4 Aralık 2024 Çarşamba

Libya ile anlaşmak haritadan göründüğü gibi değil...

Bütün gürültü, Doğu Akdeniz'de varlığı bile kesinleştirilemeyen 122 trilyon metreküp hidrokarbon rezervi için. Kesin olmasa da iştah kabartıcı bir pasta! Libya'da çatışan taraflardan birine silah göndererek BM ambargosunu delmek kolay da, doğrudan asker göndermek o kadar kolay mı? Anlaşma imzaladığı Sarrac yönetimi de kendi sıkışmışlığını aşmak için Erdoğan'ı "davet" etse bile durum öyle sanıldığı gibi değil.

Ulusalcı faşistlerin kontrolündeki "21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü" isimli think tank kuruluşu, 23 Kasım'da Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım imzasıyla "Doğu Akdeniz'de Türk Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölgesi Derhal İlan Edilmelidir" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazı, esas olarak Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı meselesini irdelemekte, Libya ve Mısır'ın da Kıbrıs'ın kuzeyini dahi kapsayacak, doğusunu da içeren kıta sahanlığı uzantısına sahip olduğunu tartışmakta. Ve bundan yola çıkarak, "Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması" imzalanmasını öneriyor.

Önermeye uygun olarak, dört gün sonra da Libya ile Türkiye arasında "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması-DYAS" anlaşması imzalandı.

Deniz sınırları anlaşmasına paralel olarak Fayez el Sarrac'ın başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile askeri güvenlik anlaşması imzalanıyor. Askeri eğitim; askeri araç ve silah tedariki; ortak askeri tatbikat; müşterek askeri planlama; barışı koruma, insani yardım ve deniz haydutluğu ile mücadele operasyonları; arazi ve bina tahsisi, terörizm ve yasa dışı göçle mücadele, istihbarat paylaşımı; lojistik iş birliği, askeri tıp hizmetleri ve askeri ofis açma gibi kritik maddeler içeriyor. Libya vatandaşlarına vize muafiyeti 'rüşveti' de pakete dahil. Anlaşma, HDP, CHP ve İYİ Parti'nin ret oylarına rağmen TBMM Dışişleri Komisyonu'ndan da geçti.

Ve şimdi bu anlaşmaya bağlı olarak Erdoğan, Libya'dan çağrı gelirse asker gönderme hakkından bahsediyor. Bu saatten sonra böyle bir "çağrı" gelirse de hiç şaşırtıcı olmayacak.

***

Eğer, Türkiye'den bahsediyorsak, 'dış politikadaki her bir hamle, iç politikaya doğrudan bağlıdır' önermesi birkaç kat daha fazla geçerlidir. AKP/Saray rejiminin bu hamlesi, öncelikle iç politikaya dairdir.

Çok değil, daha iki ay önce Kuzey ve Doğu Suriye işgaliyle burjuva muhalefetin tamamını arkasına almış, parti içi muhalefeti dizginlemiş görünen AKP/Saray rejiminin yelkenlerine doldurduğu rüzgar çarçabuk boşaldı. AKP'deki kan kaybı sürüyor. "İçeride" halklarımıza verebilecekleri bir şey kalmadı.

Şimdi, Doğu Akdeniz'de "yedi düvele" karşı savaş görüntüsü vererek, milli/şoven duyguları diri tutmak istiyor. "Doğu Akdeniz'de oyunu bozduk. Mavi Vatan'ın sınırlarını çizdik" minvalinde yayılmacı heveslerin kışkırtmasıyla "Yunanistan'ın boğazını sıktık", "İsrail'i bitirdik", "Bize sormadan bu bölgede kimse adım atamayacak" gibi propaganda malzemeleri boca edildi.

Artık bu propaganda malzemelerinin tedavülde kalma süresinin kelebek ömrü kadar olduğu bir devirden geçiyoruz. Ancak, HDP dışındaki tüm partilerin "ulusal çıkarlar" doğrultusunda sesini çıkarmayacağı gerçeği dikkate alındığında, başta CHP olmak üzere "Mehmetçik" söz konusu olduğunda AKP'nin elinin "içeride" fazlasıyla güçlü olduğu görülebilir. Bu anlamıyla "içerideki" kolaylık ve kendi "iç"indeki basınçla Libya'ya asker gönderilmesi çok "zor" değil.

***

İçerideki hesap dışarıya uyar mı?

Uluslararası bir hamle yapıyorsanız, bunu kitabına uydurmak zorundasınız.

Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın "Hukuk tekniği bağlamından 'deniz yetki alanı ilanı', bir diğer komşu devletle bağlantısı olmayan bir deniz alanında, kıyı devletinin karasuları, bitişik bölge veya MEB'inin dış sınırının tek taraflı olarak ilanıdır. Buna mukabil "deniz yetki alanı sınırlandırılması" ise iki veya daha fazla devletin, sahip oldukları ya da ilan ettikleri deniz yetki alanlarının, diğer sahildar devletin deniz yetki alanları ile çakıştığı bölgedeki deniz alanının bir anlaşma ile sınırlandırılmasıdır" diyerek, Türkiye'nin büyük bir diplomatik zafer kazandığını vaaz ediyor.

Emperyalist diplomatik ilişkiler kitabında böyle yazıyor da, sahadaki karşılığı böyle mi? Türkiye, doğal kıta sahanlığı uzantısı Doğu Akdeniz'i de kapsayan Libya ile anlaşma yaparak, bu bölgede enerji kaynaklarını üretmek ve nakletmek isteyen herkesin yetki alanını sınırladığını hesaplıyor.

Prof. Dr. Çarkın hızını alamıyor ve devam ediyor: 

"Türkiye, esasen Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğini değiştirecek, stratejik ve tarihsel süreçte oyun değiştirici bir hamle anlamına gelen Türkiye-Libya anlaşmasıyla, bölgede yeni bir hukuki ve ekonomik inisiyatif almıştır. Yukarıda bahsedilen Akdeniz satranç oyununda Ankara 'şah-mat' yapmıştır. Anlaşma sayesinde, Türkiye'nin bölge ülkeleriyle anlaşma yapamadığı konusundaki hipotez de yıkılmış ve Mısır-Lübnan-Suriye-İsrail sektörlerinde de yeni uzlaşı zeminlerine basamak teşkil edilmiştir. Böylece, Türkiye'nin hukuki ve siyasi açıdan Doğu Akdeniz'de dışlanmasının hukuken ve fiilen mümkün olmayacağı gerçeği açıkça ortaya konulmuştur."

Belli ki, Erdoğan'ın bilumum akıl hocaları, sadece haritaya bakarak yol alıyor, zafer naraları atıyor.

Haydi, biraz Libya sahasına inelim.

***

Günümüzde Libya'da iki hükümet ve iki ordu var. Birisi BM, bazı Avrupa ülkeleri ve Türkiye'nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti. Diğeri ise Temsilciler Meclisi ve General Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu. Hafter güçlerini destekleyenler arasında Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve açıktan destek vermese de Rusya var. Bir süreden beri Libya'da sessiz seyreden ABD'nin de, CIA'nın yetiştirdiği Hafter'e yeniden destek vermeye hazırlandığı biliniyor.

Halihazırda Müslüman Kardeşler/İhvan çizgisindeki Sarrac hükümetine Türkiye'nin yanı sıra İngiltere ve İtalya da destek veriyor görünüyor. Ancak, İngiltere'nin her an taraf değiştireceği konuşulurken, İtalya ise kim daha çok petrol vaat ederse yüzünü oraya dönmeye baştan hazır.

Ulusal Mutabakat Hükümeti BM tarafından tanınıyor ve nüfusun yoğunlaştığı Trablus ve çevresini (Libya'nın yüzde 20'si kadarını) kontrol ediyor olsa da Hafter'e bağlı Libya Ulusal Ordusu'nun askeri açıdan çok daha üstün olduğu biliniyor. Sık sık Trablus kapısına dayanması da bu gerçeği ortaya koyuyor.

Elbette ki Türkiye'nin bu hamlelerinden sonra BM'nin tutumunu hızla değiştirmesi de muhtemel. Kısacası, Türkiye, "Doğu Akdeniz'de dışlanmasının hukuken ve fiilen mümkün" olacağı yanlış zeminlere sırtını dayadı.

***

Tüm bu gerçeklikten sonra AKP/Saray rejimi, Doğu Akdeniz'de harita üzerinde elde ettiğini varsaydığı "avantajı" milli mesele addederek, Libya'ya asker göndermeyi de tartışıyor/tartıştırıyor. Bu hamle, Libya'da zaten kaygan zemin üzerinde yürüyen Türkiye'nin ayaklarını iyiden iyiye yerden kesecektir. Çünkü...

Kaddafi diktatörlüğüne karşı NATO'nun 2011'de başlattığı korsan saldırının ilk şokunu atlatan Türkiye, son dört yıldır Libya'daki iç savaşta doğrudan taraf konumunda. BM'nin silah ambargosunu delen Türkiye, Müslüman Kardeşler çizgisinin zaferi hayaliyle Sarrac güçlerine silah ve mühimmat yardımını esirgemiyor. Dahası, Suriye'den çıkarılan cihatçı çetelerin önemli bir kesiminin de Türkiye aracılığıyla bu ülkeye kaydırıldığı da biliniyor.

Libya Ulusal Ordusu tarafından Türkiye menşeli İHA'ların düşürülmesi, Temsilciler Meclisi'nin Türkiye'yi suçlaması, Türk gemilerinin kara sularına girmesi durumunda batırılacağı açıklaması, Türk uçaklarının Libya'ya inişinin engelleneceği ve Türk vatandaşlarının tutuklanacağı gibi açık tutumlar; Erdoğan rejiminin izlediği politikaya biriken tepkilerin dışa vurumu sadece.

Bu tabloya doğrudan asker göndermenin de eklenmesi, gerek Libya gerekse uluslararası alanda safların yeniden konumlanmasını hızlandıracaktır. Arap halklarının yeterince tepkili olduğu Osmanlı'nın günümüzdeki temsilcisi olduğunu ilan eden Erdoğan diktatörlüğünün yayılmacı heveslerine alkış tutmayacakları kesin. Bu durumda Libya'daki saflar hızla keskinleşecek ve Türkiye'nin desteklediği İhvancı ve cihatçı çeteler karışımı güçlerin desteği hızla düşecektir. Buna karşılık Hafter'e destek, siyasal ve askeri olarak daha da artacaktır. Nitekim, Libya'nın kara komşusu Mısır, Hafter'e destekte açık çek verdiğini Türkiye'nin hamlesinden sonra bir kez daha yineledi. Erdoğan'ın yapabildiği tek hamle, Putin'le telefon görüşmesi oldu ancak.

Silah ambargosunu delerek BM nezdinde zaten "sabıkalı" duruma düşen Türkiye, doğrudan asker göndererek daha da yalnızlaşacaktır. Yunanistan Libya büyükelçisini ülkesinden kovarak, Avrupa Birliği de Türkiye-Libya anlaşmasının üçüncü tarafları bağlamadığını açıklayarak ilk hamlelerini yapmış oldu. Libya'daki iç savaşla ilgili olarak ortaya konulan Berlin mutabakatının Türkiye'nin hamlesiyle sekteye uğratılmaması için Putin'le Merkel'in telefon görüşmesi yaptığı da servis edilen bilgiler arasında. Tüm bu gelişmelere bakarak, Türkiye'nin asker göndermesi durumunda bunun sahadaki karşılığı da olacaktır. Doğrudan veya dolaylı...

***

Libya'da çatışan taraflardan birine silah göndererek BM ambargosunu delmek kolay da, doğrudan asker göndermek o kadar kolay mı? Anlaşma imzaladığı Sarrac yönetimi de kendi sıkışmışlığını aşmak için Erdoğan'ı "davet" etse bile durum öyle sanıldığı gibi değil.

Birincisi, Doğu ve Kuzey Suriye'de "üç koridor açarak" Kürtlerin kazanılmış haklarını baltalamayı marifet sayan Türkiye, Libya'nın kara sınırında olmadığını unutmuşa benziyor. Bu durumda Libya'ya "ihtiyaç" duyulan sayıda asker nakletmek için hava veya deniz koridoru gerekiyor. Ve her iki yol da Hafter yönetimi tarafından kolayca bloke edilebilir. Hafter'in böyle bir blokajı sağlayabilmesi için her türlü uluslararası desteği alacağına da kimsenin kuşkusu yok.

İkincisi, her şeye rağmen Türk askeri Libya topraklarına ayak bastı. Öyle Suriye işgalinde olduğu gibi hava desteği arkasında olamayacağına göre, tam bir bataklığa girileceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Dahası, dönüş yolu için bol miktarda ceset torbasının şimdiden hazır edilmesi gerekir ki, bu, "içeride" de desteğin tepetaklak aşağıya düşmesinin önünü açacaktır. İstedikleri kadar Arap düşmanlığını körükleseler de böyle olacak.

Üçüncüsü, Libya'nın halihazırda kendi doğal kaynaklarından kaynaklanan emperyalist rekabet sahası olması, ek olarak Doğu Akdeniz'e uzanan sahanın da genişlemesi ile rekabet katsayısının artması, Türkiye'nin asker göndermesiyle en büyük felaket senaryosunu da beraberinde getirebilir: Emperyalistlerin doğrudan müdahalesi. Artık bu emperyalistler arası rekabet savaşı olur ki, Erdoğan diktatörlüğünün böyle bir ateşle oynamasına olanak tanınır mı, şimdilik bu da pek mümkün görünmüyor.

Dördüncüsü, Erdoğan, öncelikle Rusya'nın Libya'daki mevcut askeri varlığına gönderme yaparak, "özel güvenlikçileri" göndermeyi planlayabilir. Rusya, "Wagner" olarak adlandırılan özel güvenlik güçlerini (Türkiye'deki tam karşılığı olarak Erdoğan'ın SADAT'ı olarak tanımlanabilir) kullanarak, Türkiye'nin Libya sahasında kullandığı güçlere karşı savaşıyor. Türkiye'nin ister SADAT isterse de Suriye cephesinden devşirdiği çete artıklarıyla Libya sahasında tutunmasının koşulları mümkün gözükmüyor. (Suriye'de de böyle oldu.) Eninde sonunda doğrudan kendi askeri güçlerine zorunlu kalacaktır.

Bu da, ilk üç seçeneğe yeniden dönmek demek...

***

Bütün gürültü, Doğu Akdeniz'de varlığı bile kesinleştirilemeyen, var olduğu tahmin edilen 122 trilyon metreküp hidrokarbon rezervi için. Kesin olmasa da iştah kabartıcı bir pasta! 12 millik kıta sahanlığı sınırını Libya üzerinden bypass ederek bölge halklarının haklarına göz dikti. Emperyalist güçlerin bu hegemonya dalaşında bölgeyi daha fazla kan gölüne çevirmek için Türkiye dahil her türlü gerici güçleri kullanması da olası.

Kıbrıs'ın tam hak eşitliği temelinde birleşik bağımsız yapısı sağlanmadıkça; Türk, Kürt, Arap, Rum ve bölgedeki tüm halklar ve inançlar eşit ve özgür bir birliktelik içerisinde meclislere dayalı cumhuriyetlerin federatif birliği kurulmadıkça emperyalist işgal ve gerici çatışmalar, AKP/Saray gibi diktatörlüklerin türemesi son bulmayacaktır.