4 Aralık 2024 Çarşamba

İşçi ve emekçiler için 'Yeni Reform Programı' sözlüğü

TÜSİAD, Albayrak'ın sunumu sonrasında yaptığı açıklamada programı olumlu bulduklarını ve iktidara desteklemeye devam edeceğini belirtti. Anlaşılan o ki, sermaye blokları arasındaki işbirliğinde "orta yol" yeniden tesis edilmiş.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak 10 Nisan'da Yeni Reform Programı'nı açıkladı. Beklendiği üzere şapkadan işçi sınıfına yeni ve kapsamlı bir saldırı planı çıktı. İşçi sınıfından sermayeye daha fazla kaynak aktarımını öngören ancak burjuva iktisadının dolambaçlı diliyle ifade edilmiş kararları sınıfın diline tercüme edelim.
 
"Hazineden kamu bankalarına toplam 28 milyar TL aktarılacak": Sarayın dolaysız temsilcisi olduğu sermaye bloku kârlarını sanayi üretiminden çok müteahhitlik faaliyetlerinden elde ediyor. Ancak TL'nin değer kaybetmesi ile yükselen faizler hem üretimi, hem de tüketimi tıkadığı için bu sermaye blokunun belini büküyor. Bu sebeple iktidar Ziraat Bankası, Halkbank gibi kamu bankaları yandaş sermaye blokuna düşük faizle kredi sağlıyor. Bu adım, söz konusu sistemin devam edeceğini söylüyor. Bu, burjuva muhalefetin söylediği gibi sadece "yandaşın kayırılması" olarak okunamaz. Sorun, düşük faizle kredi sağlayan kamu bankalarının zararının giderek büyümesi ve bu zararın önlenmesi için işçi-emekçi vergileriyle oluşan Hazine gelirlerinin kullanılması. Özetle, kapitalist düşük faizle piyasa faizi arasındaki fark, işçi-emekçilere ödetilmeye devam edecek.
 
"Sorunlu kredilerin bir kısmı ulusal ve uluslararası yatırım fonlarına transfer edilecek": Krizden çıkış için bol keseden dağıtılan kredilerin önemli bir kesimi batık durumda. Yani bankalar verdiği parayı geri alamıyor. Bu kredilerin "transferi" demek, bankaların zararını devlet ya da devletin aracı olduğu kuruluşların ödemesi demek. Bu kuruluşların zararı da dolaylı mekanizmalarla Hazine'ye kalacak. Özetle, kredilerin kârı patronlara, zararı ise işçi sınıfına kalacak.
 
"Kıdem tazminatı reformunu hayata geçireceğiz": Kıdem tazminatı işçinin ödenmemiş olan, işten çıkarılması halinde çalıştığı yıl sayısı ile orantılı şekilde bir kerede kendisine ödenen, hak edilmiş ücretidir. Patronun üzerinde maddi bir baskı oluşturduğu için işçinin kolaylıkla işten atılmasını önler. Kıdem tazminatı reformu denen şey, tazminatı ödeme yükümlülüğünün patrondan alınıp bir fona devredilmesi, tazminatı almaya hak kazanmanın zorlaşması, ödenecek miktarın azaltılması ve zamana yayılması demektir. Temel amacı, kapitalizmin krizi ile iyice kârı düşen patronların rahatça işçi çıkarabilmesinin ve emek maliyetlerini düşürebilmesinin sağlanmasıdır.
 
"Emeklilik sistemi reforme edilecek": Bu saldırı ile önceleri "tercihli" olan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) zorunlu hale getiriliyor, böylece emeklilik, kamunun denetim ve yönetiminden çıkarılarak giderek daha fazla özel sektöre devrediliyor. Diğer bir deyişle "hak" konusu olan emeklilik artık "kâr" konusu haline getiriliyor. Bunun tek bir amacı vardır, o da işçi ve emekçilerin kazanımlarını sermaye sınıfına aktarmak, ona yeni kâr alanları açmaktır. Emekliliğin özel sektöre devrinin ne sonuç vereceğini anlamak için, özelleştirilen işletmelerde ücretlerin ve hakların nasıl eridiğini hatırla(t)mak yeterlidir.
 
"Aktif pasif oranın daha üst seviyeye çıkarmayı ve prim gelirlerini artırmayı hedefliyoruz": Bir yandan zorunlu BES giderek yerleştirilirken, diğer yandan da aynı emeklilik gelirini kazanmak için artık daha yüksek sigorta primi ödeyeceğimiz "müjdeleniyor". Kısacası, ele geçen net ücret azalıyor.
 
"Bütçe hedeflerini tutturacak tasarruf adımları devam edecek": Buradaki tasarruf elbette sermayeye verilen teşvik, hibe ve kredilerin azaltılması anlamına gelmediği gibi, makam aracı, tarikat destekleri, ejder meyveli kokteyl vb. giderlerinin azaltılması da değildir. Hedeflenen, performans sistemi ile kamuda istihdamın ve maaşların azaltılmasıdır.
 
"Kurumlar vergisini kademeli düşürüp daha adaletli noktaya taşıyacağız. Dolaysız vergileri artırarak verginin tabana yayılmasını sağlayacak, gelire göre artan vergi uygulayacağız": Kurumlar vergisi şirketlerin ödediği vergidir ve oranı yüzde 22'dir. Bu vergi oranı dünya ile kıyaslandığında düşük bir orandır. Ancak sayısız istisnalarla ve indirimlere birlikte daha da düşmekte, iş tahsilata geldiğinde ödenen reel oran çoğu şirket için yüzde 1-5 arasında kalmaktadır. Üstelik vergi borçları da devamlı affedilmektedir. Vergi gelirlerinin bütün yükü işçi sınıfının omzundadır. Bir işçi, daha eline geçmeden ücretinin yüzde 15 ile 35'ini dolaysız vergi olarak devlete verir. Yeni Reform Programı ile iktidar açıkça zaten doğru düzgün vergi ödemeyen şirketlerin vergi yükünü daha da hafifleteceğini söylemektedir. "Vergiyi tabana yaymak" demek, işçi-emekçilerin ücretinden kesilecek gelir vergisini arttırılması demektir. "Gelire göre artan vergiden"  bahsedilmesi de bu kapsamda ilk hedefin artık verecek bir şeyi kalmayan düşük gelirli işçilerden ziyade orta ve yüksek gelirli işçiler olacağını göstermektedir. Sermaye kesimine aktarılacak kredi, teşvik ve hibelerin ana kaynağı böylece belli olmaktadır.
 
Hatırlanacağı üzere "TÜSİAD'ın Erdoğan'a ve İşçi Sınıfına Mesajları" başlıklı yazımızda TÜSİAD'ın 5 Nisan'daki açıklamasını ele almış ve işbirlikçi-tekelci sermayenin iktidardan kamu kaynaklarının yandaş sermaye blokuna ölçüsüzce kullandırılmasına son vermesini ve özel bankaların batık kredi zararlarından kurtarılmasını istediğini yazmıştık. Berat Albayrak'ın açıkladığı Yeni Reform Programı bu taleplerden ilkinin red, ikincisinin kabul edildiğini, ancak reddedilen talebin yerine işçi-emekçi vergilerinin arttırılması, kurumlar vergisinin düşürülmesi ve zorunlu BES planlarının gündeme alındığını gösteriyor. TÜSİAD, Albayrak'ın sunumu sonrasında yaptığı açıklamada programı olumlu bulduklarını ve iktidara desteklemeye devam edeceğini belirtti. Anlaşılan o ki, sermaye blokları arasındaki işbirliğinde "orta yol" yeniden tesis edilmiş.
 
İşçi sınıfını büyük bir saldırı dalgası bekliyor. Bu saldırıda sermayenin sözde "ilerici" blokunun faşizmden değil rahatsızlık duymak, memnuniyet duyduğu da tekrar ve tekrar gün yüzüne çıkmış oluyor. Bu da faşizme karşı mücadelenin sadece demokratik hak talepleri eksenine oturmakla kısıtlanamayacağını, aynı zamanda kapitalizme karşı mücadeleyi de içermesinin zorunlu olduğunu bir kez daha gösteriyor. Umarız burjuvaziye âyân olan, sınıfın iktisadi ve siyasi örgütlerine de bir gün âyân olur.