4 Aralık 2024 Çarşamba

Nasıl bir Müslümansın, dünyadaki safın neresi

Grevin safında olan Müslüman, Ateist, Alevi, Hristiyan, Yahudi, Ezidi, başı örtülü, başı açık, Türk, Kürt, Çerkes, Pomak, Arap, Gürcü, Boşnak, Roman, Ermeni, Laz, Abhaz işçiler aynı saftadır, kardeştir, yoldaştır. Grev kırıcısı olarak patronun safında yer alanlar, inançları, ulusları ne olursa olsun, bu safın, kardeşliğin, yoldaşlığın dışındadır.
"Kalpsiz dünyanın kalbi, ezilenlerin çığlığı" olarak İslam, adaletsizlikler, yoksulluk ve yaşamın türlü çileleri karşısında işçi ve emekçi evlerinden yükselen beddualarda, ağaçlara bağlanan dilek bezlerinde, mezar başlarındaki dualarda, çocukların "şeker", büyüklerin ramazan bayramında ya da Kuzey Kürdistan'daki sivil cuma namazlarında vücut bulur.
 
"Ezilenlerin uyutulmasının afyonu" olarak İslam, zalime, zengine, sömürücüye, adaletsizliğe boyun eğme, kula kulluk etme öğüdü, zihniyeti ve kültürü olarak maddileşir. Erdoğan ve ailesi örneğindeki gibi, tam bir gözü dönmüşlükle, doymazlıkla yedi sülalerine bin yıl yetecek mal mülk edinmede, lüks içinde yaşamada, yoksullara ise şükretme vaazı vermede, iş cinayetlerinde ölmeyi "fıtrattan" saymayı nasihat etmede boy gösterir.
 
Birincisinde içtenlik, çaresizlik, derin bir acı veya merhamet vardır. İkincisi, ikiyüzlülük, dolandırıcılık ve zalimlikten ibarettir.
 
Kulak verin Soma'da oğlunun, babasının, eşinin, kardeşinin diri diri toprağa gömülen cesedini toprağa veren, mahkeme önlerinde adalet peşinde koşanların dualarına ve beddualarına, "kalpsiz dünyanın kalbi, ezilenlerin çığlığı" olarak İslamı göreceksiniz.
 
Bakın faşist şef Erdoğan'ın, Sakarya Arifiye'de haklarını savunma çabasındaki askeri fabrika işçilerine, "aklınızı başınıza alın" tehditlerine, bakın aynı faşist şefin 2002'den bu yana ekmekleri, hakları çoğalsın diye harekete geçen 193 bin işçinin grevini "İslamcı lider" olarak yasaklamasına, orada "ezilenlerin uyutulmasının afyonu"nu göreceksiniz.
 
Bakın hiç tanımadığı insanların yattığı mezar taşları önünden geçerken ölüye saygı kültürüyle hareket eden emekçilere, yoksullara, "kalpsiz dünyanın kalbi, ezilenlerin çığlığı olarak İslam"ı göreceksiniz.
 
Bakın mezarlıkları bombalatıp ölü bedenleri mezarlarından çıkarma emri veren faşist şefe, İstanbul'da, sizin ölünüz için dini tören yapmayız diye gerilla tabutunu camiden çıkaran faşist şefin emrindeki imamlara, orada, zenginlerin İslamını, yoksulların afyonu olarak kullanılan politik İslamı göreceksiniz.
 
"İnsanı ve dili Allah yaratmıştır" dedikten sonra Kürtçeye özgürlük istersen bir inancın insanısın, imanlı bir Müslümansın demektir.
 
"İslamcılık" kartvizitiyle konuşur, "Kürtçeye özgürlük istemek bölücülüktür" dersen, tam bir politik İslamcısın demektir.
 
Felçli tutsakları ve mahpusları hapishanede tutmak insanlığa sığmaz diyebiliyorsan, politik İslamcılarla arana mesafe koyar, müslüman kimliğini onurla taşırsın. Felçli veya ağır hasta tutsaklarlar hapishanede kalsınlar, eziyet çekerek ölsünler dersen ve bunu İslamcı olarak yaparsan politik İslamcısın, İslam senin için kitleleri uyutmanın afyonudur. Birincisinde insani merhamet vardır, ikincisinde zalimlik, insana düşmanlık.
 
İşkenceyi netlikle reddetmezseniz, grevci işçiyi desteklemezseniz, çevrenin, doğanın tahrip edilmesine direnen köylünün haklılığını haykırmazsanız, kadın cinayetlerine karşı durmazsanız, Hrant Dink için dua etmezseniz, o nasıl müslümanlıktır öyle? İnsan saadeti için ne var onda?
 
Sahi nasıl oluyor da, tarikatların, grupların, partilerin "İslamcı liderleri" dünyalık yapmakta birbirleriyle yarışır vaziyetteler? Neden asla, "bir lokma bir hırka" ferahlığında yaşayamamışlar, paraya, lükse, zenginliğe tapmışlardır? Neden bir teki bile öldüğünde tüm malının mülkünün yoksullara dağıtılmasını vasiyet edememiştir? Peki aynı kişiler yoksul müslüman milyonlara, dünya malının hiç önemi olmadığı üzerine sayısız konuşma yapmamışlar mıdır? Yapmaya devam etmiyorlar mı? Tıpkı, şehitliğin yüceliği üzerine fetvalar verip çocuklarına paralı askerlik yaptırmaları gibi. İşte burada karşımıza çıkan politik islamcılıktır. Bu politik İslamcılar, dini bir afyon olarak kulanırlar, fakirleri ve ezilenleri bununla uyutmak isterler, tüm güçleriyle bunun için çalışırlar.
 
Hayatla yüzleştirdiğimizde durum berraktır. "Kula kul olmamak", "adaletli olmak", "komşusu açken tok yatmamak", "insan sevgisi" olarak kavradığı İslam inancını yaşamak, onunla onurlanmak isteyenler, bugün, antikapitalist olmak, zenginlerin iktidarına karşı çıkmak zorundadırlar.
 
Peki, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da İslam adına ortaya çıkan tarikatlar, gruplar, partiler kimin yanında durdular tüm TC tarihi boyunca? Grevci işçinin mi, toprak mücadelesi yürüten köylünün mü, gecekondusunun yıkılmaması için direnen emekçinin mi, parasız, anadilde eğitim isteyen öğrencinin mi, emperyalizme karşı sokaklara çıkan gençliğin mi, çocuğunun devletçe kaybedilmiş bedenini arayan annelerin mi, doğanın tahrip edilmesine karşı bayrak açan kırsal bölge insanlarının mı, özgürlük ve eşitlik mücadelesi veren Kürt halkının mı, inanç özgürlüğü isteyen Alevilerin mi, inançları nedeniyle baskı altına alınan Hristiyanların mı, insan soyunun cinsleri arasında eşitlik isteyen kadınların mı? Yoksa, onları ezenlerin, sömürenlerin, coplayanların, dipçikleyenlerin, kurşunlayanların, ak saçlarını kana boyayanların, on iki yaşındaki çocuk bedenine on üç kurşun sıkanların mı?
 
Gerçek, ikincilerin safında yer aldıklarıdır. O nedenle emekçi solla anlamlı bir eylem birliği içinde olamamışlardır. Emekçi solun değişik bölükleri, eğitim hakları ellerinden alınmasın, kadınların sosyal yaşama etkin katılımı sınırlandırılmasın, inanç özgürlüğü sağlansın diyerek, türban taktıkları için üniversiteden atılan genç kadınlarla omuz omuz oldu. Peki İslam adına söz söyleyen tarikatlar, gruplar, partiler? Onların sesi nerede yükseldi?
 
Tamam, emekçi sol, kitlelerle temasta yer yer burjuva laiklik zihniyetinin basıncıyla hareket etmiş, Mustafa Suphi gibi, "Müslüman Amele ve Rençberlere" seslenmekten imtina etmiş, Hikmet Kıvılcımlı'nın değerli Yol arayışlarını isabetli bir rotaya sokamamış olsun, fakat mesele bu mu? İslam adına ortaya çıkan politik grupların kaderlerini zenginlerle, ezenlerle, devletle birleştirmeleri, ilişkiler tarihinin temel gerçeği değil midir? Antikapitalist müslümanlara kadar böyle dönmedi mi bu devran?
 
Ve "Komünist İmam" gibi bir roman yazılmadı mı bu topraklarda? Yazarı, Hasan Kıyafet, emekçi sola ömür vermiş bir insan değil mi?
 
"Eğri oturup doğru konuşmak" mı der, o halk deyişi? Öyle yapalım. Adaletli olalım.
 
Bakın, örneğin bugün Flormar'da ölçümüz şundan ibarettir: grevin direnişin safında mısın, patronun safında mı?
 
Grevin safında olan Müslüman, Ateist, Alevi, Hristiyan, Yahudi, Ezidi, başı örtülü, başı açık, Türk, Kürt, Çerkes, Pomak, Arap, Gürcü, Boşnak, Roman, Ermeni, Laz, Abhaz işçiler aynı saftadır, kardeştir, yoldaştır. Grev kırıcısı olarak patronun safında yer alanlar, inançları, ulusları ne olursa olsun, bu safın, kardeşliğin, yoldaşlığın dışındadır.