20 Eylül 2024 Cuma

Leo Meisl yazdı | Avusturya'da AB seçimleri

Sermayenin işçi sınıfına karşı bir başka darbesi de faşistlerin Avrupa çapında ilerlemesinde görülebilir. Avusturya'da FPÖ anketlerde yüzde 30 ile ilk sırada yer alarak Avrupa sağı için bir öncü ve rol model haline geldi. FPÖ aynı zamanda Avrupa ve uluslararası ağlarda kilit bir rol oynamakta ve diğerlerinin yanı sıra Alman milliyetçi kardeşlikleri ve Kimlikçiler Hareketi için bir kitle tabanı olarak işlev görmektedir.

Her beş yılda bir olduğu gibi bu yıl da AB Parlamentosu seçimleri 6-9 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Ancak, AB düzeyindeki sözde en önemli demokratik kurumun daha ilk bakışta kapitalist sınıfın işlevsiz bir oyuncağı olduğu ortaya çıkıyor: Seçilen siyasetçiler kendi önergelerini bile sunamıyorlar, tek görevleri lobicilerin ve zenginlerin çıkarlarını kabul ettirmek. Komisyon Başkanı Ursula Von der Leyen bunun en iyi örneği: Son AB seçimlerinde aday bile olmadı; ancak seçimden sonra Brüksel'in arka odalarında başkanlık görevine getirildi. Parlamento onayını sundu. Parlamento bugüne kadar bu sahte demokratik karakterinden sıyrılamadı; tam tersine, son yıllarda, Türkiye, Ukrayna ve İsrail'e silah sevkıyatından, işçi sınıfının denetlenmesi ve sömürülmesinin genişletilmesine, mültecilerin kriminalize edilmesi ve öldürülmesine kadar büyük şirketlerin önerilerini destekleyerek dikkatleri üzerine çekti.

SEÇİMİN SANCISI
Yaklaşan seçimlerin önemsizliği ve yanıltıcı doğası, önde gelen adayların belirlenmesinde de görülüyor. Örneğin Avusturya Halk Partisi'nde (ÖVP- merkez sağ bir parti) Reinhold Lopatka birçok parti içi görev iptalinin ardından son seçenek olarak emekliye ayrılırken, Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) ise Viyana eyaletinde, SPÖ Eyalet Başkanı olmak için parti içi seçimlerde bile galip gelemeyen Andreas Schieder'i tercih etti. Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ- ırkçı bir parti) ise her zaman olduğu gibi, son yıllarda özellikle Avrupa çapındaki faşist ağdaki öncü rolü nedeniyle dikkat çeken Harald Vilimsky'yi aday gösterdi. NEOS'un liste başı adayı Helmut Brandstätter ise Kurier gazetesinin eski genel yayın yönetmeni ve AB'deki kapitalist düzeni yakından tanıyor. Muhtemelen en büyük sürpriz, Lena Schilling'in şahsında genç bir iklim aktivistini seçimlerde ikna etmeyi başaran Yeşiller'den geldi. Ancak birkaç gün içinde asi bir öğrenci ve iklim aktivistinden bir burjuva parti askerine dönüştü. Sadece Avusturya ekoloji hareketinin desteğini kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda gücü kötüye kullanma ve yalan beyanlarda bulunma suçlamaları ortaya çıkınca daha geniş liberal seçmen kitlesinin de desteğini kaybetti.

Tüm bu yüzlerin ardında kariyerizm ve kapitalizmin aynı surat ifadesi yatıyor: Tiksinti. Siyasi olarak hangi noktada dururlarsa dursunlar ortak noktaları iktidar arzusu ve mülk sahibi sınıfa mensup olma. Burada hiçbir şekilde halkın demokratik temsilcilerinden söz edemeyiz, AB Parlamentosu'nda işçi sınıfına ihanetleri önceden programlanmıştır.

İŞBİRLİĞİ VE DİKENLİ TELLER
Burjuva partilerin işçi sınıfının çıkarlarını düşünmedikleri de hızla ortaya çıkıyor: SPÖ lideri Andreas Babler (SPÖ'nün yeni başkanı, kendisiyle birlikte sosyal demokrat değerlere partisinin geri döneceğini iddia ediyor) muhalefetteyken AB'yi "şimdiye kadar var olmuş en saldırgan dış politika ve askeri ittifak" olarak tanımlamıştı -bugün başında olduğu partisi, gözünü kırpmadan emperyalist güçlerin ölçüsüz savaş kışkırtıcılığının arkasında duruyor. Diğer partiler de geri adım atmıyor: NEOS uzun zamandır bir AB ordusu, ÖVP ise Avrupa silah endüstrisinin genişletilmesi çağrısında bulunuyor- her ikisi de Ukrayna'daki savaşın tavizsiz bir şekilde sürdürülmesi ve İsrail'e destek taleplerinde birleşiyor. Bir "barış" partisi olarak kurulan Yeşiller bile seçim programlarında AB'nin askeri aygıtının genişletilmesini destekliyor.

Burjuva partiler barışı savunmak yerine AB'nin emperyalist çıkarlarına odaklanıyor. Bu, İsrail'e verilen destekte daha iyi görülebilir. Ezilen Filistinlilerle dayanışma yerine, siyonist rejimle koşulsuz bir dayanışma sergileniyor. Soykırım hakkında tek kelime edilmiyor; aksine, ırkçı yalanlar yayılıyor, kriminalizasyon yaygınlaştırılıyor ve ithal antisemitizm kisvesi altında göçmen işçilere karşı bir duyarlılık yaratılıyor.

Elbette işçi sınıfının bu parçalı yapısı Kale Avrupa meselesini de içeriyor. FPÖ ve ÖVP her zamanki gibi seçim kampanyasında mülteci ve göçmenlere karşı kışkırtmalara, yasadışı sınır dışı taleplerine ve Frontex terörüne ağırlık veriyor. Ancak liberal partilerin programları da arka kapıdan AB'nin dış sınırlarındaki ölümcül faaliyetleri savunuyor ya da görmezden geliyor. Örneğin SPÖ, sonuçları kaçınılmaz olarak sınır dışı edilmelere yol açacak olan geri dönüş anlaşmalarının müzakere edilmesi çağrısında bulunuyor.

Bu bağlamda, Yeşiller ve SPÖ'nün "adil" ve "sosyal" bir Avrupa talepleri, AB'deki yukarıdan aşağıya yeniden dağıtımı örtbas etmek için kullanılan içi boş ifadelerden başka bir şey değildir. Burjuva partileri hiçbir şekilde kapitalizme karşı çıkmakla ilgilenmiyorlar; onlar daha çok burjuvazinin sınıf egemenliğini ve dolayısıyla sürekli artan eşitsizlik ve sömürü pahasına zenginlerin karlarını pekiştirmekle ilgileniyorlar. Avusturya Havayolları'ndaki grevler gibi ülke düzeyinde birkaç sınıf mücadelesi sinyali olsa da, bu mücadeleleri AB düzeyinde alevlendirmek mümkün görünmüyor. Oysa işçi sınıfının yoksullaşmasına ve ihmal edilmesine yol açan büyük kararlar tam da AB'nin bu kurumlarında alınmaktadır.

SERMAYEYE, SAVAŞA VE FAŞİZME KARŞI HAREKETE GEÇMELİYİZ
Sermayenin işçi sınıfına karşı bir başka darbesi de faşistlerin Avrupa çapında ilerlemesinde görülebilir. Avusturya'da FPÖ anketlerde yüzde 30 ile ilk sırada yer alarak Avrupa sağı için bir öncü ve rol model haline geldi. FPÖ aynı zamanda Avrupa ve uluslararası ağlarda kilit bir rol oynamakta ve diğerlerinin yanı sıra Alman milliyetçi kardeşlikleri ve Kimlikçiler Hareketi* için bir kitle tabanı olarak işlev görmektedir. Son aylarda, Avrupa şehirlerinde tekrarlanan faşist yürüyüş ve saldırılar yaşandı ve faşistlerin yaklaşan seçim başarısı ile bu tehlikenin giderek artacağı aşikar. Yeşiller ve Sosyal Demokratların antifaşist "estetiği" faşist hareketlerin güçlenmesine karşı koyamaz. AB politikasına küçük yüzeysel müdahaleler yerine, bu tehlikeye kararlılıkla karşı koymak için Avrupa çapında tutarlı bir komünist ve antifaşist mücadele yürütmeliyiz. Mevcut duruma yol açan koşulları değiştirmek için kitleleri sermayeye, savaşa ve faşizme karşı harekete geçirmeliyiz. AB Parlamentosu seçimleri bunun bir parçası olamaz; tam tersine, mülk sahibi sınıfların iktidarını kırmak ve Avrupa çapında işçilere vermek için AB Parlamentosunu ve onun seçimlerini aşan bir harekete ihtiyacımız var.

*Kimlikçi Hareket veya Kimlikçilik, Avrupalı etnik grupların ve beyaz halkların sadece Batı kültürü ve toprakları üzerinde hak iddia eden pan-Avrupa milliyetçisi, etno-milliyetçi, ırkçı bir siyasi ideolojidir. Fransa'da Les Identitaires (Kimlikçiler) olarak ortaya çıkan hareket, gençlik kanadı Generation Identity (GI) ile birlikte 21. yüzyılın başlarında diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. İdeolojisi 1960'lardan itibaren Alain de Benoist, Dominique Venner, Guillaume Faye ve Renaud Camus gibi hareketin ana ideolojik kaynakları olarak kabul edilen yazarlar tarafından formüle edilmiştir.