas-İsrail savaşı" olarak tanımlamayı tercih etti. Direnişin ilk günlerindeki KCK açıklaması siyonizme karşı tutum açıkladı ama Filistin'deki örgütlerin birleşik mücadelesinin yanında durmadı. Bu "tarafsızlık" tutumu Kürt özgürlük hareketinin en önde gelen teorisyen ve taktisyeni olan S. Erdem'in referans niteliğindeki yazısıyla temellendirdi. Hasıl-ı kelam S. Erdem'e göre bu savaş "iki emperyalist güç arasındaki" bir savaştı. Filistin direnişi aslında Rusya ve İran'ın hamlesiydi. Siyonizmin yardakçısı faşist şef Erdoğan ise Hamas'ı hazırlayıp kışkırtan bir yerde duruyordu. Dolayısıyla bu Filistin'in değil, Hamas'ın direnişiydi sadece. Emperyalistlerin kuklası olan siyasal islamcı bir güç desteklenemezdi. Bu nedenle tarafsız kalınmalıydı.

Bu siyasal konumlanmaya bağlı olarak tüm Kürt demokratik hareketi ve seksiyonları da aynı kulvarda yol aldı. Yurtsever gazeteci, aydın ve siyasetçilerin neredeyse tümünün tutumu bu eksende gelişti. Siyonizmin soykırımcı savaşını ve savaş suçlarını kınamaktan öteye geçemeyen bir realite oluştu. Kürt özgürlük hareketinin bu tarafsızlık siyaseti, antiemperyalist, antisiyonist bilinci olmayan Kürt liberalleri ve KDP etkisindeki Kürt sağının politik hegemonyasına terk edilmiş oldu.

KDP ve Kürt liberalleri durumu açıktan siyonizm taraftarlığına doğru büktü. Gelinen aşamada ise emperyalist-siyonist savaş makinasının Lübnan'a saldırmasını ve Hasan Nasrallah'ın katledilmesini kınayan DEM Parti'ye karşı dar ulusalcı ve gerici, liberal reaksiyon olarak belirginleşti. Öte yandan Filistin davası Bakur'da hizbulkontranın bir hegemonya konusuna ve aracına dönüştü.

Emperyalist-siyonist savaş blokunun Lübnan'daki işgal savaşına dair KCK'nin henüz bir açıklaması bulunmuyor. Bu uğrakta hala yürürlükte olan tarafsızlık ve üçüncü yol seçeneğinin bölge halklarının direnişçi güç ve damarlarının hayrına işlemediğini kuvvetle vurgulamamız gerekiyor. Üçüncü yol tavrı olarak ortaya çıkan tarafsızlık ve dengecilik elbette sorunu dosdoğru koymuyor. Mevcut savaşın daha en başta ezilen ulusun işgalciye karşı mücadelesi olarak değil, iki emperyalist blok arasındaki bir savaş olarak tanımlanması, direnişin önderliğini yapan güçlerin itibarsızlaştırılması, durumu kendi öznel konumuna göre belirleme oluyor. Bizce yanlış olan bu politikayı doğru kavrayıp anlatan akıldane gazetecilerden Amed Dicle, esasında Kürt özgürlük hareketinin stratejik politik konum almasını gayet yalın biçimde betimliyor. "Mevcut gelişmeler, Kürtleri hedef haline getirebilir, ancak bu krizler aynı zamanda Kürtlerin kendi bağımsızlık ve özgürlük projelerini daha da güçlendirmeleri için bir fırsat yaratıyor. Kürtler, yerel ve küresel güçlerle kurdukları ilişkilerde dikkatli bir denge gözeterek, kendi paradigmalarına sadık kalmak zorundadırlar. Sonuç olarak, Kürtler bu kaotik ortamda ne bir eksene bağlı kalmalı ne de herhangi bir güç odağına karşı kesin bir tavır almak zorunda olmalıdır. Kendi stratejik çıkarlarını ve halkların özgürlük arayışını ön planda tutarak, ilişkilerini pragmatik bir şekilde şekillendirmelidirler"(https://x.com/ameddicleT/status/1840323928511668530)

Bu pragmatizm stratejisi, bugün ABD ve siyonizme karşı söz söylememe, tavır almama olarak somutlanıyor. Kürt özgürlük hareketi bunun teorik-siyasi arka planı, "durumun kaotik olduğu" ve "üçüncü dünya savaşı yaşandığı" biçiminde açıklasa da, gerçeğin Rojava denkleminde düğümlendiğini biliyoruz. Kürt özgürlük hareketinin verili durumda kimi burjuva devletlerle taktiksel işbirliği ilişkisi mümkündür ve halihazırda Rojava'da bir taktik düzey olarak sürmektedir.

Ancak bu taktik form ve düzeyin bir stratejiye dönüşmesi Kürt özgürlük hareketinin yeni bir duruma geçmesi demektir. Ki bu, pek çok koşul ve nedenden ötürü mümkün değildir. ABD ve siyonist İsrail'in Kürt özgürlük hareketinin öteden beri pratik düşmanı konumundadır. Emperyalizmin bölge jandarmalığını sürdüren sömürgeci Türk burjuva devletiyle birlikte her fırsatta Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek için saldıran emperyalizm ve siyonizmdir. Dolayısıyla emperyalizm ve siyonizm Kürt özgürlük hareketinin stratejik müttefiki olamaz. Bu tür teorileri dolaşıma çıkaran liberaller, Kürt özgürlük hareketinden rol çalmakta ve durumu maniple etmektedir.

Filistin ve Lübnan halklarının direnişinin yanında durmama ve desteklememe politikası Kürt özgürlük hareketinin bölgedeki varlığı, misyonu, rolü ve önerdiği paradigmayla açıkça çelişiyor. Bu tür bir politikanın dolaylı olarak Kürt özgürlük hareketinin tümüyle meşru ve haklı olan Türk ve bölge sömürgeci devletlerine karşı ulusal özgürlük mücadelesinin altını oyduğu görülmelidir. Hamas-İsrail eşleştirmesiyle ulusal özgürlük mücadelelerinin bir politik harekete daraltılıp şeytanlaştırılması yöntemi pekala Kürt özgürlük hareketi içinde bir emperyalist konsept olarak kullanılabilir. Emperyalizm ve siyonizmin Ortadoğu'daki direnişçi hareketleri birbirinden ayrıştırma ve karşıtlaştırma siyasetine karşı bölgenin emekçi sol hareketleri bilinç ve sorumlulukla yaklaşmalıdır. Ezilen bir halkın stratejik müttefiklerinden biri diğer ezilen halklardır. Filistin ve Kürt ulusu bölgenin iki devrimci ulusal direniş gücüdür. Bugün bölgede ihtiyaç olan halkların birleşik direniş cephesini örgütlemektir. Dolayısıyla sözde "akılcı", "dengeleri gözeten", "Kürdün çıkarını önceleyen" analiz ve öngörülerle oyalanmanın vakti değildir. Şimdi tarihsel bir sorumlulukla Ortadoğu ezilen halklarının siyonizme karşı direnişinin yanında durma vaktidir.