4 Aralık 2024 Çarşamba

Nazım Kayalar yazdı: Ayasofya sadece Ayasofya değildir

"Kutsal" Ayasofya için bunca methiyeler dizilirken, orada ibadet etmenin ayrıcalıklarından bahsedilirken, 12 bin yıllık Hasankeyf'in "yeni yüzü"nün ne halde olduğu unutulup gidecek! Damat Albayrak da "Bekleyin gençler! Ama bugün ama yarın Ayasofya açılacak" bayraktarlığının bahtiyarlığıyla siyasal rant toplama bahsinde yerini alacak! Ancak, her dört gençten en az birinin işsiz olduğu, iş arama umudunu bile kaybettiği gerçekliği hengame içerisinde akıllara bile gelmeyecek.

Bizans İmparatoru I. Jüstinyen'in 537 yılında yaptırdığı Ayasofya Kilise'sinin görkemi, o dönem Hristiyanları ve sonrasında Ortodoks Kilisesi için nasıl bir anlam ifade ediyorsa; bugün bu yapıya sahip olmak da "Müslüman Türkiye" için aynı anlamı ifade ediyor. 1520 senesinde İspanya'nın Sevilla kentinde inşa edilen katedralin bin yıl sonra Ayasofya'yı geride bırakması da, İspanyol egemenler için farklı bir anlam taşımıyordu. Tanrı adına sahip olunan mekanlar ne kadar büyük ve gösterişli olursa, ona inanan ve biat edenler de o kadar çok olur. Mimarinin yönetme/egemenlik ilişkilerinde en etkin kullanıldığı Roma'dan günümüze değişmeyen bir realitedir bu.

Söz konusu Ayasofya ise sadece mimarinin egemenlik aracı olarak kullanılmasındaki etki gücünü anlatmaya yetmez. Çünkü Ayasofya dinsel ve siyasal açıdan hem tarihin hem de güncelin konusu.

ORTODOKS İNANCIN KUTSAL MEKANI
Fener Rum Ortodoks Ekümenik Patrikhanesi kurucusundan dolayı çok önemlidir. Zira kurucusu Aziz Andrea (St. Andrew) Bizans'a gelerek Roma'daki Kilise gibi bir Katolik Kilisesi kurmuştur. Aziz Andrea, Hz. İsa'ya ilk inanan olduğu ve Vaftizci John tarafından ilk vaftiz edilen olduğu için kendisine "Protokletos" (ilk Çağrılan) denmiştir.

Aziz Andrea'nın kurduğu kilise olması dolayısıyla Ortodoks kiliseleri sıralamasında "Primus inter Pares", eşitler arasında birinci sayılan kilisedir. Aziz Andrea Romanya, Ukrayna ve Rusya'nın Hristiyanlaştırılmasında önemli rol oynadığı için bu üç ülke ve İskoçya'nın koruyucu azizidir.

Ayasofya da Ortodoks Kilisesinin merkezinde duran bir yapıdır. Özellikle Ortodoks inancı için kutsal sayılır.

BİR HADİSLE KUTSALLAŞTIRILAN KENT
"İstanbul elbet feth olunacaktır, onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur" şeklinde İslam peygamberi Hz. Muhammed'e atfedilen hadis, İslamcılar açısından da İstanbul'u ve fetihten sonra camiye dönüştürülen Ayasofya'yı anlamlaştırdı.

Aslında peygambere atfedilen hadis, İslam tarihini sorgulayıcı bir şekilde ele alan araştırmacılar tarafından tartışmalı olarak kabul edilir. Zira, hadisi aktaranlar, başta Buhari olmak üzere kaynak olarak gösterilen "tarih yazıcıları"nın tamamı peygamberin ölümünden en az iki yüz yıl sonrasına dayanmaktadır. Hadisin tedavüle sokulduğu tarihler de daha çok Emevi yönetiminin defalarca fethetmek için seferler düzenlediği İstanbul yolunda devlet kasasını iyice boşaltması ve yeni seferler için "dini" motifler kullanmak istemesinin bir gereği olarak değerlendirilmektedir.

ORTODOKS-KATOLİK ÇATIŞMASI
Ortodoks mezhebine göre Kutsal Ruh, Baba'dan çıkmışken; Katolik mezhebine göre ise Baba ile Oğul'dan çıkmıştır. Ortodokslukta Patriklerin ya da piskoposların yanılmazlık özellikleri yoktur, bunun ifadesi dahi şirk kabul edilir. Bu ayrım sonucu Roma Kilisesi 1054 yılında Ayasofya'ya gönderdiği bir belge ile Ortodoksluk ile tamamen ayrı düştü ve iki kilise karşılıklı birbirlerini aforoz etti. (1964 yılında dönemin Papa'sı VI. Paul ile Patrik I. Athenagoras karşılıklı olarak aforozları kaldırdı.)

1204 yılında 4. Haçlı seferleri sırasında, Haçlı ordusunun Konstantinopolis'i (İstanbul'u) yağmalayıp, Ortodoks kiliselerini basıp, Ortodoks rahiplerini öldürmesi üzerine nefret daha da artmıştır. Haçlı işgali 57 yıl sürdü.

Dinler arası ilişkilerde hegemonya aracına dönüşen Ayasofya, devletler arası siyasi hesapların da merkezinde durdu. Her ne kadar Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettikten sonra Ayasofya'yı camiye çevirse de, Ortodoks Kilisesinin yapısına dokunmadı. Böylece bu kilise üzerinden geniş bir coğrafyada etki gücünü kullanmayı hesapladı. Osmanlı yıkılana kadar da esasen bu politika devam etti.

Ancak, Çarlık Rusya'sı döneminde Moskova Kilisesi'nin Ekümenik tartışması başlatması, Osmanlı'nın son döneminde bu politikayı eski işlevini oynayamaz hale gelmiştir.

Cumhuriyet döneminde Batıcı-Aydınlanmacı hamlelerin de etkisi, uluslararası ilişkilerin de basıncı ile Ayasofya, 1934'te müze statüsüne çevrildi. Bir süre de sessizce öyle kaldı.

NECİP FAZIL VE TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ
AKP'nin ideolojik referans kaynaklarından biri olan Necip Fazıl Kısakürek, 55 yıl önce, "Ayasofya açılmalıdır/ Türk'ün kapanış bahtıyla beraber açılmalıdır" diye başlayan şiiriyle bugün sonuca giden tartışmayı başlatan isimlerden biri oldu. Peki, niye 55 yıl önce?

Ayasofya, Rum Ortodoks Kilisesi açısından kutsal bir mekan. Kilisenin Yunanistan'la olan ilişkileri, Türkiye'nin de 1950'lerden beri Yunanistan'la süren gerilimleri, 1963'te de Kıbrıs meselesinin alevlenmesi Kısakürek gibi İslamcı/milliyetçi fikirlere sahip kişileri harekete geçirmek için uygun bir ortam oluşturdu.

Ayasofya'nın tekrar dini sembol ve çatışmanın konusu haline getirilmesi, Papa 6. Paul'un İstanbul ziyaretiyle yeniden alevlendi. 25 Temmuz 1967'de İstanbul'u ziyaret eden Katolik Hristiyanların lideri Papa 6. Paul, Ayasofya'ya da giderek dua etti. Bunun üzerine bir gün sonra, Milli Türk Talebe Birliği yöneticileri de Ayasofya Müzesi'nde namaz kıldı.

Ayasofya, o tarihten itibaren de müze veya cami olarak kalıp kalmaması konusunda sürekli gündemde tutuldu.

Türkiye, günümüzde Yunanistan'la süreğen hale gelen gerilimlerinden ötürü merkezi İstanbul'da bulunan Rum Ortodoks Kilisesi'nin Ekümenik statüsünü kullanmasına pek sıcak bakmıyor. Bu anlamda Moskova Kilisesi ile aynı yerde duruyor.

Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Doğu Akdeniz'de doğalgaz arama faaliyetlerine duyulan rahatsızlık, diplomatik ve askeri hamlelerin yanında iç politikada da karşılık bulacak Ayasofya çıkışıyla sürdürülmüş oldu.

Uluslararası ilişkiler düzleminde konunun bu şekilde gündeme gelmesi, diplomatik açıklamaların dışında bir yaptırıma gerekçe olabilir mi? Pek mümkün gözükmüyor. Sonuçta, 567 yıl önce "fethedilmiş" kentte "egemenlik hakkını" kullanan devlete kim ne diyebilir ki! Ancak, uluslararası ilişkilerde her sıkıştığında tarihsel meseleleri güncel politikanın konusu yapma yöntemi, bıkkınlık ve ciddiyet sorununu da biriktiriyor.

MEĞER HERKES KUYRUKTA BEKLİYORMUŞ!
Ancak meselenin iç politikadaki karşılığı daha fazla. Öncelikle AKP, sadece kendi tabanına değil, mütedeyyin kesimin tamamı ile birlikte fetihçi zihniyeti de kucaklamış oldu. MHP'sinden CHP'sine, İYİP'inden Vatan'ına, BBP'sinden Saadet'ine kadar herkes; dini, milli ve fetihçi bakış açısıyla destek kuyruğuna girdi. Peygamber'in "kutsal" saydığı kentin kutsal mekanının camiye dönüştürülmesinin rantını kimse elden kaçırmak istemiyor, bu kesin.

Sultan Beyazıt, "Bir yerde ne kadar çok cami varsa o kadar çok riya vardır" dermiş. Din tüccarlığı güzel anlatılmış. Daha birkaç yıl öncesinde, Ayasofya'nın karşısındaki Sultan Ahmet Camisi'ni göstererek, "Önce orayı doldurun, sonra Ayasofya'yı isteyin" diyen Erdoğan için, arada ne değişti? Önceki pratiklerine bakarak büyük bir ihtimalle söyleyebiliriz ki, kılınacak ilk Cuma namazına büyük bir şatafatla katılacak ve boy gösterecek. Tanrılara daha yakın, "kutsallığın" hazzını pazarlayacak.

Ancak, "kutsal" Ayasofya için bunca methiyeler dizilirken, orada ibadet etmenin ayrıcalıklarından bahsedilirken, 12 bin yıllık Hasankeyf'in "yeni yüzü"nün ne halde olduğu unutulup gidecek!
 
Damat Albayrak da "Bekleyin gençler! Ama bugün ama yarın Ayasofya açılacak" bayraktarlığının bahtiyarlığıyla siyasal rant toplama bahsinde yerini alacak!

Ancak, her dört gençten en az birinin işsiz olduğu, iş arama umudunu bile kaybettiği gerçekliği hengame içerisinde akıllara bile gelmeyecek.

Ayasofya'nın birileri için niye bu kadar güncel, niye bu kadar "kutsal" olduğu bu kadar açık ve net.