4 Aralık 2024 Çarşamba

Müjde: TOKİ cennette

Şimdi bunlar 'din' adına dindarların halisane duygularını maniple etmeye, siyasi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. İyi de İslamın ortaya çıkıp kendilerine karşı mücadele ettiği dönemin egemenleri tam da böyle değil miydi? Bugüne gelelim: TOKİ'yi oraya sokarak cennet müteahhitliğine kalkışanlara karşı ilk itirazın yoksul dindarlardan gelmesi, iliklerine dek kapitalizmle hemhal iktidar sahipleriyle zenginlerin anladığı din ve tarif ettikleri Allah ile fakir fukaranınkinin bir olmadığını daha yüksek sesle dile getirmesi, dinden nemalananların önünü kesecektir.

Diyanet İşleri Başkanı enteresan işlerle meşgul. Ne vakit kendisi hakkında iddialar ortaya atılsa, mesela Cemaat şebekesi liderini öven konuşma ve yazıları hatırlatılsa, konuşmasındaki Arap aksanını belirginleştirip konuyu başka yerlere kanalize etmeye girişiyor. Mesela yıllardır hasta ve yaşlılar namazı taburede oturup kılar, mesela cami cemaati arasında hal yoluna konulurken birdenbire camilerdeki tabureleri öne çıkarıp olmadık tartışmalar yürütür. Kendisine dönük hatırlatmalar tekrar yükselince bu defa 'sigara haramdır' demişliği dahi var.

İslamdaki temel kaidelerden biri helali haram, haramı helal kılmamak olduğu, haram kapısının dar tutulduğu, kolaylaştırıcı bir din olmakla iftihar edildiği düşünüldüğünde, bu açıklamayla on milyonlarca yurttaşın 'haram'la itham edilmesindeki dehşet daha iyi anlaşılabilir. Üstelik bunu söyleyen kişinin kurumsal bağlayıcılığı bulunuyor.

Bu da yetmedi, TOKİ konutları için kredi verilmesi gündeme geldiğinde işin içine faiz tartışması girdi. Faize karşı alerji İslamın önemli tutumlarından biridir. İslam dini tefeci bezirganların saltanatına karşı, kendi yağında kavrulanların, yoksulların ve kölelerin hareketi olduğu için de kuruluşunda faize karşıtlık vardır. Tahmin edileceği gibi, sonraki zamanlarda pek çok hassasiyet gibi bu da aşınmış, iktidarların ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiştir.

Kaide şudur: Birine kaç para borçlanırsan yarın aynı miktarda parayı ondan alırsın. Enflasyonmuş, dövizmiş; bunları hesaplayarak ödenecek miktarı yeniden belirlemek tefecilik biçimidir. AKP, TOKİ konutları için çıkmaza girince, Diyanet'ten fetva alındı, yetmedi Cübbeli Ahmet yardıma çağrıldı. Hikaye şuydu: 200 liralık malı, sana vadeli olarak 250 liraya satıyor. Malın satıldığı zamandaki ortalama fiyatını değil, on yıl sonraki muhtemel fiyatını düşünüp mal satılıyorsa, burada İslam anlayışına göre faiz vardır, rant vardır. Hepsi bir yana, İslam'da da barınma hakkı temeldir ve bir kişinin başını sokacak bir ev almak için on beş yirmi yıl çalışması zulümdür.

Bu tartışma da AKP'nin ve Diyanetin prestij kaybıyla sönümlenince sıra geldi cennet vaadine. Ama öyle böyle bir vaat değil. Diyanet İşleri Başkanı, bir Kur'an kursu açılışı sırasında, Kur'an kursuna bir tuğla koyanın cennette evinin hazır olduğunu müjdeledi. E, normal; 'inşaat' ile kafayı bozan bir iktidar ve memurlarının cenneti evlerden, TOKİ binalarından ibaret saymasından daha doğal ne olabilir.

Peki böyle bir cennet tasavvuru var mı? Hayır. O halde bu nasıl bir akıl ve tasavvur dünyasıdır? Dinin din olmaktan çıkarılması, iktidara ve mülk sahiplerine peşkeş çekilmesi, hatta bir tür ruhbanlık icadıyla, adeta bilet keser gibi, kime nereye gideceğinin şimdiden söylenmesi fütursuzluğu tanıdık. Kudüs'ü almak gibi siyasal bir hedefi bulunan ama aslında Doğu-Müslüman toplumlarını yağmalamayı amaçlayan Haçlı Seferleri öncesinde o yağmaya katılanlara cennetin anahtarı vaat ediliyordu. Zaman içinde, bu vaadin, cennetteki evlerin anahtarına dönüştüğünü görüyoruz.

Bu din anlayışı çok açık olarak inancı iktidarların amaçları doğrultusunda eğip bükmektir. Bu çabanın değişmez kuralı şu oluyor: Akla ziyan pek çok konuda saatlerce konuşabilirsin ama mesela iktidarları mülkiyet bahsinde sorgulayamazsın. Mülk konusu ateşten gömlektir. Çünkü onunla sınandığında istisnasız bütün "İslamcı" yönetici kadrolar hallaç pamuğu gibi atılır ve tümü, en başta İslamın kurucusu Hz. Muhammed'le karşı karşıya gelir. Onca mala, adına ayrılan mülke, pay edilen altın ve gümüşe rağmen İslam peygamberi yedi dirhemle ölmüş ve eline geçen ne varsa tamamını yoksula, garibe dağıtmıştır. Onun elde tutmaktan kaçındığı malı, lanet ettiği altını ve gümüşü ele geçirmek için her hileye başvuran bir yönetici, hangi hakla onu takip ettiğini söyleyebilir.

Mesele dar anlamıyla AKP ile ilgili ve sınırlı değildir. Erbakan'ın yaklaşık yüz elli kilo altına sahip olmasına varana dek bütün devlet İslamcıları ve bütün iktidardan nemalanan tarikatlar birbirinin aynısıdır. Mal ve mülk imtihanını hiçbiri verememiştir.

Bu kusulası, iğrenilesi mülk ve para sevdası bütün görgüsüzlüğüyle onların yakasına yapışmış durumdadır. Sırası geldiği için söyleyelim; bu imtihanı veren yalnızca devrimcilerdir, 'üryan gelip üryan giden' onlardır, bir ömürleri vardır onu da ezilenlerin kurtuluşuna vakfetmişlerdir. Adı bilinen devrimci önderlerin hiçbiri mala tamah etmemiştir.

Bir örnek olsun, Stalin'i, Mao'yu veya diğerlerini pek çok başlıkta eleştirebiliriz ama mal-mülk konusunda değil; koca Sovyetler Birliği lideri Stalin, sıradan bir divanda yatıp kalkan, gayet mütevazı yaşayan biridir örneğin. En popüler isimlerden Fidel Castro'nun devrimci hayatı böyledir; Che'den tutalım Kürdistan'ın belli başlı bütün devrimcilerine, Türkiye'deki Hikmet Kıvılcımlı'dan Deniz, Mahir ve İbo'lara, onların yoldaşlığını sürdüren devrimcilere bakalım; paraya, mala tamah eden birini bile gösteremezler.

Bu öyle bir ayrımdır ki, mala tamah eden hemen ama hemen bozulur, kapitalizmin çöplüğüne yuvarlanıverir. Devrimcilerin bağışıklık kazandığı bu nefis muharebesinden hiçbir politik İslamcı geçememiştir. Hükümete gelme ve iktidarlaşma serüveninde bunu kalem kalem tespit etmek mümkündür. Birbirlerini en çok bu konuları kullanarak vurmaya çalışmaları en zayıf noktalarını tanımalarıyla ilgili olmalı.

Sadece bu mu; akademiyi işgal etmek, hakkı olmadığı halde akademik unvanlar almak için kırk takla atmak, bu sırada kul hakkına girmek, en rezil bayağılıklara düşmek, kendi kişilikleri güçsüzleştiği oranda devlette, kurumlarda tuttukları yerin etki gücünü kullanmak bu mekanizmaya dahil olanların amentüsüne dönüşmüştür.

Ve şimdi bunlar 'din' adına dindarların halisane duygularını maniple etmeye, siyasi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. İyi de İslamın ortaya çıkıp kendilerine karşı mücadele ettiği dönemin egemenleri tam da böyle değil miydi? Onlar dinsiz değildi, aksine İslama karşı çıkarken paraya, egemenlik ilişkilerine uydurdukları kendi dinlerini savunuyor ve Muhammed peygamberi 'yeni bir din çıkardığı' için reddediyorlardı. Üstelik bu din köleleri, gençleri ve kadınları etrafında toplamıştı; fakir fukaraya dayanan bir siyasal hareketin kendi sonlarını getireceğini daha baştan fark ettikleri için onu boğmaya çalışmışlardı.

Bugüne gelelim: TOKİ'yi oraya sokarak cennet müteahhitliğine kalkışanlara karşı ilk itirazın yoksul dindarlardan gelmesi, iliklerine dek kapitalizmle hemhal iktidar sahipleriyle zenginlerin anladığı din ve tarif ettikleri Allah ile fakir fukaranınkinin bir olmadığını daha yüksek sesle dile getirmesi, dinden nemalananların önünü kesecektir. Sosyalizmin toplumsal kültür ve bölüşüm prensipleriyle etkileşimi bulunan kapitalist tahakküme karşı bir İslam anlayışının birlikte alabileceği uzun bir yol var.